Hazırlayan: Deniz Ekim Tilif
Anadolu rock sahnesi dünya çapında giderek yükseltti statüsünü geçtiğimiz yıllarda. Selda Bağcan artık dünyanın dört bir yanında festivallere katılıyor, geçtiği yerlerdeki insanlar kafalarını çevirip bakıyor, daha fazlasını istiyorlar bu müziğin. Sonra prestijli oyunculardan (Elijah Wood) death metal gruplarına (Cattle Decapitation) herkes bu müziğe aşık oluyor, kimi gruplar (King Gizzard & The Lizard Wizard) doğrudan aradıkları yaratıcı ilhamı bu türde buluyor. İşler böyle olunca Anadolu rock sahnesinde yeni grupların ortaya çıkabilmesi de kaçınılmaz olsa gerek. Amsterdam’da kurulan Altın Gün’ün çevresinde bu kadar ilgi ve beklentinin oluşuvermesi de boşuna değil bu yüzden. Peki, aniden karşımıza çıkan bu insanlar kim?
Altın Gün’ün hikayesi, Hollandalı saykodelik rock müzisyeni Jacco Gardner’ın İstanbul konserine grubunun bir parçası olarak gelen basçı Jasper Verhulst’ın şehirdeki keşif sergüzeştleriyle başlıyor. Ülkemizin 70’ler saykodelik rock sahnesine hayran kalıyor Verhulst. Halihazırda cümle alemin bildiği Selda Bağcan’dan girip Erkin Koray’dan çıkıyor ve ansızın yeni bir grup kurma konusunda ilhama geliyor, arkadaşlarını toplamaya başlıyor. Ben Rider ile Nic Mauskovic gitar ve davul pozisyonunda katılıyor kendisine. Bunun ardından Verhulst, uluslararası bir grupla yerel bir müzik yapmaya niyetlenen her duyarlı müzisyenin yapacağı gibi, sahneye aşina Türk müzisyenler aramaya koyuluyor. Çağımızın mesafeleri kısaltan nimetlerinden Facebook aracılığıyla buluyor da: Saz/vokal/tuşlularda Erdinç Eceviz Yıldız, vokalde Merve Daşdemir. (Zaten grubun fotoğrafına bakar bakmaz 2 Türkü de çıkarıyorsunuz.) Perküsyoncu Gino Groeneveld’in de işe dahil olmasıyla yeni bir grubun hikayesi başlamış oluyor.
Bu hikayenin bize verdiği ilk meyve ise 2 yorum içeren bir tekli. Esasında bir Orhan Gencebay eseri olan, Erkin Koray’ın popüler kıldığı “Goca Dünya” grubun taşıdığı enerjiyle tanıştırıyor bizi, güzel de bir giriş işlevi görüyor. Prodüksiyon kalitesi ve Altın Gün’ü var eden ustalara gösterilen saygı ve hürmetin dışarıya hissettirilmesi grubu dinleyicinin gözünde anında sempatik kılan bir unsur. Diğer yorum ise “Kırşehir’in Gülleri”ne yapılmış. Her iki yorum da orijinal versiyonlarda fazla bir değişiklik yapmadan, retro ile modern bir sound’un buluştuğu o ince çizgide kalarak başarıyı yakalamış. 8 dakikalık bu kısa misafirlik sona erince tadımız damağımızda kalıyor, karpuz kesmeye kalmak, daha fazlasını duymak istiyoruz. Umut vaat eden bu yeni ekibi takipte kalalım. Belki de yükseliş aşamasına geçmeyi bekleyen bir elmasa rastlamışızdır.