Bob Dylan‘ın yeni albümü hakkındaki bir yazıya nasıl başlamalı? Ozanın popüler kültürdeki ve yakın dönem müzik tarihindeki anıt misali konumundan bahsedilebilir pekala. On bininci, yüz bininci defa… Bu defa üstadın kendisi bu durumu iyice bağrına basmış görünüyor hem. Açılış şarkısı “I Contain Multitudes”ta kişiliğine ve sanatına dair pek etmediği itiraflara meylediyor:
Gammaz bir yüreğim var, aynı Sayın Poe gibi
I Contain Multitudes
İnsan duvarımda iskeletler var görüyorsun ki
Gerçeğin şerefine içeceğim, bir de söylediklerimizin
Bir de o adamın şerefine, hani yatağına kabul ettiğin
Manzara resmederim, nüler resmederim
Çokluklardan müteşekkilim
Edgar Allan Poe‘ya edilen bu asil selamın ardından The Rolling Stones‘u, Anne Frank‘i, Indiana Jones‘u, William Blake‘i anıyor Dylan aynı şarkının içinde. Sözlerde yaratılan yolgeçen hanının diğer konukları arasında bakalım kimler var: Al Pacino, Leon Russell, Liberace, Sigmund Freud, Karl Marx (“My Own Version of You”), Jimmy Reed (“Goodbye Jimmy Reed”), Elvis Presley, Martin Luther King (“Mother of Muses”), Allen Ginsberg, Buddy Holly (“Key West”), J.F. Kennedy, Fleetwood Mac, Nat King Cole, Harry Houdini, Thelonius Monk, The Beatles (“Murder Most Foul”) ve daha nicesi…
Bütün bu isimler nasıl bir ortak zemini işgal ediyor? Gizemin ve cazibenin merkezinde de biraz bu soru yatıyor zaten. Dylan çok sayıdaki söyleşisinde sözlerin ona bir çeşit bilinç akışıyla geldiğini, ortaya çıktıktan sonra kendi varoluşlarını yarattığını söylemişti. Bu varoluşlar Dylan’ın yorumunda kimi zaman kehanetlere, kimi zaman bilmecelere dönüşse de her zaman şairane doğalarını koruyorlar. Dylan’ın perspektifine içkin ve onun kariyer yolculuğuyla kol kola gelişen upuzun bir şiirin anbean yaratılışını izliyoruz bir bakıma. Bu yolculuğun gelişimleri ve -Dylan’ın Hristiyan döneminde olduğu gibi- tek tük tökezlemeleri de oldu. Bütün bu adımlar, onu bugüne getiren bilge blues ruhunda ve Rough and Rowdy Ways‘in eşsiz olgunluğunda söz sahibi olarak nihai yetkinliklerini ilan ettiler. Pablo Picasso‘ya dair de bu ana fikre sahip bir anekdot vardır. Bir hayranı ondan peçeteye resim çizmesini ister, karşılığında ne isterse ödemeye razıdır. Picasso hızlıca bir şeyler karalar, karşılığında 10 bin dolar ister. Hayrete düşen hayranı “Ama bunu 30 saniyede çizdiniz!” dediğinde ise “Hayır,” der, “Bunu çizmek 40 yılımı aldı.”
79 yaşında bir şarkı yazarını ele alırken ister istemez yaşın getirdiği bilgeliğe dair fazladan kanıtlar arıyoruz. Bir de ölüme dair düşüncelere… Oysa yakınlarda verdiği bir röportaja göre (Çevirisi için: Tık.) Dylan’ı kendi ölümü değil, insanlığın ölümü düşündürüyor. Yaşadığımız salgının “kapıdaki başka bir şeyin habercisi” olabileceğini, öte yandan böylesi kaygıların gençlikten çok kendi neslini ilgilendirdiğini, gençliğin onların hafızası olmaksızın kendi tarihini yazacağını düşünüyor. Bu durum elbette albüme yer yer kıyametvari bir tonun hakim olmasını engellemiyor. Tarihteki bir dönüm noktası olan 1960’larda ortaya çıkmış bir müzik insanının şu anda yaşadığımız bir diğer tarihsel dönüm noktasında beliren bu yeni albümü, böylelikle bugünün olduğu kadar dünün, yarının olduğu kadar sonraki günlerin de sesi oluyor.
Bilgelik kadar sıcaklık ve dürüstlük de Rough and Rowdy Ways‘ten eksik olmuyor elbette. “I’ve Made Up My Mind to Give Myself to You” naif, hatta kırılgan denebilecek ruhuyla ilk dinleyişte suratımıza bir gülücük konduruyor. “Black Rider” insana yaptığı işi bıraktıran bir duygu yükü ile kelamlar ediyor.
Kara atlı, kara atlı, çok gördün çok geçirdin
Black Rider
Dünyanın yüce ve ufak halleriyle yüzleştin
Yangına düştün, ateşi yiyorsun şimdi
Oyuna devam edeceksen yutmalısın sözlerini
Akıllı olun bayım, dürüst ve de adil olun
Dünyevi düşünceleriniz bir dua olsun
Müzikte ve icrada bir güç dengesi hakim. “Black Rider” ve “Mother of Muses”a nasıl bir yorgunluk ve eşzamanlı gelişen huzur yön veriyorsa, “False Prophet” ve “Goodbye Jimmy Reed”e de daha sert ve damardan bir blues damarı hayat veriyor. Matt Chamberlain, Blake Mills gibi müzisyenleri işittiğimiz kadroda Fiona Apple‘ın da geri vokallerde yer aldığını öğrenmenin şaşkınlığı, bize hem Dylan’ın kendinden sonraki üretken nesli takip ettiğini müjdeliyor hem de albümün yaratıcı kimliğine güzel bir çeşitlilik sunuyor.
70 dakikalık bu epik yolculuğu kapatan “Murder Most Foul”, Dylan’ın sözleriyle “iki kere öldürülen” Kennedy’nin suikastinden bahis açarak yola çıksa da 17 dakikanın sonunda bir çeşit nasihate dönüşüyor. Durmadan dinlememizi istediği şarkıları sayıp döküyor Dylan, “Mystery Train”, “Another One Bites the Dust”, “Moonlight Sonata”… Sahibi olmayan köpekler için dinleyin diyor, en sonunda da kendini hatırlatıyor. Kolektif hafızanın müziğe yansıması, çok az şarkıda bu kadar kapsamlı, içten ve özdüşünümsel ifade edilmiştir. Bu şarkının kulaklara sunduğu kucaklayıcılık aslında hem Billboard listelerinde 1 numaraya yükselen ilk Bob Dylan şarkısı olmasına, hem de her dinleyişte başka hisler bahşetmesine fazladan izah sunuyor. Dylan’a dair onca şeyin içinde sadece harika bir albüm finali değil, harika bir ders olarak da rüştünü ispatlıyor ve Rough and Rowdy Ways‘i üstadın kariyerinde bir başka zirve olarak görmemize olanak sağlıyor.
Yaklaşık 60 yıldır bilge ve deneyimli tınlayan biri her seferinde nasıl yeni olgunluk kapılarını aralar, bilmiyoruz. Dylan’ın güncelliği ve gizemi sürüyor, buna hala fırsatımız varken tanık olmak ise şüphesiz bambaşka bir ayrıcalık.