Fennesz: “Basit Bir Fikir, Ama İşe Yarıyor”

Kapak Görseli: Carsten Nicolai

Avusturyalı deneysel elektronik müzik auteur’ü Christian Fennesz, son albümü Mosaic’i 2024’ün son günlerinde servis etti. Biz de işin arkasındaki hikâyeleri öğrenmek için kendisiyle Zoom’da sohbete daldık.

2024’ü kişisel olarak nasıl değerlendirirsin?

Christian Fennesz: Toplumsal bir yönden bakarsak dünyanın dört bir yanında savaşlar yaşanıyorken pek iç açıcı bir yıl değildi diyebilirim. 2024’ten daha iyi yıllara kesinlikle tanıklık ettik.

Evet, 2020’ler daha şimdiden geçen on yıla kıyasla daha distopik bir his veriyor.

Kesinlikle. Kişisel açıdan fena bir yıl değildi; kendi etrafıma bir koza örmeye, kendi dünyamı inşa etmeye devam ediyorum. Öte yandan her gün sırf haberleri izlemek bile insanı dehşete düşürüyor.

En azından bu sene de her zamanki gibi harika müzikler dinledik. Bunlardan biri de kesinlikle yeni albümün Mosaic. İsmi daha ilk gördüğümde ilgimi çekti açıkçası. Malum, mozaik imgeleri birleştirerek daha büyük bir imge oluşturduğun, kolajın atası diyebileceğimiz çok eski bir sanat formatı. Müziği de oldum olası farklı ses öğelerini birleştiren bir tür kolaj çalışması olarak görmüşümdür. Belki ilk olarak niye bu başlıkta karar kıldığını konuşabiliriz.

Mosaic başlığı, eşimle ve Touch Records’taki insanlarla yaptığım beyin fırtınalarının bir ürünü. Albüm üstünde çalışma biçimimi yansıtan bir isimdi. Bir öğeyi diğerinin yanına yerleştirerek yarattım her şeyi, bu da bana oldukça eski bir sanat formu olan mozaiği hatırlattı. Açıklamalardan biri bu. Diğeri de Apple TV’de Dark Matter adlı inanılmaz bir dizi izlemiş olmamız. Dizideki karakter bir boyuttan diğerine geçiyordu. Hep aynı insan olmasına rağmen her boyutta kişiliğinin bazı nüansları vardı. Bu şekilde elli farklı versiyonuna uğruyordu. Bu konuyu çok ilginç buldum, çünkü burada tasvir edilen şey de bir bireyin psikolojik mozaiğini içeriyor. Tüm bu düşünceler aklımda uçuşuyordu, en sonunda bu başlığın o an hissettiklerimle uyuşacağına karar verdim.

Bahsettiğin diziyi duydum, bir ara izlemeyi düşünüyorum. Ayrıca bana kalırsa bir bütünü oluşturan parçalar, başta önemsiz ya da alakasız görünse de sonradan bizim ellerimizde anlam ve bağlam kazanır. Yaratıcı eylemin güzelliği de budur aslında.

Evet, doğru diyorsun. Bu çalışma da o şekilde gelişti. Öte yandan adım adım ilerleyen bir yaklaşım izlediğimi de belirtmem gerek. Aklımda bir konsept yoktu. Boş bir beyaz tuvalin önünde başladım. Üstüne bir öğeyi yerleştirip o öğeyi bir diğerine bağladım. Bu da bir mozaik eser inşa etmeye oldukça benziyordu. Arkasında öyle büyük bir felsefe yok. Basit bir fikir, ama işe yarıyor.

Yine de sohbetimizin içine kısacık bir felsefe sıkıştıracağım. Sanatla ilgili en sevdiğim sözlerden biri şu: “Bitmiş sanat yoktur, terk edilmiş sanat vardır.” Bu ifade bana göre bir sanat eserinin, yaratıcısı tarafından terk edildikten sonra alıcıların gözünde yeni anlamlar bulacağını ifade ediyor. Katılır mısın?

Evet, kesinlikle katılıyorum. Çok doğru.

Albüm kapağında gördüğümüz yer neresi bu arada?

Kapak görseli, Touch albümlerinin görsellerini hazırlayan Jon Wozencroft’a ait. Fotoğrafta Yunanistan’daki Korfu Adası’nı görüyorsun. Jon tatilini orada geçirmişti, fotoğrafı da orada çekmiş.

Yıllarca İstanbul’da yaşadım. Kapağında da ya orayı ya da yakın bir coğrafyayı gördüğümü düşünmüştüm.

