Ductape önce Little Monsters EP’si, ile ardından da Labirent albümüyle güçlü bir darkwave sesi olma yolunda ilerlediğini kanıtlarken Labirent’i konu alan bir yazı yazmaktan kendimizi alıkoyamamıştık. Onların bu yolculuğunun nereden başlayıp nereye sürüklendiğini biraz daha detaylı irdelemek istedik.
Öncelikle Ductape ikilisi kimdir? Nasıl ve ne zaman bir araya geldi?
Çağla: İki kişiyiz. Furkan’la 2014 yılında tanıştık. O zamandan beri süren bir birlikteliğimiz var. Furkan üretmeyi çok seven biri. Bana birkaç defa beraber müzik yapalım demişti fakat ben bir süre resim alanında kendimi geliştirmekteydim. Daha sonra 2019’da bir adım attık ve o günden beri sürekli üretiyoruz. Vokal ve synthler bende.
Biz müziğinizi pandemi döneminin karamsar atmosferine çok uygun bulduk. Siz müziğinizi ve kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Furkan: Kesinlikle karanlık ve karamsar ama bunun pandemiden bağımsız olduğunu söylemeliyim. Sabah kalkıp sinir bozucu denebilecek müzikler dinleyen bir çiftiz. Açıkçası benim karamsar, Çağla’nın da gerçekçi bir kişilik olduğunu düşünürsek çıkan sonucun bu olması kaçınılmaz.
Çağla: Çıkardığımız ilk EP Little Monsters, hayatımızın yoğun ve hızlı geçtiği dönemin ürünleriydi. Labirent‘teki şarkılarsa pandemi döneminde oluştu. Vaktimizin daha çok oluşu ve genel atmosfer içimizdeki daha karanlık yerlere ulaşmamızı sağladı. Düşünce labirentine girdik ve labirentin her koridoru bir şarkı oldu. İçten içe öfkeyle kavrulan ve sorgulamayı seven bir karakterim var. Sözler tamamen içsel çatışmalardan yola çıkarak şekillendi. Biz hiç hadi şöyle bir şey yapalım diyerek bir şarkıya başlamadık. Hepsi kendi doğamızın sonucu.
Peki bu dönemin üzerinizdeki etkileri nasıl oldu? Verimliliğinizi etkileyip tarzınızı şekillendirdi mi?
Furkan: Bu dönem kendimi müzisyen gibi hissettiğim belki de tek dönemdir. Sabahtan akşama kadar hiç kalkmadan ve başka bir şey düşünmeden müzikle baş başa kalabildiğim bir dönem. Büyük ihtimalle böyle bir dönem bir daha göremeyeceğimiz için biraz daha fazla dört elle sarılıyoruz sanırım.
İnanılmaz faydalı geçirdik diye düşünüyorum. Bir EP bir de albüm yayınladık. Yeni albüm için parçalara başladık ve kendimizi bir şekilde geliştirmeye çalışıyoruz.
Çağla: Pandemi döneminde insanın kendini sorguladığı ve kendisiyle yüzleştiği zamanlar arttıkça içimizdeki kişiyle tanıştık. Benim kalbimdeki o karanlık yeri derinlemesine keşfetmemi ve beslememi sağladı. Bu kaosu ve birikmiş öfkeyi müziğe yansıtmak fazlasıyla iyi hissettiriyor. Üretmeye daha fazla vaktimiz oldu. Son derece verimli ve keyifli geçti.
Yerli müzik ve yabancı müzik piyasasında ilham aldıklarınız, kendinize yakın bulduklarınız kimler?
Furkan: Yerli sahneden Art Diktator ve She Past Away senelerden beri takip ettiğimiz gruplar. Jakuzi ve Merry’s Funeral da diğer beğendiklerimden. Yabancı sahne say say bitmez ama başkahramanları sayacak olursam Public Image Limited, Sonic Youth, Birthday Party, Dna, Siouxsie and the Banshees, Bauhaus, Gang of Four, Cocteau Twins gibi gibi.
Çağla: Klasikleşmişlerin haricinde beni etkisine alanlar Diary of Dreams, Rendez Vous, Soviet Soviet, Second Still, Ritual Howls, Whispering Sons, Buzz Kull ve yerli sahneden Art Diktator, She Past Away, Elz and the Cult ile Apartmanlar.
Post punk – dark wave türlerinin yerli sahnede durumu ve geleceği hakkındaki düşünceleriniz neler?
Furkan: Yerli sahne de son dönemde yükselişte gibi gözüküyor ancak bunun geçici heveslerden oluştuğunu düşünüyorum. Özellikle She Past Away’in açtığı yol birçok kişiyi cezbetmiş olabilir ancak olaylar tabii ki bu şekilde bir yere varamıyor. She Past Away’in yaşadığı zorlukları, müziğe ve türe bağlılıklarını birçok kez aynı sahneyi paylaşmış biri olarak çok iyi biliyorum. Hadi bugün de biraz post punk yapayım düşüncesiyle bu janrı dolduramazsınız. Ne yazık ki Türkiye’de bazı şeylerin altını dolduramadan popüler olanın yolundan gitme tembelliği var. Böyle olunca da zaten sayılı temsilcisi olan janra da herkes sığdırılıyor. Umarım iyi olur. Herkes ister hep beraber büyüyelim falan ama kendimizi de çok kandırmamak lazım.
