Barış Ergün müzisyen, bestekar, yapımcı ve ses tasarımcısı kimlikleriyle son birkaç yılını hayli üretken geçirdi, geçiriyor. En güncel solo albümü Impaired Singularity ise 9 Nisan’da piyasaya çıktı. Sert, yıkıcı ve etkileyici seyreden bu albüme kulak verdikten sonra Ergün’e ulaşıp çok keyifli bir söyleşiye imza attık.
Impaired Singularity’nin farklı coğrafyaları aşındıran, varoluşsal diyebileceğimiz hikayesini senden dinleyerek başlayalım istersen.
Başlangıç için zor bir soru oldu doğrusu, olsun.
Öncelikle Impaired Singularity anlatı bakımından oldukça bireysel bir iş. Kendimle tanışmaya çalıştığım, çatıştığım, yorulup barıştığım sonra kalkıp tekrar kendime sataşmaya başladığım bir sürecin ortaya çıkardığı sesler benim için. Biraz heyecanlı, biraz ürkek, biraz duygusal, biraz kırılgan, biraz kavgacı ve biraz da inatçı.
Düzenli bir yaşam sürdürmeye çalıştığım ama o düzenin içine düzensizliği katmaktan da müthiş zevk aldığım bir sosyal yaşantım vardı İstanbul’da. Bunun bunalımı, dengesizliği, karanlığı ve yüzeyselliği elbette albümdeki dil üzerinde pay sahibi. Bununla birlikte ülkemizde yaşananlar, sıralamaya kalksam bir tanesini es geçerim diye endişe duyacağım korkunç olaylar ve konular… Albüm çalışmaları tüm bu hislerle ve bu hislerin tetikledikleriyle başlamış oldu yaklaşık 3 yıl önce. Albümdeki karanlık ve hiddetli doku da tam olarak bu yaşantı ve hislerin bir yansıması.
Sürecin benim için varoluşsal anlamda enteresan olan tarafı albüme başladığım koşullar ve albümü bitirdiğim koşullar arasındaki fark ve bu farkın değiştirdikleri oldu. Pandemi süreci ile beraber katılaşmış alışkanlıklar, rutinler ve ilişkiler yıkıldı. Mecburi bir yalnızlık içinde belirsiz, çaresiz ve depresif bir geleceğe doğru topluca kontrolsüz bir şekilde ilerledik. Ben de çözümü Karadeniz’in bir köyüne giderek, işime odaklanmakta ve doğayla biraz daha samimi olmakta buldum. Hayat pratiğimde yaşadığım bu değişim; yapmış olduğum albüm gibi birçok şeyi ele alışımı da oldukça değiştirdi tabi ki. Albümün dokusunu oluşturan his ve deneyimleri irdeleyecek kadar onlardan uzaklaştım. Başka bir boyutta başka bir mücadeleye giriştim. İşte bu noktada geçmişin temsil ettiği anlam bütününün ne kadar kaygan bir zemine sahip olduğu gerçeği ile karşılaştım. Şimdilerde aldığım pozisyon biraz daha kabulleniş ve teslimiyeti içeriyor. Yani albümün yapımı kadar yayını ve sonrası da enteresan bir süreç oldu diyebilirim.
Bir aydınlanış yolculuğu gibi tınlıyor bu hikaye. Jung’un cümlelerinden etkilendiğini belirttin, dünyayı ve kendini kavrayışını şekillendirmiş başlıca düşünürler ve yazarlar kimler?
‘Aydınlanış yolculuğu’ çok jenerik bir tanım, tam olarak bu şekilde ifade edilebilir mi bilemiyorum. Belki, neyse.
Jung’un söz konusu cümleleri ile karşılaşmam tam da albümden uzaklaştığım ama bir yandan da onu tekrar sevmek istediğim zamanlara denk geliyor. O yüzden tanıtımda o cümlelere yer vermek istedim. Benim için önemliydi, çok yardımcı oldu.