Evet. İstanbul Boğazı’na bayağı benziyor aslına bakarsan. İlk gördüğümde “Burası kesinlikle İstanbul.” dedim; Jon da “Yok, Korfu’da çektim.” dedi.

Mosaic’in yapım sürecine dair aklına gelen üç anıyı paylaşabilir misin?

Aslında tüm hikâye ilk parça “Heliconia” ile başlıyor. Şarkının ilk bölümü üzerinde çalışmış; üstüne asla onun gibi tınlamayan ikinci bir kısım eklemek istemiştim. A noktasından B’ye geçişi nasıl sağlayacağımı bulmam gerekiyordu. Ortaya çıkan sonuçtan gurur duyuyorum. İlk parça nihai formuna kavuştuğu an kafamdaki taşlar yerine oturdu.

Bir sonraki parça “Love and The Framed Insects” oldukça doğal bir biçimde ortaya çıktı. Biraz gitar tıngırdattım sadece, kompozisyon 20 dakika içinde bitiverdi. Elbette prodüksiyon, miks ve diğer detaylar çok daha uzun sürdü. Demek istediğim şu ki, ilk parçayı bitirdiğimde geri kalan her şey oldukça kolay bir şekilde içimden dökülüverdi.

O parça bir dönüm noktasıydı o zaman.

Evet. Prodüksiyon sürecindeki bir diğer önemli an “Goniorizon”ı yazmam oldu diyebilirim. Bana kalırsa bu parça daha önce hiç yapmadığım türden, yepyeni bir şey. Teknik yönleri, prodüksiyonu, miksajı, kullandığım efektler… Hepsi bugüne dek yaptığım şeylerden çok farklı. Bu parçanın albümün sonunda yer alması da tatmin etti beni, zira bir sonraki projeme kapı aralıyor olabilir.

Bunun üstünde biraz duralım: Bir sonraki projenin nasıl tınlayacağına dair bir öngörün, fikirlerin var mı?

Elimde daha fazla keşfetmek istediğim bazı teknikler var. Buradan çok ilginç bir şeyler çıkabilir diye düşünüyorum. Geçtiğimiz günlerde Mosaic üzerinde çalışırken elektronik müzik yapmaya ilk başladığım dönemdeki yaklaşıma, yani sampling’e döndüm. Şu anda da sampling işiyle uğraşıyorum. Oldukça eski bir yöntem, ama belirli bir süre sampling yapıp bundan loop’lar oluşturmayı çok seviyorum. Yolun en başında böyle çalışmıştım, şu günlerde de buna dönüyorum sanırım.

Kısacası bir sonraki proje için ilk fikrim, sampling’e son yıllardan fazla odaklanmak yönünde. Synthesizer’a da gitara da bayılıyorum; ama eninde sonunda hep sampler’a geri dönüyorum. Mosaic sayesinde fark ettim ki sampler, aynı gitar gibi kendimi çok yakın gördüğüm bir enstrüman. Modüler synth’lere hiçbir noktada pek giremedim mesela. Oradan çıkan sesleri seviyorum, ama son derece karmaşık bir alan. Bildiğim bir alanda kalmayı tercih ediyorum; bu da gitar, efektler, kullandığım bazı MAX/MSP patch’leri ve sampler. Bu yüzden yeniden küçük bir sampler alacağım. Basit sample’lar almak için de değil, gözümün önüne koyup üstünde bir enstrüman gibi çalışmak istiyorum. Öte yandan kim bilir, belki de bir sonraki projeye kadar fikrim değişir de bambaşka bir şey yaparım.

Ben de sampling’i severim. Bir süredir Roland P6 kullanıyorum-

Evet! Ben de onu şöyle bir incelemiştim. İncelediğim diğer şey de Danimarkalı Torso Electronics şirketinin bir ürünü. Stokları bitmişti, ocak ayında yeniden satışa çıkacak. Eskiden kullandığım Ensoniq ARS-10’a fiziken çok benziyor. Ona geri dönmek isterdim, eski Ensoniq sampler’ımı özlüyorum.

Sampling ve field recording’leri sevmemin başlıca nedeni, etrafımızdan sesleri oracıkta yakalayıp üzerinde oynayabilmemizin bana oldukça büyülü gelmesi.

Evet, ben de o büyüyü özlüyorum. Dediğim gibi, synthesizer’lar müthiş araçlar ve harika birer eklenti olarak kullanılabilirler. Ancak benim için ideal olan şey, sampling ve elektronik olarak desteklenmiş akustik enstrümanlar. Kişisel yaklaşımım böyle.

Mosaic’i yaparken kullandığın yazılımlar ve fiziksel araçlar hakkında biraz daha detaylı bilgi verebilir misin?

