“Çok Uykum Var!” Nazire ile Bir Söyleşi

Son güncelleme:

Nazire geçtiğimiz birkaç yıl içinde yayımladığı teklileriyle dikkatimizi çekmiş genç bir müzisyen. BBI Music Co etiketli yeni teklisi “zzz” için sohbete oturduğumuzda aylardan ocaktı, ilk başta 10 Şubat’ta yayımlanması planlanan şarkının yayımlanması ise son iki aydır yaşadığımız deprem felaketi süreci sonrası bugün (31 Mart) nasip oldu. Şarkıdan, Nazire’nin ilham kaynaklarından, müzikal yolculuklarından ve ötesinden konuştuğumuz sohbeti okumak için aşağıya buyurun.

Nardwuar usulü başlatalım bu röportajı: Sen kimsin?

Eyvah. (gülüyor ve uzunca düşünüyor) Kim olduğumu hâlâ keşfetmekteyim. Cevabım bu olsun.

Buluşmamızın vesilesi yeni teklin “zzz.” Öncelikle şarkının hikâyesini konuşalım.

Yaklaşık bir senedir bir şeyler üretmeye çalışıyorum, sürekli devam eden bir süreç bu. Ama istediğini yerine getirememe, ilerletememe, motivasyon eksikliği vs. gibi sorunları yoğun bir şekilde yaşadım. Kronik yorgunluk sebebiyle sevdiğim insanlara ve sevdiğim şeylere vakit ayıramıyordum. Bu sorunlarla bir hesaplaşma yaşadığım ve insanlara niye ortalıkta olmadığımı açıkladığım bir şarkı aslında.

Peki çok mu uykun var?

Çok uykum var! Sürekli çok uykum var. Şu anda da çok uykum var. Bunu nasıl çözeceğimi bilmiyorum. Çokça tavsiyeler veriyor bu konuda biliminsanlarımız. Yani annemler (gülüyor). Ama henüz çözüme ulaştıramadım. Bir yandan dersler, bir yandan müzik, bir yandan sosyal hayatı götürmeye çalışmak zor oluyor. Müziğe bir side gig muamelesi yapmak da istemiyorum, ön planda tutmaya çalıştığım bir şey. Bir şeylerden fedakarlık yapmak gerekiyor bazen.

Bazı şarkılarını sadece Soundcloud’da yayımlıyorsun. Sanırım onlar senin biraz daha bireysel biçimde, belki de anlık ortaya çıkardığın şeyler. Diğer platformlardan yayınladıkların ise biraz daha takım çalışması içeren, yapımcı emeğinden geçmiş çalışmalar. Haklı mıyım?

Evet. Kesinlikle. Geçen de Instagram’a bir şey yükledim öyle. Kendi halimde, öyle anlık kaydetmiştim. Spotify, Apple Music gibi platformlara yüklediğim şarkılarda bana biraz daha “Bunu dinleyiciye ulaştırmalıyım.” bilinci geliyor. Daha çok strese giriyorum. Soundcloud benim için bu stresi içermeyen bir ulaştırıcı görevi görüyor. Daha eğlenceli oluyor.

Henüz ortada bir albümün ya da EP’n yok, ama kaydı açmadan önce bana bu durumun değişeceğine dair ipuçları verdin. “zzz” öyle bir formatın habercisi mi?

Aslında bu şarkı bir albüm ya da EP’de olmayacak. Bu Türkçe. Yayımlayacağım bir EP var, o İngilizce olacak. Maalesef ben İngilizce yazarken daha rahat ediyorum. 14 yaşımdan beri yazdığım şarkılar var orada. Birikmiş bir beste koleksiyonum var öyle. Kenarda duracaklarına iyisiyle kötüsüyle bütünlük içeren bir projede bir araya getirme fikri güzel geldi. Kendimle ilgili bir şeyler söyleyen, dünyaya kendime dair bırakmak istediğim türde bir şey kısacası. “Bu benim breakout albümüm.” gibi devasa bir anlam yüklemiyorum. Ama benim için ortaya çıkarması yoğun bir süreç oldu.

Titizce çalışıyorsun yani bu şarkıların üstünde.

Hem ben, hem de prodüktörüm titiz insanlarız. Dolayısıyla biraz zaman alıyor. Tabii aynı beş şarkı üstünde defalarca çalışınca insan onları dinlemekten de yoruluyor. Arada başka şeyler üretmek istiyorsun. İşte öyle günlerden birinde yine çok uykum vardı ve bununla ilgili bir şarkı yazmak istedim. Ve açıkçası uzun zamandır bir şey çıkarmadığım için “Hâlâ buradayım, hala müzik yapıyorum.” demek istedim.