Çağla: Evet, bir durum söz konusu şu sıralar. Bir yerlere gidiyor gibi gözüküyor. Yaptığımız tür, kalıpları seven bir tür. Hadi oturalım dark wave yapalım ya da post punk yapalım diye zorlamamak gerek ama uzun vadede güzel şeyler olabilir gibi.
Müziklerinizi nasıl yapıyorsunuz, yapım süreciniz nasıl ilerliyor? Hangi programları kullanıyorsunuz?
Çağla: Evin bir odası stüdyo. Furkan genelde oturur ve şarkıya başlar. Davullar, baslar, gitarlar derken ben de beni yakalayan yerde sözleri yazmaya başlarım. Doğal bir şekilde ilerliyor genelde. Şarkıları Logic Pro X üzerinden yapıyoruz, kayıtları da bugüne kadar evde yaptık, mix ve mastering için Yeni Zelanda’ya Blue House Studios’ta Ozan Turan’a gönderiyoruz, o da harika işler çıkararak bize yolluyor.
Hem İngilizce hem Türkçe şarkılar yazıyorsunuz. Hangi dilde yazmak ve kendinizi ifade etmek daha iyi hissettiriyor?
Çağla: Sözleri yazarken bu Türkçe bu İngilizce olsun diye düşünmeden şarkı ne hissettiriyorsa ve ilk yazdığım kelimeler hangi dilde içimden geliyorsa o dilde yazıyorum. Açıkçası ikisi de rahat hissettiriyor. Bir dilde kulağa hoş gelmeyeni diğer dilde anlatma özgürlüğü veriyor.
Belki de hala hayal kurmak istediğim için Türkçe şarkılarınızdan “Hata” benim albümdeki favori şarkım oldu. “Wooden Girl “de klibiyle ve kadın cinayetleri gibi hala güncel olmakta direnen bir toplumsal soruna değinmesiyle oldukça dikkat çekici. Sizin favori diye nitelendirebileceğiniz, sizde yeri ayrı olan bir parça var mı?
Furkan: Tabii ki bütün albüm favorim. Öyle olmasa hiç birini koymazdık.
Çağla: Wooden Girl bizim için de çok özel. İlk single olarak çıkarmamızın sebebi ayrı yeri olmasıydı. Ama en sevdiğim şarkı deyince seçemiyorum. Sanırım Rain bir tık önde.
Biz şarkıları dinlerken karanlık bir odada ağlayarak dans ediyormuş hissine kapılıyoruz. Sizce dünya her zaman bu kadar karanlık bir yer mi?
Furkan: Gerçekçi olmak gerekirse evet baya karanlık.
Çağla: Dünya çok uzun zamandır karanlık bir yerdi. İnsanların varoluşuyla bu karanlığa mahkum oldu bence. Bu konuda oturup saatlerce konuşabilirim. Sadece yaşadığımız süreçten dolayı alınganlık yapıyoruz ama tarih boyunca inanılmaz kötü dönemlerden geçmişiz. Çok hızlı yayılan ama yavaş öldüren bir virüsüz. Kimisi bu karanlıkta ışık tutarak yürümeyi tercih eder fakat hala o ışığa muhtaçtır. Karanlık ile bütünleşmiş bizler ise benimsediğimiz bu gerçeklikte daha doğru adımlarla ilerleyebiliriz. Görebilmek için gözlerinizi karanlığa alıştırmanız gerek. Çocukluğumdan beri düşüncelerim bu yöndeydi. Tabii ki hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz, güçlü olmaya çalışmak lazım.
Tüm bu kargaşa son bulduğunda kasvetli odalarından çıkıp dışarda özgürce dans etmek hepimizin hayali. Siz ilk konserinizi, nasıl bir sahnede olacağınızı kafanızda kurguladınız mı?
Furkan: Odalarımızda da dans edebiliriz, bunda bence bir sıkıntı yok ama umarım bu süreç en kısa zamanda biter. Sahne konusunda planlarımız var kafamızda ancak nasıl nerede olur konusu tabii ki pandemi sürecinin öngörülemediğinden kaynaklı muallakta.
Çağla: Onun tadı başka tabii ki de. İlk konser için küçük ama çok gürültülü, kalabalık ama samimi bir ortam gözümde canlanıyor hep.
Gelecek planlarınız, hedefleriniz neler?
Furkan: Avrupa’da küçük küçük barlarda sahne alsak şu an benim için kafi olur. Yerli sahneler için de tabi ki güzel planlanmış etkinliklerde yer almak arzumuz var.
Çağla: Bolca müzik bolca konser ile zor zamanların bitişini kutlamak, bol bol üretmek.
Son olarak dinleyicilerinize söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Çağla: Özellikle şu sıralar müziksiz kalmamak lazım. Yeni albüm çalışmalarına da başladık. Konserler başladığında görüşmek, tanışmak üzere.
Labirent albümünün Bandcamp sayfasına şuradan ulaşabilirsiniz.