Kullandığım her şey var olan en güncel teknolojinin ürünü. 10-15 yıl önce müzik yapımında bugün sahip olduğumuz imkânlar yoktu. Bu yüzden her zaman yeni, taze ve heyecan verici şeyler kullanmaya çalışıyorum; bunları kendi prodüksiyon tarzıma entegre ediyorum. Gözlerim daima açık, yeniliklerin peşindeyim. Mosaic özelinde bir sürü plugin satın alıp hepsini detaylıca inceledim. Kısacası albümde duyduğun her şey, şimdiye kadarki albümlerden çok daha fazla güncel teknolojiyle üretildi. Geçmişte gitar kaydedip mikrofon pozisyonlarını ayarladığım, eski vintage amfiler ve kompresörler kullandığım, oldukça geleneksel yöntemlerle stüdyoda çalıştığım albümler de yaptım. Bu yıl ise tümüyle dijital teknolojinin müziğe şu an, şuracıkta neler katabileceğine odaklandım.

Son beş yılda stüdyo olarak kullandığın alanı üç kez değiştirmen de hep taze bir şeyler arıyor olmanla ilgili olabilir mi sence?

Eh, son beş yıl benim için oldukça yoğun geçti. Eşimle birlikte şu anki evimize taşınalı neredeyse iki yıl oldu. Nihayet kalıcı bir yuvaya ulaştık; şu ana kadar ise sürekli yer değiştirmeliydik. Bu da inan çok şeyi değiştiriyor. Her odanın sana sunduğu ses farklıdır. Buradaki odam küçük olsa da kaliteli Neumann hoparlörler aldım; bu sayede uzun süredir ilk kez odanın harika ses verdiğini ve prodüksiyondaki her şeyi duyabildiğimi hissediyorum. Eskiden, büyük bir ticari stüdyom varken çok iyi bir monitör sistemim vardı, her şeyi duyabiliyordum. Elbette o sistemle vedalaşmak zorunda kaldım. Etkisinin Black Sea gibi albümlerde net biçimde duyulduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki sonrasında çok kötü ev stüdyolarım oldu, hoparlörler odalara kıyasla fazla büyük ve dengesizdi. Artık tekrar dengeye kavuştum. Bu odayı çok seviyorum, bence sunduğu ses çok özel. Prodüksiyon dediğimiz şeyin kalitesi stüdyodan stüdyoya çok değişir, iyi bir alan yaratmak çok önemli.

Fotoğraf: Carsten Nicolai

Müzik eğitimi almanın artıları ve eksileri neler sence?

Bu çok uzun zaman önceydi ve aslına bakarsan müzik ilk odağım bile değildi. Müzikoloji okudum, daha çok müzik tarihi ve Avrupa dışı müziklerle ilgilenen bir disiplindi. Aynı zamanda sosyal antropoloji de okuyordum. Okuduğum şey buydu ve genel anlamda çok iyi bir öğrenci değildim. Kendimi bildim bileli müzik yapıyordum, bunu da büyük ölçüde kendi kendime öğrendim. Elbette müzikoloji ve müzik tarihi eğitimi alırken de bir şeyler öğrenmişimdir; ama günün sonunda her şey kendimi eğitmemle mümkün oldu.

Gençken klasik gitar dersleri almıştım gerçi, o da oldukça faydalı oldu. Kısa süre sonra elektrik gitara ve rock çalmaya başladım.

14 yaşında bir punk rock grubundaydın. O gruptan geriye herhangi bir görüntü ya da belge kaldı mı?

O zamanlar internet yoktu, üstünden de çok zaman geçti. Şu an elimde hiçbir şey yok. Belki annemin elimde bazı fotoğraflar olabilir. Bense hep ileriye bakarım, biliyorsun. Hayatımın o kısmı da memnuniyetle unuttum. (gülüyor)

Sık sık rüya görür müsün? Ne tür rüyalar görürsün?

Rüyalarım bazen oldukça çılgın oluyor. Çoğunlukla uslu rüyalar gördüğümü söyleyebilirim. Herhâlde yüzde 70-80’i oldukça güzel rüyalardır, bazen müzik ve sesle ilgili bile olabiliyorlar. Bazen de herkes gibi psikopatça rüyalar görüyorum. (gülüyor) Rüya görebiliyorum, orası kesin. Çok net hikâyeleri bile olabiliyor. Bazen bu hikâyeleri uyandığımda hatırlıyorum ve gayet makul geliyorlar. Yakın geçmişte yaşadığın deneyimlerin bir araya gelip nasıl da aşırı komik ya da aptalca bir şeye dönüşebildiğini görmek eğlenceli. Daima büyüleyici bulmuşumdur.