Nietzsche, Heidegger, Sartre, Foucault, Philip K. Dick, Oruç Aruoba gibi zamanın döngüselliğini ve varlığın en kesin gerçeği olarak yok oluşu anlatan düşünürlerden oldukça etkilendim.
Aslında Mondo günlerinden bugüne yeni tarzlarla, yeni seslerle çalışıyorsun, müzik kariyerinin tümüne sirayet eden ve devam eden bir aydınlanış da söz konusu diyebilir miyiz?
Bu soruya çok şaşırdım çünkü ben bile unutmuşum Mondo kimdir, nedir, ne yapar. En yakın arkadaşlarım dahil kimseler de bilmez. Bayağı gitarlı, davullu, vokalli bir şeyler yapmaya çalışıyordum o zamanlar, hevesim çok çabuk geçti.
Ses ile yaratılabilecek daha içsel ve deneysel bir alanın keşfiyle sadece müzik değil hayatımın her alanı değişti diyebilirim. Müzik sadece değişim ve dönüşümden etkilenen parçalardan bir tanesi.
Albümdeki seslerin yaratımında hangi araçlardan yararlandın?
Albümün genel dokusunu dijital ve analog sentezleyiciler kullanarak ürettiğim sesleri çoğunlukla çok bantlı distortion ve granular efektleriyle modüle ederek oluşturdum. Vokal, perküsyon, gitar amfisi ve zaman içinde topladığım bazı ambiyans sesler de parçalarda mevcut.
Mastering sürecini yürüten James Ginzburg’la ve dağıtımcı Shalgam Records’la yollarınız nasıl kesişti?
James Ginzburg hem kendi işleriyle hem de yer aldığı projelerle son zamanlarda oldukça dikkatimi çeken bir müzisyen ve ses mühendisi. Portfolyosundaki işlerden birkaçını kendi albümümün dokusuna çok yakıştırdım ve kendisiyle iletişime geçtim. Oldukça verimli ve sorunsuz bir süreç yaşadık. Gelecekte de benzer iş birlikleri olur diye düşünüyorum.
Ulaş (Shalgam Records) ise zaten müziğimi yayınlamaya başladığımdan beri birlikte çalıştığım kişi/şirket. Kendi müziğimi onun aracığıyla paylaşırken aynı zamanda yayınladığı diğer işlerde de ses mühendisi olarak yer aldığım oldu. Bu tür birlikteliklerde samimiyet ve iletişime çok önem veriyorum. Bizim sahip olduğumuz bağ da bu açıdan beni çok mutlu ediyor. Umarım gelecekte çok daha büyük işleri birlikte yapacağız.
Albümün hem geçmişteki hem de gelecekteki senden izler taşıdığını belirtmişsin. Bilhassa şu sıralar bir zaman makinen olsa hangi dilime ışınlanmak isterdin?
‘Bir yaşam, bir yönün bir yol olup olamayacağının denenme sürecidir’ diyor, Aruoba. Ben de tam olarak bu süreçten zevk almaya, bu sürecin içine girmeye çalışıyorum. ‘Her şeyin olması gerektiği gibi olduğu’ öğretisini özümsemeye çalışıyorum. O yüzden zaman makinesini kullanmamayı tercih ederim.
Önümüzdeki günlerde ziyarete açılacak İstanbul’da Şifa Bulmak adlı serginin müzikleri de senden. Biraz ondan bahseder misin?
Aslında serginin müzikleri değil de sergide yer alan performans sanatçılarından İsmet Köroğlu’nun projesinin müziğini ben yaptım. İsmet şahane bir ekip kurmuş, o yüzden ortaya çıkan iş gerçekten çok içime sindi. Sergi büyük şehirlerde sağlığa erişim meselesinden yola çıkarak, kolektif yaşamın gerekli kıldığı mesafeleri, yakınlıkları, ihtiyaçları ve sorumlulukları, beden ve mekanla ilişkilendiriyor ve şifa kavramına odaklanıyor. Ayrıca mekan da oldukça ilginç. Harbiye’den metro hattına inen bir tünel, ismi Yaklaşım Tüneli. 2005’ten bu yana ilk kez bu tür bir etkinliğe ev sahipli yapacakmış. Sergi tarihi malum sebeplerden dolayı ertelendi ama vakti geldiğinde deneyimlemeyi dört gözle beklediğim bir iş.
