Ah Gönlümün Beyaz Yakası

Çok konuştuk, çok tartıştık o kapalı ofislerin derinliklerinde ama bir türlü çıkmayı başaramadık kuyulardan. X, Y, Z jenerasyon sınıflandırmaları içerisinde savrulup durduk. Hep dışardan söylenen şeyleri içselleştirmeye adadık kendimizi. Tanımlamalar içerisine sığdık, bazen sığamadık çemberin dışında kaldık. Peki neydi asıl sorun? İş miydi gerçekten yoksa insanlar mıydı bizi bozguna uğratan?

Efendim hepimizin yaşadığı, bu yüzyılın en büyük sorunları başında gelen iş konusu. Bir yandan en önemli gündem olarak küresel ısınma defterlerimizin başında yazarken, bir yandan da ben ne istiyorum bu hayattan sorusunu kendimize sorup defterlerimize karaladık. Bu kadar fazla yük bir omuzda olunca bazen kaldıramadık. Belki de ilk defa kendimize ne istiyorsun diye sorma şansını ilk maddi özgürlüğe kavuştuğumuz zaman yakaladık. Lise, Üniversite derken tam olarak ne istediğini sorma vaktini kimse bulamadı kendine. Aile yönlendirmesi bir yandan, toplum baskısı bir yandan, bir baltaya sap olamama gibi içi boş dışı hoş tanımlamalara sığmamak uğruna biraz savrulduk, bunu kabul edelim hep beraber. Tüm eğitim sürecinde birilerinin bize yapmasını söylediği şeyleri asker edasıyla kabul edip yaptık, oh güzel, rahatım, bu görevde tamam, hadi check atalım! E peki iş hayatı? Bu okyanusa atlamaya hazır mısın? Hem de ne istediğini bilmeden, yine belli tanımlamalar içerisinde sana tarif edilen bir okyanus. Bu okyanusa dair hiçbir fikrin yok! Hiç görmedin, kimse sana ne yapman gerektiğini tam olarak söyleyemiyor, kimse seni yönlendirmiyor! E ne yapacaksın? Önce o okyanusa atlayacaksın, maddi özgürlüğüne kavuşacaksın ki sorabilesin; ben bu hayattan ne istiyorum?

Özgeçmişin jilet gibi adeta! Hadi gel mezun adetlerinden başlayalım. Nereye başvursam kabul gelir, bir sürü staj yaptım, eğitimim çok iyi e o zaman 3 bin TL’den aşağıda çalışmam diye başlayan söylemler, sadece tecrübe edinmek istiyorum ile biter. Çünkü o ofis yuvaları sizin kendinize olan güveninizi toplum ve ailenizle beraber yutmaya, çiğneyip yere tükürmeye heveslidir. Aslında o size dönülmeyen telefonların birçoğunun sebebi sizden bağımsız şeylerdir, ama sizin kendinizi yetersiz hissetmenizi ister o acımasız ofis ağları. Kendine güvenin ne kadar azalırsa talebin de o kadar azalacaktır. Kusura bakma sayın beyaz yaka adayı, bu suya atlamak düşündüğün kadar da kolay değil!

Mehmet amcanın bir tanıdığı o en büyük şirketlerden birinde yönetici! İşte şans şimdi yüzüne güldü! Güldü mü gerçekten? Mehmet amcan acaba hiç sordu mu sana ne istiyorsun evladım diye? Sormaya gerek yok, iş olsun yeter! Para kazanmak, aile geçindirmek, yuva kurmak, ev almak, krediyle alınan arabalar, yazlıklar, çocukta yaptık şimdi daha da para kazanmak lazımlar.. Ahhh beyaz yaka aaaahhh! İşte kendini kendi ellerinle hapsettin o karanlık kuyulara. Tabii çok keyif alma ihtimalinde var, ama benden ipucu; genel olarak iş konusunda söylenerek hayatının büyük kısmını geçirme adayı oldun şimdi sen.

