Y Negative ile Söyleşi: “Terapi Gibi”

Taptaze elektroakustik doğaçlama beşlisi Y Negative, ilk teklileri “Injuria”yı geçtiğimiz günlerde Extremophile etiketiyle yayınladı; ilk albüm Therapy Next de ufukta. Biz hikâyelerine, yolculuklarına dair aklımıza takılanları sorduk; davulcu/prodüktör Kerem Altaylar grubun adına yanıtladı.

Tanışma sorusuyla başlayalım: Y Negative nedir, kimlerdir, nasıl bir araya gelmiştir? Kim grupta hangi görevi üstlenmektedir?

Kerem Altaylar: Y Negative, elektronik ve akustik öğelerin bir arada bulunduğu yarı doğaçlama müzik oluşumu. Beş iyi arkadaştan oluşuyor: Aylin (piyano), Berke (saksafon ve elektronikler), Kerem (davul ve prodüksiyon), Tuğrul (live coding, bas gitar ve visuals) ve Selim (gitar). Tanışmamız çoğumuzun hem performans olarak hem de organizasyon olarak emek verdiğimiz Algorave Istanbul vesilesiyle oldu. Monad, Ruuunt, Nightdive, Skinhopper ve benim kendi ismimle yaptığımız birçok performansımız oldu orada. Ruuunt provalarından birini Berke’yle birlikte dinlerken, grubun ortaya koyduğu live coding elektronikler ile gitar/vokal kombinasyonunu davul ve saksafon ile genişletip bir proje yapmak istedik. Zaten genelde beraber zaman da geçiriyorduk. Sonra bizim için terapi gibi geçen bir beş aylık pazar provaları süreci başladı. Tuğrul’un live coding ile oluşturduğu deneysel elektronikler üzerine jamlemeye başladık ve yavaş yavaş şarkılar pişmeye başladı. Bu sürecin sonlarına doğru Aylin de gruba dahil oldu ki grubun çehresi özellikle orada müzikal olarak değişti, armonik bir derinlik kazandı müzik. Oradan sonrası da konserlere kadar ilerleyen kayıt ve kompozisyon süreçleri… 

Y Negative ismi kimden çıktı, bir anlamı var mı?

İsim benden çıktı, Ruunt provalarında kafamda dönen muhtemel müzikten ve arkadaşlığımızdan, geçirdiğimiz vakitten ortaya çıkmış bir isim. 1990’lar sonu 2000’ler başı çocukluğunu yaşamış, internetin popülerleşmesi ve sosyal medyanın çıkışını en hızlı öğrenilen yaşlarda görmüş bir nesil olarak; üst ve alt nesillerle bir kopukluğun, anlaşılmazlığımızın olduğunu ve genel olarak toplumsal kabullerin içinde nasıl kaybolduğumuzu ve bunların psikoloijilerimizdeki karşılıklarını konuşuyorduk içerken hep. Yani bir anlaşılamayan sorunlar silsilesi ve fırlatılmışlık hissi, bunun getirdiği aidiyetsizlik ve yabancılaşma… Bu sebeple Y jenerasyonu olduğumuz için Y Negative (Y-) koyduk ismimizi. Bu farkındalık da üzerimizde bir felsefe, tavır ve müzikal bakış açısına dönüştü diyebiliriz.

Bir improv ekibi olmak hem birbirinizle ahenk içinde olmayı, hem de organize bir kaos hâlinde birbirinizin seslerini destekleyerek ortada olan şeye güç katmayı içeriyor. Hepinizin kendi enstrümanına hâkim olduğu belli, ama bir de toplu bir güçlü iletişim lazım böylesi dinamiklerde. Siz de az buz değil, beş kişisiniz. O uyumu ortaya çıkmak kolay oldu mu, yoksa pratiklerle mi gelişti?

