” jeder Mann, der meine Mutter fickt,
sucht seinen Sohn,
der mein Vater ist!”
Dark, Netflix‘in (ilk Alman yapımı) Baran bo Odar ve Jantje Friese yaratıcılığında; içerisinde bilim kurgu, gerilim, gizem ve dramı barındıran, bunu oldukça başarılı bir şekilde harmanlayıp seyirciye sunan yeni gözdemiz. Uzun zamandır bir gecede bitirdiğim nadir dizilerden.
Dizi, 2019’da çocuk kaçırılmalarıyla başlayan, aslında geçmişte de aynı olayların yaşandığı; uzay-zaman, geçmiş, gelecek, evrendeki cehennem kapıları, solucan delikleri, ışık kırılmaları, korku, aile ilişkileri etrafı siyah orman ile çevrili Winden kasabasında geçiyor. 33 yılda bir tekrarlayan olaylar silsilesini barındıran, 1953 – 1986 – 2019 ve gelecek sezonda 2052 yılını izleyeceğimiz bir zaman dizisi. Burada en önemli soru çocukların neden kaçırıldığı değil, ne zaman kaçırıdığı. Uzun zamandır bu kadar dumur olduğum, hatta ağzımın gerçek anlamda açık kaldığı bir yapıt izlememiştim. 2019 yılında kaçırıldığını gördüğümüz karakterin, 1953 yılında bisiklete binip, güle oynaya karşımıza çıktığını görüyoruz. Ya da seviştiğiniz adamın 33 yıl önce kaybolan kardeşi, 2019 yılında intihar eden kocanız çıkabiliyor. Çerezlik olarak düşünüp başlamamanız gereken bir dizi Dark. Çok karışık bir soyacağı mevcut, not alarak izlenmesinde sakınca görmüyorum. Hiç durmayan yağmur, ışık, renkler özellikle müzik seçimleri o kadar başarılı ki, o kadar yerinde kullanılmış ki; “ben de burada bunu duymak isterdim.” diyebiliyorsunuz.
Çocuk, genç, yaşlı olmak üzere oldukça kalabalık bir oyuncu kadrosuna sahip olan dizide neredeyse hiç yan oyuncu yer almıyor. Her bir karakter birbiriyle bağlantılı. Özellikle karakterlerin şimdiki halleri ile çocukluk dönemindeki halleri birbirine çok benziyor. Müthiş bir şekilde oyuncuların yüzlerindeki karakteristik özeliklerine bakılarak birbirlerini tamamlaması sağlanmış. Bu sebeple oyuncu seçimleri de tam puan alıyor.
Fragmanlarına bakılarak Stranger Things ile çok benzetilip, eleştirildi. Açıkçası ben de uzun süre önyargılarımdan dolayı izlemek istemedim. Ta ki izleyecek bir şey bulamayana kadar. Sonra bir baktım dizi bitmiş, beynim jöleden biraz hallice. Seksenler, sarı mont, mağara, nükleer santral deyince akla Stranger Things’in gelmesi oldukça olağan. Dark ilk bölümden itibaren izleyiciye bunun türünün tek örneği olabileceğini gösteriyor. Ben daha çok; Back To The Future, Black Mirror, Twin Peaks tadı aldım.
-İlk Bölümde ve sonra bir kaç defa söylenen bugüne kadar duyduğum en ama en mükemmel duayı duydum;
“Tanrım, değiştiremeyeceklerim için sabır, değiştirebileceklerimi değiştirmek için cesaret, aradaki farkı anlamam için akıl ver.”
- Son bölümde aklınızdan geçen şey şu olabilir ;
“Umarım Almanlar’ın geleceği anlatabilecek bir sinema teknolojisi vardır.”
Gelelim bu mükemmel dizinin bizi ilgilendiren kısmına, şarkılara.
Bu konuda hakkını yiyemeyeceğim bir soundtrack mevcut. Zamanda yolculuklar sırasında mükemmel dönemsel şarkı seçimlerinden ziyade günümüz Indie- alternatif müzik seçimleriyle her bölümde nokta atışı yapmakta.
Dizinin jeneriğinde Apparat ve Soap Skin- Goodbye şarkısı ile bizi kasvetli ve gergin ortama sakinleştirerek hazırlıyor.
Dönemsel geçişlerde Cyndi Lauper – Time of Time ile tebessüm ettiriyor. Ulrich’in Egon ile atışmasında trash metalin biriciği Kreatur- Pleasure to Kill ile öfkesini çok iyi vurguluyor.
Dizinin her bölümünde en az iki şarkı duyabiliyoruz. Alternatif- Indie parçalar kasvetli havaya yakıştığından muhtemelen oldukça sık karşımıza çıkıyor.
Mire Kray, Soap & Skin, Agnes Obel, Dan Deacon ve listedeki diğerleri.