Uyandıktan sonra hatırladığın rüyalar bazen müziğine ilham oluyor mu sence?

Evet, olabilir. Düzeltiyorum, kesinlikle. Ara sıra rüyamda bir şarkıyı ya da melodiyi görüyorum. Bunların yüzde 80’ini unutup yüzde 20’sini hatırlıyorum. Bu bazen bir akor progresyonu oluyor, bazen bir melodi… Böyle işliyor. Örneğin erken dönem albümlerimden biri olan Endless Summer’a adını veren şarkının yarısını bir rüyada görmüştüm. Uyanınca birazını hatırlayıp onun üstünde çalışmıştım; ama asıl çıkış noktası bir rüyaydı.

Çok ilginç bir mesele bu. Belki biliyorsundur, rüyalardan ilhamla ortaya çıkan bazı şarkılar var. Bunların en ünlüsü The Beatles’ın “Yesterday”i olabilir.

Evet, biliyorum.

Keşke her rüyamızı hatırlayabilsek.

Keşke ben de hatırlayabilsem. Belki bir gün rüyanda gördüğün her şeyi kaydeden bir cihaz icat edilir. Harika olurdu. Kim bilir? Belki yirmi yıl içinde böyle bir şey mümkün olur.

Elimde daha fazla keşfetmek istediğim bazı teknikler var. Buradan çok ilginç bir şeyler çıkabilir diye düşünüyorum. Geçtiğimiz günlerde Mosaic üzerinde çalışırken elektronik müzik yapmaya ilk başladığım dönemdeki yaklaşıma, yani sampling’e döndüm. Şu anda da sampling işiyle uğraşıyorum.

Fennesz

Geçmişte film müzikleri de yaptın. Benim merak ettiğin şeyse şu: 2024’te izlediğin ve sevdiğin filmler nelerdi?

Yakın zamanda beni şoke eden bir film izledim, bence inanılmaz iyi bir iş, adı Civil War. Şok ediciydi çünkü çok gerçekçiydi. O filmdeki olaylar Amerika’da her an yaşanabilir. Bence gördüklerimiz bilim kurgu değil. Önümüzdeki ay bile yaşanabilir, bu da çok korkutucu bir gerçek. Güçlü bir filmdi, üstüne günlerce düşündüm, beni çok etkiledi.

Bir de daha önce bahsetmiştim, Dark Matter diye bir dizi var. Büyüleyici bir yapım. Bu yıl izlediğim en etkileyici şeylerden ikisi bunlardı.

En son dinlediğin şarkıları hatırlıyor musun?

Dün Touch plak şirketinden Mike Harding ve Jon Wozencroft ile sohbet ediyordum. Jon bir anda bizi The Beatles hakkında bir bilgi yarışmasına tabi tuttu. Jon her şarkının arka plan hikâyesini bilir, ayaklı bir müzik ansiklopedisidir adeta. Üçümüz sohbet edip The Beatles üstüne konuştuk, bu da beni daha önce hiç duymadığım bazı The Beatles şarkılarını dinlemeye yöneltti. Mesela “Rain” adlı şarkılarını hiç duymamıştım. “Paperback Writer” teklisinin B yüzünde yer alıyor, inanılmaz bir parça. Üstelik The Beatles’a bile benzemiyor!

Ayrıca KMRU’nun son albümünü ve Bandcamp’te Jim O’Rourke’un Steamroom serisi kapsamında yayınladığı son albümü dinledim. Her ay yeni bir albüm yayınlıyor, hepsi de harika.

Geçen yıl çıkan yeni The Beatles şarkısı “Now and Then” hakkında ne düşünüyorsun? Bazı insanlar şarkının prodüksiyonunu eleştirdi, aynı anda eski ve modern tınlayan bir sound’a sahip olduğunu söylediler.

O şarkıda kullanılan John Lennon kaydının ne kadar kötü durumda olduğunu da hesaba katmak lazım, altı üstü bir kaset kaydıydı. Bir prodüktör olarak o kaydı iyi tınlayan bir şekle sokmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Aslına bakarsan çok iyi bir iş çıkarmışlar, klasik The Beatles sound’u ile günümüz prodüksiyonunu iyi bir şekilde harmanlamışlar. Şarkı çok eleştiri aldı ama bence gayet iyiydi.

Sorularım bu kadardı. Tanıştığıma memnun oldum.

Ben de dostum. İletişimi koruyalım.

Fennesz’ın resmi sitesine şuradan, Bandcamp hesabına şuradan göz atabilirsiniz.