Müziğinin film evrenine çok yakışacağını hissediyorum. Soundtrack besteleme hayallerin var mı? Ve birlikte çalışmayı en çok isteyeceğin yönetmen(ler) kimler olurdu?
Evet tabi, görsel üzerine çalışmak oldukça hevesli olduğum alanlardan biri. Görselin sahip olduğu sinematik dil ve anlatıya sessel açıdan uyumlanarak onu geliştirmek, bu süreci deneyimlemek, ses dünyamı genişletmek ve dönüştürmek oldukça heyecan verici geliyor. Gerçekliğin sorgulandığı ve manipüle edildiği anlatılarda yer almak çok isterim. Örneğin Yorgos Lanthimos veya Thomas Vinterberg gibi isimler bence bu işi çok çok iyi yapıyor.
Bir diğer projen olan Uç Uç ne alemde, yeni işler yapmayı düşünüyor musunuz? İlk albümünüzün tadı damağımızda kaldı…
Açıkçası bizim de damağımızda kaldı. Pandeminin hemen öncesinde yayınlamıştık albümü ve tarihi netleşmiş çok güzel konserlerimiz olacaktı ama maalesef hepsi iptal edildi ya da ertelendi. Bu süreçte de davulcumuz Kemal dışında herkes İstanbul’dan ayrıldı. Uzun zamandır müzik yapmayı bırak sohbet etmek için bile bir araya gelemiyoruz. Umarım yakın gelecekte buluşur, biraz muhabbet etme imkanı bulabiliriz. Böylelikle müzik de gelecektir. Ama şu an için sadece bekliyoruz.
Önümüzdeki günlere dair planların neler? Henüz pişmekte olan başka projelerin var mı?
Bu yıl her ne kadar evde geçse de benim için hem projeler hem de kişisel yolculuk açısından oldukça yoğun bir yıl oldu ve bu durum hala sürüyor. Çokça prodüksiyonda mühendis kimliğimle yer aldım, kendi albümümü yayınladım ve şu sıralar yüksek lisans tezimi bitirmeye çalışıyorum. Yazın biraz kafa dağıtmak, dostlarımla vakit geçirmek, yer değiştirmek ve yeni deneyimler kaydetmek istiyorum.
Şu an müzik yapımı olarak iki projeyi sürdürüyorum. Bir tanesi endüstriyel elektronik seslerle harmanlanmış bir post punk iş birliği; sonbahar veya kış aylarında yurtdışında yayınlanacak ve fiziksel formatta dağıtımı sağlanacak. Bir diğeri ise yerli sahneye dahil olacak yeni bir alternatif müzik projesi; prodüktör ve miks mühendisi olarak ben de sürece dahil oldum, yakında çalışmalara başlayacağız.
Sorularım bu kadardı. Senin eklemek istediğin bir şey var mı?
Zaman ayırdığın ve bu güzel soruları sorduğun için teşekkür ederim. Umarım layıkıyla cevaplayabilmişimdir. Bir isteğim olabilir; albümü dinleyenler düşüncelerini ve hislerini bir şekilde sosyal medya üzerinden ya da mail aracılığıyla benimle paylaşırlarsa çok mutlu olurum. Heyecanla bekliyorum.
Benden de bu kadar. Bu zor dönemde herkes için sağlık diliyorum.
Görüşürüz, kendine iyi bak.
Barış Ergün’ün resmi sitesine şuradan, Bandcamp profiline ise şuradan göz atabilirsiniz.