Jonathan Wilson müzik yaratımında ruhen daima tek başına olmuş bir isim. Father John Misty ve Lana Del Rey gibi daha tanınan müzisyen dostlarından aldığı ilhamlarla donattığı disko esintili bir önceki albümü Rare Birds‘te bile bir kendi duygularını merkeze alan izole bir dans anlayışı mevcuttu. Saykodelik ve progresif folk dokunuşlarının sunduğu o sıcak ev atmosferi ve şömine başı hissi, görünüşe göre Wilson’a daima o özgün cazibesini katacak.
Wilson kendisi için cesur adımlar içeren Rare Birds‘ü takiben kökenlerine sığınmayı tercih etmiş Dixie Blur‘ün yaratılış süreci boyunca. Country ve bluegrass müziğin kalesi sayılan memleketi Nashville’de stüdyoya kapanmış, sözü akustik gitarlara, mızıkalara, mandolinlere bırakmış. Willie Nelson, Dolly Parton, Hank Williams gibi müzisyenleri ruh önderi bellemiş. Albümün kalbi Nashville’de yatsa da selam çaktığı isimler arasında Phil Spector‘dan Bruce Springsteen‘e, The Beach Boys‘dan Fleetwood Mac‘e sade bir country tanımını reddeden sayısız efsane var. Anlayacağınız Wilson yine sihrini kavuşmuş, gerçek bir mekandan hayal gücü evrenine giden bir başka kapı açmış.
“So Alive”, “Oh Girl”, “Enemies”, “Platform” gibi birbirine benzer ama farklı ufukları gözleyen dört şarkıya dönüp bakmak bile Dixie Blur‘ün geniş vizyonuna dair bir fikir veriyor insana. Dinleyene Amerikan hisler veren bunca müziği ülke sınır tanımayan yeni hislerle buluşturmak ise tam da Wilson’ın kalbini anlatan bir güzellik. Vizyon ve kalp, Dixie Blur‘ün direksiyonunu tutan iki önemli etmen olarak ortaya tekrar tekrar dinlenesi bir iş koyuyor.