John Cale’den Taptaze Büyücülükler: Mercy

Yirminci yüzyıl, yirmi birinci yüzyıl ve ötesinin daimi çağdaş büyücüsü John Cale; bilimsel bir tabirle dünyada 80 yılı devirdi. Bu süreçte sanat dünyasına bıraktığı tek nimet The Velvet Underground olsaydı bile birçok kişinin ancak hayalini kuracağı bir başarıya imza atmış olurdu, ancak kendisi durmamayı tercih etti. Sayısız film müziği albümü, çok sayıda solo albüm ve içinde akranı olan-olmayan nice başarılı isimle ortak çalışmaya imza attı. On yedinci stüdyo albümü Mercy‘de ise yine kendi özgün perspektifinden günümüze ışık tutmaya devam ediyor.

Pandemi, iklim değişikliği, sağ merkeziyetçi siyasi iklim gibi birçok güncel konuyu sinesine çeken Mercy; tüm hüznü, samimiyeti, beklenmedik virajları, gerçekçiliği ve akışkanlığı ile yavaşlatılıp karanlıklaştırılmış bir şaman müzikleri seçkisine benziyor. Ama merkezinde müzik otoritelerinin “pop usulü” diyebileceği türde bir hassasiyet var. Yeri gelince kendi otobiyografik geçmişine dönüp bakan, yeri gelince kendini kiliseye atıp yarınların olduğu ümidiyle yükselen bir efsaneyi dinliyoruz. Bunlara rağmen kendisi her zamanki kadar “an”ın göbeğinde. Belki de hiç olmadığı kadar anlaşılmak, dünyayla ve insanlarla iletişimde kalmak istiyor. Dream pop estetiğini görselleştirip kıyametvari bir Instagram filtresinden geçirdiğinizi, o filtrenin de gerçeğe dönüştüğünü düşünün; müziklerde öyle bir huzursuzluk, ama öyle de bir epifoni var.

Laurel Halo, Weyes Blood, Sylvan Esso, Animal Collective gibi son derece kaliteli bir konuklar listesi içeren Mercy; John Cale’in ortalama bir boomer’dansa zamansız bir büyücü olduğunu yeniden kanıtlar nitelikte. Hüzünlerinizi, sorularınızı, dile dökemediğiniz hislerinizi alıp gelin; ardından içinde doya doya kaybolun.