Yukarıda bahsettiğim beş aylık süreçte bu iletişimin yaratılması gerçekten müzikal olarak alınacak en yüksek zevklerden bizim için. İlk aydan sonra üzerinden dolaşacağımız iki üç şarkının genel hatları belli olduktan sonra her seferinde daha farklı çalma durumu oldu bunlarda; ama bir şekilde çala çala daha oturaklı ve takip edilebilir akışlar ortaya çıktı. Bu workflow’un, çalış biçiminin, akışın içinde birinin farklılaşma cesaretini ve kendine güvenini görmek ve daha sonra diğer kişilerin de onu takip ederek, destekleyerek müziği sürdürmesi harika bir iletişim tecrübesi. Bu iletişimlerden çıkan sabit formlar da bu pratiğin son aşaması sanırım, performansı kolaylaştıran haritalar gibi düşünebiliriz. Özetle pratikle gelişen bir süreçti diyebiliriz. Bu pratiği biraz daha açacak olursam provaların kayıtlarını alıp evde onları dinlemek de pratiğin bir parçası.

Bu dinamik stüdyolardan sahneye aktarıldığında ortaya çıkan enerji sizce nasıl biçimlerde dönüştü? Karga’daki ve Blind’daki deneyimlerinizi nasıl hatırlıyorsunuz?

Müzikal olarak bir fark yok gibi çünkü albüm kayıtları dâhil hücum, hep beraber çalıyoruz. Albümdeki beş temel parçanın (ve totalde dokuz parçanın) hepsi hücum kaydedildi mesela ve nerdeyse edit yok üzerlerinde. Bu da sevdiğimiz ve üzerimize oturan bir yaklaşım oldu bizim için. Karga konserinde enerjimizin çok yerinde olduğunu düşünüyorum. Bu müzikal iletişimin içine, grubun felsefesinin ve tavrının içine dinleyenleri de aldığımızı hissettik. Görsel olarak da destekledik Tuğrul’un etkileşimli görselleriyle. Blind konseri de aynı şekilde enerjik geçti bizim için geri dönüşlerle birlikte. 

Dört ay arayla gerçekleşen ilk iki konseriniz geride kaldı. Bir yandan ‘çok şehirli’ bir ekipsiniz, bir yandan özellikle anaakım dışı gruplar için geçerli bir ‘mekan darlığı’ sorunu süregeliyor. Bu şartlar altında konser ayarlamak, size özellikle üstüne düşülecek bir mesele gibi geliyor mu? Genel kaygılarınız ya da stratejileriniz var mı yolun ilerisine dair?

Bu konuda açıkçası çok bir atılımımız yok. İki konserimizi de davetler üzerine verdik. Tek söyleyebileceğim albümün çıkışının üzerine ki sanırım 2025’in başları olacak bu, bir lansman yapmak istiyoruz, hepimizin ayrı ayrı act’leriyle de destekleyeceğimiz uzun bir gün olmasını istiyoruz. Bunun yanı sıra tekliflere ve management desteğine açık bir grubuz süreçte. 

İlk tekliniz “Injuria” çıktı, ilk albüm Therapy Next yolda. “Injuria” bizi bekleyen şeylere dair güzel bir fikir sunuyor mu, neler söyleyebilirsiniz şarkılarınıza dair?

Kesinlikle evet ve hayır. Genel olarak grubun soundu hakkında bir fikir sunuyor. Ama bir yandan da şarkıları yazış sürecimizden gelen farklı duygular ve fikirler var şarkılarda. 

Yine isim takıntımdan soracağım: Birçok müzisyen dostum için şarkılara isim vermenin zorlayıcı olabildiğini biliyorum, üstelik birçoğu bu konuda onlara fikir sunabilecek şarkı sözleri karalıyor. Enstrümantal müzik üreten bir grupta bu karar süreci nasıl gelişiyor? Örneğin albümün adını Therapy Next yapan fikirsel süreç nasıldı?

Çoğumuz adına bu konuda net bir cevabım var: Sözsüz müzik de büyük bir iletişim bizim için. Hatta bazen kelimelerle anlatamayacağınız daha yoğun ve kompleks hisleri aktarabilmenizi sağlıyor. Ama yani elektroakustik müzikten de aşina olduğum bir nokta var: Enstrümantal bir müziğe isim koyduğunuz zaman dinleyene bir yol gösteriyorsunuz, dinlerken hayal ederken şuradan gidebilirsin gibisinden. Grupta genel olarak provaları evde dinlerken veya alelade bir zamanda “Şu mu olsa ya?” diye isim belirlemeler oluyor. Çünkü şarkılar yazılırken şunu söyleyelim gibi bir başlangıcımız olmadı hiçbir zaman. Bir şeyler söylemeye başladık beraber, sonra da ne demişiz bakalım diye dinlerken çıkıyor isim. Therapy Next’i üç şekilde açıklayabiliriz: Birincisi beş aylık prova sürecini muhteşem anlatan bir isim, ikincisi grup ismiyle paralel sahip olduğumuz bir döngüsel felsefe, üçüncüsü yazım sürecinde oluşturduğumuz çalma listesinin ismi.  Bu vesileyle de ikinci single’ımızın ismini yazayım buraya: “Shorter than a Glimpse More than a Life”.