Günümüzdeki hızlı tüketim alışkanlıkları üreticiye böyle bir endişe getiriyor gibi. Sen kendini müzik nerd’ü olarak tanımlayan birisin, değil mi?

Kesinlikle.

Nerd’ler genelde albüm formatına düşkündür. Sen de istisna değilsin sanırım.

Evet.

Bir yandan albüm yaratma isteği, bir yandan tekil üretimlerle daha hızlı bir şekilde “Hâlâ buradayım.” diyebilme kaygısı seni geriyor mu?

Biraz geriyor ya, evet. Özellikle de bunlar yıllara yayılmış beş şarkı olduğu için. Ayrıca müzik nerd’ü olduğum için çok fazla türde müzik tüketiyorum ve her tarzda yapmak istiyorum. Post-rock, Death Grips, Ariana Grande… Aklına ne gelirse. Müzik üretmek istediğim geniş bir yelpaze var. Bu istek yaptığım müziğe de yansıyor. Bu beş şarkı birbirine iyi gidecek mi, beraber iyi duyulacak mı, güzel cilalı bir ürün çıkacak mı stresi var üstümde açıkçası. Ben bir şarkı demetinden ziyade bütünlüklü bir albüm ya da EP taraftarıyım. Bütün şarkıların prodüksiyonu bittiği zaman bu meselenin üstüne gitmem gerekecek sanırım. Ama bir yandan da demoları odamda aldığım ve üstüne bir şeyler eklerken işin özünden pek sapmadığımız için şarkılar o odada üretildiği imkanlara bağlı kalıyor ve o şekilde bir tutarlılık sağlanmış oluyor. Kullandığım gitarlar, MIDI sesleri aşağı yukarı aynı.

Hangi enstrüman ve araçları kullanıyorsun?

Bir Squier gitarım var. (gülüyor) İki oktavlık bir MIDI klavyem var. Logic kullanıyorum. Davul olarak da yine MIDI klavyeden -sahnede canlı çalacaksam- o versiyona yakın bir şeyler çalıyorum. Sahnede dijital şekilde yer alacaksa da o kısıtlama olmadan yine kendim MIDI’den bir şeyler çalıyorum.

Bahsettiğin EP’nin mutfağında emeği geçen isimleri de analım madem.

EP’nin yapımcısı Barış Yalaz. Demoda kullandığım kayıtların neredeyse hepsini kullanıyoruz. Hep ortak karar alarak ilerliyoruz, benim de katmadığım hiçbir prodüksiyon düşüncesi yok. Güzel bir durum. O da beni bu konuda teşvik ediyor. Gitara elim çok da alışkın değil aslında. Piyano eğitimi gördüm zamanında. Çalamıyorum bir şarkıyı mesela, “Bunu bir gitarist çalsın.” diyorum. “Hayır, uğraş, çalarsın.” diyor. Motivasyon sağlıyor.

Şimdiye kadarki şarkıların içinde ortaya çıkarması en zor ve en kolay iki parça hangileriydi?

En kolayı “Darmadağın”dı. Yirmi dakikada falan yapmıştım. Gerçekten o kadar organik biçimde oluştu ki, bir anda çıkıverdi içimden. Hâlâ da en çok dinlenen şarkım, açık ara. Çok şanslıyım, Mac DeMarco konserinde Zafer Toker ve Mert Avcı ile karşılaştım. Birbirimizi Soundcloud’dan takip ediyorduk o zamanlar. Önceden Instagram’dan “Bir şeyler yapalım, edelim.” diye konuşulmuştu. Konserde karşılaşınca “Benim bir demom var, ama prodüksiyon bilmiyorum.” dedim. “Orayı biz yaparız.” dediler. Çok da güzel yaptılar, zevk olarak uyuştuğum kişilerdi. Gayet pürüzsüz gitti Lordlar Sofrası ile olan sürecim. Buradan kendilerine selam. Çok iyi anlıyorlardı tarif ettiğim sound’ları, tam istediğim gibi çıkartıyorlardı. Yapımcılık tarafı da öyle halloldu “Darmadağın”ın.

“En zor” diyebileceğim parça hâlâ bitmeye çok uzak aslında. “Greatest Thing” adı. Şimdiye kadar yaptıklarım içinde de en alternatif rock çalışma sanırım. Baştan sona distortion gitar gidiyor, bir yandan da yavaş bir şarkı. EP’nin geri kalanıyla nasıl duyulacak diye üstüne düşünüyorum, o yüzden şu anda biraz zor geliyor.

Bir noktada Death Grips ekolünde müzikler yapacak mısın sence?

