Post-punk deryalarında yılın ilk bomba albümü İsveç’ten geldi. Tabi önce o post-punk’ı biraz açmak lazım: Spesifik bir etikete sığmayan Welfare Jazz‘de yeri gelince saksafonlar cirit atıyor, yeri gelince 50’ler ABD’sinde bir rockabilly kulübüne ışınlandığımızı düşünüyoruz. Buradan yola çıkarak Viagra Boys‘un erkenden kendi seslerine ve üsluplarına sahip kült bir ekibe dönüşmekte olduğu sonucuna varabiliriz. Grubu var eden enerjide Idles tavizsizliğinden The White Stripes eşlik edilebilirliğine, Wire çiğliğinden Johnny Cash yalnızlığına uzanan bir akrabalıklar ağının olması, albümün çok yönlülüğüne ilişkin ipucu sunuyor kuşkusuz.
Prodüksiyonunda garage rock estetiğinin hakim olması, Welfare Jazz‘ı hayli kirli ve serseri bir kimliğe büründürüyor. Hatta bu estetik adeta bir filtre gibi kullanılarak krautrock, caz gibi başka nice tarzın birbiriyle ahenk içinde akmasını kolaylaştırıyor. Bir videonun yeri gelince siyah beyaz, yeri gelince sepya filtrelendirilmesi bir devamsızlığa yol açabilirdi; Viagra Boys ise tek bir filtre ile ilk bakışta imkansız görünen bu janra kardeşliğini mümkün kılıyor. “To The Country“de Nick Cave‘i, “6 Shooter“da Can‘i, “Toad“da Iggy Pop‘u duyup buna rağmen bir tek sanatçının eserini dinlediğiniz düşüncenizi koruyabilmemizin sebebi hikmeti de bu olsa gerek. Welfare Jazz tüm kahramanlarını ve dostlarını kaosun merkezine itekleyip kalabalık ama asla çığrından çıkmayan bir western punk partisine dönüşüyor.
Avrupa’da solcu-kovboyculuk oynayan bir ekibe kulak vermek istiyorsanız Viagra Boys’u es geçmeyin. Son durağın Tennessee olduğu “In Spite of Ourselves“e kavuşana dek vaktin nasıl geçtiğini anlamayacak, çok yüksek ihtimalle 100 grubu aynı anda dinleyebildiğiniz için kendinizi şanslı hissedeceksiniz.