Instagram hesabınızda belli gönderileri açıklamada şiirler eşliğinde paylaşıyorsunuz. Onlar nereden geliyor? 

Ben yazıyorum onları, şiir olarak görmüyorum ama herkes öyle söylüyor. Fiziksel kopya sürecine geçtiğimizde hepsi dahil olacak press’e. Müzikal olarak yukarda bahsettiğim kompleks ve daha derin duyguları iyi yansıttığımızı düşünüyorum. Ama daha vücut bulmuş fikirlerimiz ve memnuniyetsizliklerimiz var. Özellikle toplum, aile, kapitalizm, etik ve birey gibi konuların çürümüşlüğüne bakıp derin bir iç geçirme hali diyebiliriz hepsi için. Onları yansıtmak için daha direkt bir şekilde kelimelerle iletişim kuruyoruz. 

Biraz işin live coding kısmına da değinelim mi, malum hâlâ birçok kişi için yeni yeni anlaşılan bir disiplin. Nasıl işliyor, Y Negative’in müziğinde tam olarak nasıl bir yeri var?

Beş üye de live coding yapıyor. Bu değişik bir ayrıntı gerçekten. Live coding bir performans biçimi. Önünüzde bir text editor açık, önceden hazırladığınız kodlar var sessel karşılıkları olan. Onları çalıştırıp kodu canlı olarak manipüle ediyorsunuz ve o şekilde elektronikleri kontrol ediyorsunuz. Bizim kodlarımız da generative. Yani belirli sınırlar içinde her seferinde farklı rastgelelikler var. Bunun zorluğunu şu anki hızlı tüketim için tasarlanmış ve evrimleşmiş müzik gerçekliğinin ve piyasasının içinde anlatabilmek çok güç. Ama şunu söyleyebilirim, generative doğa ve sınırlı rastgelelik bizim bir karakteristiğimiz olsa da coding pratiğini bu öğeleri koruyarak performans için daha risksiz bir metoda çevirmeyi de düşünüyoruz. 

Birlikte sesler çıkardığınız anlardan rastgele üç güzel anı paylaşabilir misiniz?

Birincisi prova ve yazım sürecinin sonunda Aylin’in müziğe katılması ve şarkıların o hâllerini dinlememiz. Onsuz hâline göre dinlediğimiz şeyi beraber tecrübe edince inanılmaz bir his yaratmıştı hepimizde, şahsi fikrim çok derinden dokundu müziğe.

İkinci aklıma gelen, en son yazdığımız ve Blind’da çaldığımız son parçanın bitişinin ilk kez çalınışı. Konserde çaldığımızın yaklaşık dört katı uzunluğunda bir kreşendo ve climax… Eriten bir ses duvarına dönüşmüştü stüdyoda o uzunlukla.

Üçüncüsü de şarkıların bazen provalarda ulaştığımız, dinleyenlerin hiçbir zaman ulaşamayacakları orijinalinden aşırı farklı halleri ve onların hafızamızdaki yerleri. Örnek vereyim, Berke’nin açık doğaçlama saksafon çaldığı bazı kayıtlar var provalardan elimizde; dinlerken gerçekten aklımız çıkıyor. Müzik yapma biçimimizde çok sevdiğimiz bir özellik bu, hiç ummadığımız bir yerde çok çok farklı bir yere doğru gidebiliyoruz.

Streaming platformunuzun geçmişinize göz attığınızda karşınıza çıkan son üç şarkı nedir?

Ortak çalma listemize eklenen son üç parça:

Jojo Mayer – “To Listen is to Love” 

Hidden Orchestra – “Revival”

Skalpel – “Konfusion”