Londra’da ikamet eden piyanist/viyolonselist/gitarist ve şarkıcı-şarkı sözü yazarı A.A. Williams ikinci albümü As Moon Rests’i bugün (7 Ekim) Bella Union etiketiyle yayımladı. Biz de kendisiyle Zoom’da buluşarak hem albümün arka planındaki yaratıcı süreci, hem de şu günlerde Williams’ın kafasından geçenleri konuştuk.
İkinci albümün As The Moon Rests’in çıkmasına günler kalmışken nasılsın, hayat nasıl gidiyor?
İyiyim, teşekkürler. Heyecanlıyım. Şu da var, stüdyoda albüm kaydettiğinde bazen bunu insanların dinleyeceği aklından çıkabiliyor. Haliyle hem heyecanlıyım hem de gergin.
İkinci stüdyo albümün bu. Geçen seneki albümün Songs from Isolation‘ı saymıyoruz, çünkü baştan sona yorum şarkılardan oluşuyordu. Peki bu yeni albümün gözündeki anlamı nedir, nasıl ortaya çıktı?
Albümü 2020’nin sonlarında yazmaya başladım. Diğer herkes gibi konserler elimden alınınca geçtiğimiz birkaç senede bol bol boş vaktim oldu. Böylesi durumlarda takınmayı tercih ettiğim tavır meşgul kalmak, odaklanacak başka bir şey bulmaktır. Çoğunlukla moral bozan haberlere bakıp durmaktan daha hoş bir şey… Benim için olumlu şeylere odaklanmak çok önemli. Bu şarkılar tamamen şöyle bir oturup onları yazmamla doğdu. Aklımda direkt ikinci albümü yazmak da yoktu bunu yaparken. “Otur, şarkı yaz sen, yeterli.” Boş vaktim çok olunca daha önce denemediğim şeyler deneme imkanım oldu. Daha fazla synthesizer kullandım, şarkı yapısıyla oynadım. Hiçbiri zorlama gelişmedi, “İkinci albümüm, biraz değiştireyim tarzımı” demedim. Sadece yeni şeyler üstünde oyalanacak bolca zamanım oldu. Doğal bir süreçti.
Sonra 2021 yazı geldi, bir de baktım ki takvimim iyice dolmaya başlamış. Bunu şimdi kaydetmezsem tekrar fırsat bulana dek bir ömür geçer. Ben de o son kısmı biraz aceleye getirdim ki bütün konserleri zamanında ayarlayabilelim. Temmuz ayıydı. Yaylıları o zaman kaydettim. Albümün o ana kısmı çabucak yapılıverdi. Herkesin takviminin yeniden dolduğu, turnelerin geri döndüğü dönemdi. Konserler geri dönmeden önce bitirmek zorundaydım albümü. Yani albüm yapımının başları yavaş, sonları hızlıydı. Başardığımız şey beni mutlu ediyor. Ses düzeyinde Forever Blue‘dan bu yana katedilen gelişme de fark ediliyor sanırım. Gelişme kelimesinin altını çizmek isterim, geçirdiğimiz şey sert bir dönüşüm değil çünkü. Önceki albümden unsurları alıp üstüne katıyor, bambaşka bir açıdan yepyeni bir yaklaşım getirmiyor.
Sıradaki sorum şuydu aslında: “Bu albümde bir önceki seferle kıyasladığında bir sanatçı olarak neler öğrenip ne şekilde geliştiğini düşünüyorsun?” Cevapladın sayılır ama bu soruyu, eklemek istediğin bir şey var mı?
Sadece daha fazla vaktim olmadı, ayrıca daha sık pratik yaptım. Her şey böyle hayatta zaten, daha fazla pratik yaptıkça daha rahat hissediyorsun. Forever Blue‘yu yazdığımda bir şarkıcı ve şarkı yazarı olarak yolculuğumun başındaydım. Hatta o şarkıları çok hızlı yazmıştım; çünkü konser vermem teklif edilmişti ama yeterli şarkım yoktu. Ben de şarkı yazdım, oracıkta yazdıklarım albümün yarısını meydana getirdi. As The Moon Rests kadar incelikli değildi yani. Hem özgüvenimde, hem de yaklaşım usulümde geliştim.
Albümden yaratması en kolay ve en zor şarkılar hangileri oldu peki?
Grupla kaydedilen şarkılarda bana göre en büyük zorluklardan biri ne zaman duracağını bilmek. Şarkının üstüne katman koyabilir de koyabilirsin, ama bazen de “Bir saniye. Dur bir. Birkaç bir şey çıkaralım,” diyebilmen gerekir. Fazla olanın ne zaman fazlalığa dönüşeceğini görmelisin. Bazı şarkılarda her şeyi korusak mı yoksa atsak mı ikilemi beni uzun süre meşgul etti. O anlamda sanırım “The Echo” çok vaktimi aldı. Forever Blue için yazmıştım o şarkıyı, ama bitirememiştim. Oradan bu albüme yolunu bulan tek şarkı. Vaktinde ne yapsam bilememiş, kaderine terk etmiştim. O zamanlar adı “Forever Blue” idi, başlığını alıp albümde kullanmaya karar verdim. As The Moon Rests‘i yazarken ise “Tamam, tekrar bakalım şuna,” dedim. Parça parça didikledim; kıtaları, sözleri ve armoniyi büyük ölçüde koruyup sonunu en baştan aranje ettim. Bazen çok karmaşık durmayan bir şey sizi en uzun süre oyalayan şeye dönüşebilir.