Çok istiyorum! Ama bunu yapabilmek için doğru insanlarla güçlerimi birleştirmem gerektiğini düşünüyorum. Çünkü prodüksiyon tarafından almam gereken çok yol var. Bu EP sürecinde kendimi o konuda çok geliştirsem de henüz yeterli değil. Death Grips ya da Jockstrap gibi sanatçıları düşün, yaptıkları şeyde bu kadar iyi olmalarının sebebi prodüksiyon harikası olmaları. Fikir ya da yaratıcılık desen içimde bunları barındırdığımı düşünen bir insanım, ama iş fiziksel dünyaya yansıdığı zaman çok fazla teknik bilmek gerekiyormuş gibi geliyor. Ben mesela sample yapmayı bilmiyorum, sound effect falan indirmişliğim yok daha önce. Şu ana kadar ne yaptıysam Logic’teki hazır MIDI seslerini kullanarak yaptım. Analog synth, drum machine falan çok öğrenmek isterdim. Bir gelip de “Gel seninle Türkiye’nin Jockstrap ikilisi olalım.” dese keşke.

Bunu ben diyebilsem derdim ama ben de orada hâlâ amatörüm. Şimdilik…

Keşke biz yapsak değil mi? (gülüyor) Jockstrap mesela işlerini klasik müzikle de harmanlıyor, benim de klasik müzik eğitimim olduğu için güzel işler ortaya çıkabileceğini düşünüyorum. Eskiden hiç böyle bakmıyordum, zaten “Türkiye’nin şusu, Türkiye’nin busu” gibi konuşmayı da sevmiyorum. Her şeyin “kendisi” olmalısın daha doğru bir laf aslında. Ama Jockstrap gibi outrageous işler yapmayı isterdim.

Müzik nerd’ü olduğum için çok fazla türde müzik tüketiyorum ve her tarzda yapmak istiyorum. Post-rock, Death Grips, Ariana Grande… Aklına ne gelirse. Müzik üretmek istediğim geniş bir yelpaze var.

Nazire

“Türkiye’nin şusu” gibi yaklaşımlar indirgeyici oluyor, evet. Ama arada da insanın zihnini işgal ediyor böyle düşünceler. Mesela Black Country, New Road ilk dönemlerinde “Hedefimiz yeni Arcade Fire olmak” gibi bir demeç vermişti.

Arcade Fire’dan çok daha iyi onlar ya. (gülüşmeler) Nazire ile Arcade Fire gömmece.

Win Butler hakkında çıkan ifşalardan haberin var mı?

Yok, bilmiyordum. Bir ara bakarım. Benim sevdiğim birçok sanatçı ifşalarıyla ya da yaptığı hareketlerle üzdü beni ya. Sun Kil Moon çok severdim mesela, tacizci çıktı. Ariel Pink ve John Maus’un Trump destekçisi çıkmaları… 

Biraz modu yükseltelim, sana hazırladığım oyuna geldi sıra. The Wire dergisinin başlattığı “Blind Test” adlı bir konsept var. Röportajcı sırasıyla şarkılar açıyor, karşı taraf da şarkıları tanımaya çalışıyor. İlk şarkımızla başlayalım.

(Jockstrap’ten “Greatest Hits”i dinliyoruz.)

Jockstrap bu.

(IDLES’tan “Damaged Goods”u dinliyoruz.)

Television değil miydi bu?

Hayır.

Yok, pardon. “Damaged Goods.” Gang of Four.

Orijinal versiyon onların, ama bu başka bir grubun cover versiyonu.

Şu bağıran elemanların cover’ı. Neydi adı? Büyük harfle yazılıyorlar.

İkna oldum bildiğine. Son ipucu, beş harfli. 

IDLES.

Yeri gelmişken en sevdiğin cover’lar içinde neleri sayarsın?

Soccer Mommy’nin MGMT cover’ı “Indie Rokkers”ı çok seviyorum. Geçen seneki HOOD Base konserimde ben de o cover’ın cover’ını yapmıştım. (gülüyor) Bence başarılı bir performanstı. Bir de şeyi seviyorum, Jeff… Soyadı neydi? Midwest sahnesinden biri.

Rosenstock.

Evet. Onun “Harvest Moon” cover’ı çok güzel. Manyak biri zaten. Bir de Homeshake, İstanbul konserinde Deftones’tan “Change (In The House of Flies)”ı cover’lamıştı. O da çok başarılıydı. Öyle çok orijinal bir yorum olduğundan değil, şarkıyı çok sevdiğim için. (gülüyor)

(Nick Cave & The Bad Seeds’ten “Tower of Song”u dinliyoruz.)

Ses çok tanıdık.

Ses tanıdık. Ve kesinlikle bildiğin biri.

Nick Cave.

Evet. Şarkı da Leonard Cohen’in “Tower of Song”unun cover’ı. Gelmiş geçmiş en kötü cover’lardan biri olarak ananlar var; ama ben de, Leonard Cohen de çok seviyoruz kendisini.

Ben de bayıldım.

