Bizim memleketin indiecisine grup beğendirmek zor zanaattir. Bununla beraber, sevdik mi de tam severiz, ölümüne severiz! Muhtemelen en sıkı The Black Heart Procession hayranları bu ülkededir söz gelişi; bir yığın biz, California’nın bağrından çıkmış bu grubun “It’s a crime I never told you about the diamonds in your eyes” dizesiyle meşhur şarkısının peşinden -haklı olarak- sürüklenip gitmişizdir yıllardır. Benzer şekilde; cismi The Black Heart Procession’a, ismi bize yakın coğrafyadan bir başka grup da bu toprakların indie damarları tarafından kabul görmüş, rüştünü ispat etmiştir: Beirut.
Üzerinde birleşilmiş bir ‘iki kere iki dört’ müdür bilemem ama genel eğilim, yazarken bir yandan da konu ettiğiniz grubun bir kısım eserlerini dinlemektir. Amma velakin, bunu iş Beirut’a geldiğinde denerseniz, kendinizi, rengi sizin ya da eski kiracının zevki ya da zevksizliği neticesinde seçilmiş boş duvara bakakalmışken bulabilirsiniz. O duvar artık bir duvar değil, Beirut’un müziğinin sesinin geldiği yerdir; bu şartlar altında yazmak da mübah değildir.
Beirut hakkında yazabilmek için Demet Akalın (Her zamanki gibi; Melekler İmza Topluyor ft. Alişan) açıyor ve yazmaya devam ediyoruz. Beirut, ukulele, trampet, çello, davul, flugelhorn, perküsyon, mandolin, trombon, akordiyon, glockenspiel’le bezenmiş çok sesliliğine paralel olarak kalabalık bir ekipten oluşsa da elbette akla gelen ilk isim, grubun kurucusu Zach Condon(Solo proje olarak başlayıp gruba evrildiğini belirtmekte fayda var). Zamanında bilime eğilmiş olsa Nobel Fizik Ödülü, salt yazma işine eğilmiş olsa Nobel Edebiyat Ödülü alabilecek, 1986 değil de 1946 doğumlu olsa Beatles’a beşinci olabilecek pırıltıda bir beyne sahip, Alex Turner’ın (Arctic Monkeys, The Last Shadow Puppets, Submarine film müzikleri) yaşıtı ve Atlas Okyanusu’nun karşı kıyısından olanı- kısaca. Her notası yürek yakan, Balkanlar’dan gelen soğuk ve yağışlı havanın asıl ve asil karşılığı Gulag Orkestar’ı sadece 19 yaşındayken yapmış olması, Condon’un tekinsiz kişiliğinin göstergesi. 17 yaşında Avrupa’yı turlayıp havasını bu derece teneffüs edebilmiş olmak, ancak bu şekilde açıklanabilir!
Balkan Folk, Dünya Müziği, Boban Marković, Goran Bregović derken, bilumum methiyeler düzülebilir bu adama ve ortaya çıkardıklarına; bu olgunluğa nasıl eriştiğiyle ilgili uzun uzun araştırmalar, derlemeler yapılabilir. Ama zaman şimdi günümüzün gerçeklerinden kısaca bahsetme zamanı.
Sadece 6 senelik bir maziye sahip Beirut, bu kısa süreye üç adet stüdyo albümü, beş adet de EP sığdırmayı başardı. 2007 tarihli The Flying Cup’la bizlere evlerimizde Fransa keyfini yaşattıktan sonra, geçtiğimiz yazı da The Rip Tide ile dalgalandırmayı başaran Condon ve arkadaşları, albüme ismini veren parça için, Houmam Abdallah tarafından çekilmiş, sade ama şarkıyla bütünleşmeyi başaran bir video yayınladılar. Beirut’un, albüm kapaklarına da yansıyan o eskitilmiş nostaljik halleri, bu kez yerini fırtınaya tutulan ama batmayan bir yelkenliye bırakıyor Condon’un her zamanki yanık vokalinin etkisi altında. Pink Floyd’un ‘Home home again, I like to be here when I can‘ diyen Ay’ın Karanlık Yüzü’ndeki şarkısına selam verircesine Ay’dan hız alan The Rip Tide/Gel-git Akıntısı, Condon’un ‘ev’le ilgili hislerini paylaşıyor.
The Rip Tide, albüm olarak, Beirut’un imzası niteliğindeki Folk kanallarından bir miktar uzaklaşmış olmakla birlikte, Zach Condon’un şarkı yazma yeteneklerini geliştirdiğini, kendini tekrarlamak istemediğini açık ediyor. 21 Eylül’de İstanbul Kuruçeşme Arena’da tuzlu fıstık kıvamında bir konser verecek olan Beirut’un bir sonraki albümünün yönünü tahmin etmek ise zor. Malum; Condon’un Realpeople adını verdiği bir de elektronik projesi var- The Rip Tide’da indie-electronic’e yumuşakça göz kırpan sesler, folktan uzaklaşmanın işareti mi, onu da bekleyip göreceğiz. Her ne yaparsa yapsın, Zach Condon, içindeki olgun ruhla bir yolunu bulup ukulelesini -ya da her ne çalıyorsa onu!- bizlere dinletmeyi başaracaktır.
Amerika-Orta Doğu-Türkiye şeytan üçgenin fitili bir kez daha ateşlenmişken, bizler 2003 yılında Irak’a asker göndermeyerek yaptığımız hatayı(!) -eh artık bari bu kez tekrarlamayarak- emperyalist güçler ana-sınıfına(!) girmeye heveslenmişken(!) ve bu kadar da yaklaşmışken(!), Condon’un ve bu genç ve yetenekli adamların yaptıkları müzik, kendilerine verdikleri isim, geldikleri topraklar (New Mexico, A.B.D.), beslendikleri coğrafyalar gelecek için hala bir umut olduğunu, aynı dili konuşabileceğimiz güzel insanların şükür ki tükenmediğini gösteriyor belki de; tadını çıkaralım.
Emre Yürüktümen