Y ya da Z, hadi X ol bari fark etmez, jenerasyon ayırmıyoruz burada! Kaç yaşında olursan ol hayatında kendine ne istiyorum demek için çok az zamanın var. Çünkü sana öğretilen, dışardan öğrendiğini bile anlamadan içselleştirmek zorunda kaldığın ne bilgiler var kafanda kim bilir! Her gün aynı ofise aynı saatte gidip aynı Melek ablanın aynı çocuğunun aynı kaka sorunlarını dinlemek için sana verilecek para aslında para bile değil. Biliyorum mecbursun, biliyorum mecburum. Ama seçme şansın varsa ne istediğine dair, şans diye atmak istediğin o adımları bir kez daha düşün derim. En azından kaka maceralarını dinlerken daha sevdiğin bir şeyi yakalama ihtimalini göz ardı etme.

Bugün İstanbul Ege’ye gidip küçük bir işletmem olsun diye ağlayan bir sürü beyaz yaka ile dolu. Bunu yapmak kolay olduğu için değil, bu fırtınalı beyaz yakalıktan kaçmanın tek yolunun bu olduğunu düşündüğü için böyleler. Ben de böyleyim, ben de istemiyorum, sen de istemeyeceksin ve bir noktada soracaksın kendine; ‘ben ne istiyorum bu hayattan?’ Kaçmak güzel, kaçmak rahat, işi bırakmamak da güzel “safe zone”, ooooh mis gibi, yeni yılda bir de şu zammı alsam!

Zor olan ne istiyorum demek kendine, çok sancılı, acılı, karın ağrılı ama sonuca vardığında erişebileceğin en güzel Nirvana olacaktır bu alan. Yine beyaz yaka olmaya devam edebilirsin, yine sabit bir işte çalışabilirsin, yine sana verilenleri kabul edebilirsin ama bir kez sor kendine bu soruyu. Cevap hemen gelmiyor, bugün yarın belki de ömrün boyunca sorman gerekecek defalarca. Yine de hiç sormamaktan daha iyi bu sancılarda kıvranmak. Sana verildiği için mi aldın yoksa verilmesini istediğin için mi yaşayacaksın bu hayatı, biliyor olmak güzel bir adım. Çok sordum olmadı diyorsan boşver zaten, çok anlamı yok. Düşünmemek daha iyi olabilir o zaman.

Vakit yok abicim! Hiçbir şeye vakit yok!



Bu fotoğrafını koyduğum kitap tam olarak 848 sayfa, yani bir beyaz yaka okumak istese ve çok da istekli ya da kitap okumaya yatkın değilse imkansıza yakın bir yola çıkmış olur. Aslında okusa içerisinde keşfedebileceği çok sihirli, değişik tam Murakami’ye layık bir şenlik var. Ama vakit? Peki ya vakit var mı? Müdürünün işten tam çıkmadan önce sana yığım yığım yığdığı o işleri bitirmek için kaldığın mesaiden eve dönerken mi okuyacaksın? Yoksa gün içerisinde 9 saat çalıştığın ya da işin olmadığı için ‘gizli işsiz’ damgası yememek adına çalışıyor’muş’ gibi yapmak zorunda kaldığın o saatlerden sonra mı okuyacaksın kitabı? Evet çok haklısın, ne zaman okuyacaksın? Peki ne zaman tiyatroya gideceksin? Ne zaman spor yapacaksın?

Sırtında çok yük, toplumun senden beklediği çok şey var. Ama gel sana bir şey diyeceğim, inan kendinden beklediğin şeyler dışında empoze edilen beklentilerin hepsi suni. Boş vermeye çalış, kurtarmaya çalış kendini. İşi bırak Ege’ye git demiyorum, her şeyi kuralına göre yapma diyorum sadece. El ver yanındaki beyaz yakaya, onu geçmek için sırtına kafasına basma, el ver ki o da eve gittiğinde mutlu olsun, o da hayattan bir şeyler istesin beklesin ve kendine sorsun; 

‘Ben ne istiyorum bu hayattan?’