Yılsonu alışkanlıklarından biri de geride kalmaya yaklaşan seneye dair bir hesabın içine düşülmesidir. İtina ile bir takım listeler hazırlanır ve görece bir bakış açısının izinde sabitlenilir. Biz de bu işin dışında kalmayı reddedercesine, ‘en iyi – en kötü’ ayrımına düşmekten kaçınarak, kendimizce dikkate değer duran albümlerden 5 tanesine değindik.
AMOK – Atoms for Peace
Radiohead’ten Thom Yorke, Red Hot Chili Peppers’tan Flea ve REM’den Joey Waronker’ın öncülüğünde oluşan bir topluluk Atoms for Peace. Yaklaşık 3 yıldır canlı performanslarından haberdardık. Nihayet geride kalan Şubat ayında ilk LP’leri AMOK’u yayımladılar.
Burada Yorke’un dünyası ağır basıyor; Before Your Very Eyes, Ingenue, Unless ya da Stuck Together Peaces… Radiohead’in, 90’ların İngiliz gençliğini hangi formlarla tanış ettiğini az çok biliyoruz. Britpop’u exprimental’a çektiler, underground’u gün yüzüyle buluşturdular ve henüz milenyum öncesinde elektronik bazlı şarkıları disiplinlerine boca ederek Oasis, Blur, Pulp, The Stone Roses meydanlarının orta yerinde kansız bir devrim gerçekleştirdiler. İşte Atoms for Peace de o devrime yeni halkalar ekliyor. Safi Rock’n Roll’u tabu halinde görenler, OK Computer ile Amok arasında bir bağ kurmaktan kaçınacaklardır; zaten böyle bir ilişkiye gerek de yok. Amok’da her şey güncele dair.
AM – Arctic Monkeys
Sheffieldlı çocukların kariyerlerinde ciddi basamaklara tırmandıkları ilk albümle karşı karşıyayız. İlk LP’deki sertlik de kendine özgüydü; sonraki ise yakın gelecekte devam eden dağınık-umursamaz genel formda.
Yıl 2013 oldu ve artık Artic Monkeys’in kariyerini işleyen parçalar daha merkezi vuruşlarla yaklaşıyor. AM’den de bunu anlıyoruz. Do I Wanna Know, One for The Road, I Want It All ve I Wanna Be Yours gibi şarkılar LP’yi daha da ileriye taşıyor. 2007 çıkışlı Favourite Worst Nightmare döneminde kendisiyle yapılan bir röportajda “30’larıma geldiğimde bir rock grubunda olmak istemiyorum.” diyen Alex Turner, bu hedefin yalnızca 3 yıl gerisinde artık. Gerçi yakın geçmişte bu hedefi kovalamaktan vazgeçebileceğini söyleyen de yine Turner’ın ta kendisiydi. Şu an ki gidişat da ikinci açıklamayı doğrular nitelikte. İngiliz rock grupları arasında ismi liste başına çekilen isimlerden biridir artık Arctic Monkeys. AM’ de bu liste başı durumunun en güncel kanıtıdır.
BE – Beady Eye
Oasis artık yok ve Liam’ın ılımlı geri dönüş sinyallerine rağmen Big Brother Noel’in “Ben yokum.” minvalindeki son açıklamalarıyla bir süre daha -en azından What Story Morning Glory LP’sinin 20. yılına dek- Oasis’in bekletmeye devam edeceğini söyleyebiliriz.
Beady Eye ise; Noel’siz bir Oasis’e tekabül ediyor. Ağabey Gallagher haricindeki tüm üyeler burada. Liam, Gem Archer, Andy Bell, Chris Sharrock ve 2013 itibari ile Kasabian’dan transfer edilen Jay Mehler. Yine de bir post-Oasis topluluğu değil Beady Eye. Bir anlatısı var; kendine özgü sözleri ve etkileyici yakın geçmişinden sıyrılma çabaları… İlk LP 2011 yılında çıkageldiğinde yaftalardan kurtulmaları pek kolay olmamıştı; fakat bu defa daha kendinden emin adımlarla çıkageldiler. Flick of the Finger, Soul Love, I’m Just Saying, Shine a Light, Start Anew gibi şarkılar da bu bağımsız gücü onlar adına haykırıyor. 40’larına gelse de Liam’ın vokali hala 1994’ün kıyılarında. O Liam ki; hala ayakta!
Victim of Love – Charles Bradley
İdolü sorulduğunda: “Elbette James Brown.” cevabını veriyor hiç düşünmeksizin. “O da benim gibi çok acılar çekmiş, o da benim gibi hayatın güçlükleriyle yaşamak zorunda kalmış ve evet, kendimi en çok O’na yakın hissediyorum.” diye de ekliyor Bradley bir röportajında.
1948 doğumlu Charles Bradley müzikal kariyerinde yalnızca iki stüdyo albüme sahip. 2011 çıkışlı No Time for Dreaming ile ilk LP’sini yayımlayıp güçlü geri dönüşler almıştı ve bu yıl içinde de ikinci stüdyo atağını Victim of Love ile gerçekleştirdi. 1950 ve 1960’lardaki nefesi iç ediyoruz bu şarkılarda ve “siyahî gırtlağı” tanımına bizzat çekiliyoruz. Funk ve soul’un en safi haliyle üstelik 2010’larda yeniden karşılaşmak, Victim of Love’ın her anı boyunca mümkün hale geliyor ve elbette buradaki müzikal tavır 50 yıl öncesine ait rafların tozunu anbean siliyor.
Dream Cave – Cloud Control
Cloud Control’le tanışmamı, geçtiğimiz aylarda yayımladıkları Dream Cave adlı LP’yle karşılaşmama borçluyum. Bu albümün şarkı listesiyle kurduğum bağı hala tam anlamıyla koparamadım. Çalışmanın her bir adımı birbirini o denli genelliyor ki; dikkatinizi sahiplenen tek bir vuruya dahi tekil açılarla yanaşamıyorsunuz. Ardından, süratle grubun 2011 çıkışlı ilk albümü Bliss Release’e ve geriye kalan EP ataklarına yoğunlaştım. Şu kadarını söyleyebilirim sanırım: Avustralya merkezli topluluğun tınılarında ana ritme boğulmuyorsunuz; mevcut derinlikte, eklemesiz soluklanmaya devam ediyorsunuz.
Dream Cave; etrafı sularla çevirili bir ülkenin, görece uzakta kalan bir anakaranın dehlizlerinde netleşen bir anlatı. Scar, Scream Rave, Dojo Rising… Indie’nin çıkış ülkesine dikkat çekercesine, Dream Cave’in kimi anlarında betonvari bir gökyüzü yaratılıyor. Cloud Control; dünyanın ücra köşesindeyken, merkezin bulutlarını sahipleniyor.
Bekir Özgür Aybar