(Frost Children’dan “Get What We Want”ı dinliyoruz.)

Vokali bekleyeceğim. Varsa.

Var.

Çok iyiymiş bu! Bilmiyorum ama. Kadının vokalleri çok tanıdık aslında. (bakıyor) Yok, bu ikiliyi bilmiyormuşum ben. Çok sevdim.

(Kapsuka’dan “Beş”i dinliyoruz.)

Math rock açtın. Hangisi acaba? Hepsi birbirine benziyor bunların. (gülüyor)

Yerli bir grup. Adı da Kapsuka.

Çok iyilermiş.

(Summer 2000’den “Trevor Wong Guitar E-School Graduation Partyyi dinliyoruz.)

Davullar süper. Böyle bitcrush davul sound’larına bayılıyorum işte. Keşke ben de yapsam.

Oyundaki son şarkımız. Kendisini sırf albüm kapağı yüzünden seçtim.

(bakıyor) Çok güzelmiş. Bilemezdim bu şarkıyı bu arada, iyi ki gösterdin.

Çok sevdiğin bazı albüm kapaklarını saysana.

(sevinçle) Harika soru! Kendi arşivimden bakayım hemen. Bu arada kendi EP’min kapağı henüz hazır değil, ama şu estetikte bir şey olmasını çok isterim. (Wednesday’in I Was Trying to Describe You to Someone albüm kapağını gösteriyor) Çok sevdiğim albüm kapaklarına gelirsek… Alex G’nin Trick albüm kapağı harika. Kilisede koşan bir köpek var üstünde. (arşivine bakmaya devam ediyor) En sevdiğim albüm kapaklarında hep köpek var. (gülüşmeler) Nouns’tan still bummed mesela. Black Dresses’ten Peaceful as Hell’i de biliyorsundur, mükemmel kapak. Big Thief’ın Masterpiece albüm kapağını da çok severim.

Big Thief’i seviyorsun.

Çok. Ama geçenlerde İsrail konseri duyurup gelen tepkilere rağmen bir süre iptal etmemişlerdi. O üzmüştü. İptal ettiler nihayetinde; ama kendi vicdanları nedeniyle mi, insanların tepkilerinden mi bilemiyorum artık.

Başka hangi müzisyenler hareketleriyle üzdü seni?

Sun Kil Moon çok severdim dediğim gibi. Mark Kozelek’in her projesini severdim. Rex Orange County’nin tacizci olması da üzdü. 12 yaşımdayken de bir arkadaşım Nicki Minaj’ın İslamofobik bir demeciyle yüzleştirmişti beni.

Bak şimdi aklıma geldi, the Microphones’un The Glow Pt. 2 albüm kapağını da çok severim. Phil Elverum inanılmaz bir adam, bayılıyorum. O albüm kapağından esinlenip fincan boyamıştım bir keresinde.

Hayatını değiştirmiş üç albüm nelerdi?

Biri The Glow Pt 2. Radiohead’in In Rainbows’u da müzik dünyasına açılan kapım olabilir. Lise hazırlıktayken dinlediğimde kafayı yediğimi hatırlıyorum. Müziği keşfetmiştim resmen o albümü dinleyerek.

In Rainbows çok fazla kişiye ilham vermiş bir albüm. Gizliden gizliye en fazla kişiye dokunmuş Radiohead albümü olabilir, OK Computer ya da Kid A’den bile fazla.

Haklı olabilirsin. Müziğin amacı taşıdığı hissiyatı seyirciye aktarmaksa onu en iyi In Rainbows’un yaptığını düşünüyorum.

Bir albüm kaldı.

Acaba yenilerden mi düşünsem, eskilerden mi? Hayatımın pek çok dönüm noktası oldu çünkü.

Oracular Spectacular, MGMT. Çok küçükken keşfetmiştim. Niş bir grup sanmıştım, meğerse herkes biliyormuş. Ortaokuldayken arkadaşlarım pek bilmiyordu ama. Little Dark Age çıktığında mainstream oldular sanmıştım, başından beri oradalarmış. Türkiye’deki seyircilere daha sık ulaşır oldular ama ondan sonra sanırım. Onların Congratulations albümünü de çok severim.

Son soru: 100 yıl sonra adına dikilecek bir anıt taşa şarkı sözlerinden birini yazdırabilseydin hangisini seçerdin?

Çok güzel soru. Nedense Türkçe şarkılarım biraz cheesy geliyor. Çok ikonik sözler yazdığımı da düşünmüyorum açıkçası, müzik daha ön planda oluyor bende. Söz yazma kısmı en az eğlenceli olan kısım benim için.

Henüz çıkmamış bir şarkım var, “It’s not mean if it’s true.” (“Gerçek olan şey kaba değildir.”) Onu seçeceğim.