En kolay şarkı için de “Ruin” diyebilirim. Minik bir akustik şarkı, albümde sonda bir önceki parça. Vokal, akustik gitar, birazcık da klavyeden ibaret. İnanılmaz yalın bir şey ve çok kolay ortaya çıktı. Bazen şarkılar böyledir işte, üstüne pek bir şey koyman gerekmez. Narin, incelikli, minik kalabilirler. Albümde dinleyiciye soluklanma alanı açarak bağlam içinde bir amaca hizmet ederler.
Songs from Isolation ve önceki röportajlarından demeçlerin sağ olsun, çalışmalarını takip edenler kimlerden ilham aldığını az çok biliyor bence. Bu konuyu biraz daha açmak için şunu sorayım: Kullandığın streaming platformunda bir şarkı geçmişi var, değil mi?
Eyvah. (gülüyor) Sorun şu ki aile hesabındayım, hepsini ben dinlemedim. Hani sene sonunda uygulama sana rapor çıkarıp yollar ya, ona ne zaman baksam “Bunu hiç dinlemedim ki! Sen miydin? Yok mu? Peki sen?” oluyorum. (gülüyor) Ama elbette her koşulda sığınabileceğim bazı favori albümlerim var. Songs from Isolation dedin aklıma geldi, Nine Inch Nails’ın With Teeth‘i favorilerim arasında. Ruh halim hiç fark etmez, onu ya da Fragile‘ı hep dinleyebilirim. Günlerden neymiş, keyfim nasılmış önemsiz, o iki albüm gözümde hep mükemmel kalacak. Issız bir adada yanıma alırdım, doğrudur. Daima zirvedeler benim için. (gülüyor)
Şunu da sorayım: Songs from Isolation‘da yorumladığın sanatçı ve müzisyenlerden sadece biriyle çalışabilme şansın olsa kimi seçerdin?
Biriyle mi sadece? Haksızlık! (gülüyor) Cevabım mantıken Nine Inch Nails olacak, az önceki cevabım yüzünden yani. Hayallerimi süsleyen en büyük senaryo bu olabilir. Bir de çok çeşitli müzikler yapıyorlar. Tüm albümlerini dinliyorum, tarz skalaları inanılmaz geniş. Ne zaman yeni bir şey denesem Trent Reznor çoktan yapmıştır gibi hissediyorum. “Ay, ne hoş oldu! Dur ya. O yapıldı.” Onlarca yıla denk düşen yenilikler var orada, bir de hiçbiri zorlama tınlamıyor. Bu yüzden bu kadar seviyorum galiba. Evet, Nine Inch Nails harika olurdu. Ama İngiltere’yle sınırlı kalarak seçecek olsaydım kesinlikle Thom Yorke ya da Radiohead derdim.
Bir sanatçı olarak güncel planların neler?
Albüm özelinde attığım ilk büyük adım, insanların hakkındaki düşüncelerini okumak. Albüm yayımlamak öyle hafife alınacak şey değil. Kamuya açık yaptığın anda kendini eleştiriler dünyasına açmış oluyorsun. İncelemeleri okumak daima ilgimi çekiyor. Çok da onlara odaklanmamaya çalışıyorum aslında, ama kendini sakınmak ne mümkün… Yaptığım şeyle gurur duyuyorum, şimdiye kadarki incelemeler de gayet iyi. Olumlu yorumlar içeriyor hepsi, insanlar çok hoş şeyler söylüyorlar. Şu aralar o aşamadan geçiyorum, gerginliğim biraz geçti o yüzden. Esas mesele dinleyicilerin ne düşündüğünü gözlemlemek. Aynı anda hep zevk alabilecekleri, hem de eski şeyleri tekrar tekrar dinlemektense yeni şeyler bulabilecekleri bir albüm yapmış olmayı umuyor insan. Son büyük adım ise o şarkıları canlı çalıp o an, orada nasıl tepki vereceklerini gözlemlemek. O kısmı asla öngöremiyorsun. Bir bakmışsın sahnedesin, duman üfleyen makine çalışıyor, seyirci önünde. Albümü ne kadar iyi biliyor olacaklar, kestiremiyorsun. Belki de sadece birkaç şarkıyı bilecekler. O kısım korkutucu biraz, ama insanların verdiği cevabı gerçek zamanlı görebiliyorsun. En iyi kısmı o bu işin.
Şarkı sözlerinden birini bundan 100 yıl sonra, müzisyenlere adanmış bir parkta yer alacak anıt taşına yazdıracak olsan bu hangisi olurdu?
Harika bir soruymuş bu, ama aman yarabbi! (gülüyor) Aşırı sefil durmayan bir şey düşünmeye çalışıyorum… (gülüşmeler) Albümün ortalarında “Shallow Water” adlı bir şarkı var. Sözlerinden biri “Misery is only part of me (Sefaletten başka parçalarım da var).” Sefil hissedebilirsin, ama bir birey olarak özetin bu değil. Bundan fazlasısın. Belki onu seçebilirdim.
A.A. Williams’ın Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.