2018’de yayımlanan Time&Space albümleri ile hardcore müziğin sınırlarını zorlayan Turnstile, yeni albümleri GLOW ON ile çıtayı yükseltmekle kalmayıp, rock müzikte yeni bir yönelimin öncüsü olacağının sinyallerini veriyor. Baltimorelu beşli, her ne kadar temellerini 80’lerin New York hardcore (NYHC) akımından almış olsa da, GLOW ON’a sıradan bir hardcore albümü demek bu dahiyane prodüksiyona haksızlık olur. Nispeten kasvetli hardcore yaklaşımın aksine, GLOW ON müziği, görseli ve sözleriyle çok daha canlandırıcı ve yenilikçi bir albüm. Vokalist ve yapımcı Brendan Yates’in ikinci parça BLACK OUT’taki sözleri, albümün genel hayat dolu havasını özetler gibi; “Ve eğer bu seni canlı hissettiriyorsa, o zaman bunu sağlamaktan mutluluk duyarım.” (And if it makes you feel alive / well, then I’m happy I provide). Albümün yapımında önemli rol oynayan, Dr. Dre ve Eminem gibi isimlerin de yapımcılığını üstlenmiş Mike Elizondo’nun dokunuşları da müziği başka bir seviyeye taşıyor.
Albümdeki genel resim üzerine yoğunlaşacak olursak, GLOW ON için hardcore tarzının punk, elektronik, R&B ve indie pop tarzlarıyla flörtleştiği bir albüm diyebiliriz. Prodüksiyonun gücü, tarzlar arasındaki tüm bu etkileşimleri zahmetsizçe yapılmış gibi gösteriyor; zaten iyi grupların ortak özelliklerinden biri biraz da budur. Turnstile, elektronik perküsyonların, trash soloların ve latin ritmlerinin uyum içinde olduğu, dinledikçe genişleyen bir evren yaratıyor.
Albümdeki parçaların sırası da özenle seçilmiş. MYSTERY’deki synth dokusuyla başlayan bu 35 dakikalık bu yolculuk henüz ilk dakikadan coşkuyu veriyor. İkinci parça BLACK OUT, vurucu gitarları, dans ettiren nakaratı ve canlı perküsyon oyunlarıyla albümdeki en iyi parçalardan. Özellikle vokallerin gücünü bu parçada çok net hissediyoruz. Diğer şarkılarda da yer yer gördüğümüz dur kalkları, bol phaser efektli geçişleri ve bükülmez power chord’lu gitarları ile BLACK OUT favorilerimden. Resmen dinlerken gençleşiyor insan.
Dördüncü parça UNDERWATER BOI’a geldiğimizde biraz sakinliyoruz. Indie ve lo-fi arası başlayan bu parça, Mac Demarco veya Foals gibi isimlerin olduğu bir çalma listesinde olsa kesinlikle sırıtmaz (evet hala aynı albümden bahsediyoruz). Albüm boyunca araya serpiştirilmiş bu tarz parçalar genel dinleyişi öyle rahatlatıyor ki, dinleyicisini serin bir havuza atlamış gibi ferahlatıyor.
Havuz demişken, bir sonraki parça HOLIDAY albümdeki bir diğer favorim. HOLIDAY, kafaları sallattıran rifflerinin yanında sözleriyle de dinleyiciyi canlandırıyor; “Kutlamak istiyorum, böylece soğuğu asla hissetmiyorum – ve bir tatil gibi, yönsüzce yelken açabiliyorum”. Ardından gelen HUMANOID Nirvana severleri mutlu edebilecek cinsten bir giriş yapsa da, çok uzatmadan yine bizi şaşırtıp Metallica vari bir riffle yükseliyor. Bu noktaya kadar dinlediğimizde anlıyoruz ki, albümün her saniyesinin kendi yeri, kendi önemi var. Sanki her saniye taze fikirlerle sulanmış ve olması gereken renkte çiçek açmış gibi.
FLY AGAIN için ayrı bir paragraf açmalıyız. Melankolik ve bol yankılı bir piyanoyla açılıp bıçak gibi keskin gitarlarla başlayan şarkı, dinleyiciyi hemen etkisi altına alıyor. Üzerine giren vokaller, her dinleyişte yeni ve vurucu duyuluyor. Yates’in “Yine de geride bıraktığın boşluğu dolduramazsın” sözleri, kederin üzerine öfkesiyi de koyuyor.
Akabinde, İngiliz sanatçı Blood Orange ile ortaklaşa yapım olan ALIEN LOVE CALL’ı dinlerken iyice kabuğumuza çekilip hüzünleniyoruz. Ne var ki, parçanın sonlarındaki synth sesleri bir rüyadan uyanma etkisi veriyor ve WILD WRLD ile tekrar canlanıp, balta girmemiş ormanlarda koşmaya başlıyoruz. DANCE-OFF’taki el çırpma seslerinin organik hissiyatı, ritmi daha ilginç bir hale getiriyor. Saykodelik dokunuşlarla zenginleştirilmiş bu parça da albümün öne çıkanları arasında.
Sonlara doğru geldiğimizde karşımıza çıkan T.L.C. tabiri caizse çok gaz bir parça. Özellikle ikinci bölümdeki gitarların gövdesi stereo alanı harika dolduruyor. NO SURPRISE ucundan hip hop’a dokunup yerini son parça LONELY DEZIRES’a bırakıyor. Bol reverb efektli, rüya dolu bir vokalin ve atmosferik synthlerin yarattığı uzayda, dört nala koşan davul-bas-gitar üçlüsünün yakınlaşıp uzaklaşmasıyla albüm bitiyor.
Turnstile, GLOW ON ile özellikle hardcore’daki gelenekselliğin aksine, korkusuz ve bir o kadar da organik bir sound yakalamayı başarıyor. Ana akım çekicilik için müziklerinde bir fedakarlık yapmadan böylesine yenilikçi bir albüm yaratmak büyük bir başarı. Şimdiden benim gözümde 2021’in en iyi albümlerinden biri. İyi dinlemeler.