Naci Oğuz’un müziğiyle ilginç bir rastantı sonucu tanıştım ve o zamandan beri birkaç ay önce çıkan Kirpi İkilemi, tekrar açıp açıp dinlediğim bir albüm haline geldi. Kirpi İkilemi perdesiz gitarın dinleyiciyi büyülü bir dünyaya çekip, orada sözcüklerin ifade edemediği hikayeleri anlattığı, kısaca ruhun dilini konuşan enfes bir albüm. Oğuz, üzerinde iki seneden fazla çalıştığı bu albümde etnik atmosferik caz-fusion tınılarıyla toplumsal karmaşıklıkların katmanlarını soyup, insan bağlarını ve kopuşlarını gün yüzüne çıkarıyor. Bu güzel albümün yaratıcısıyla lafın lafı açtığı ve birçok konuya değindiğimiz keyifli bir sohbet ettik.
Merhaba Naci, hemen yeni albümün için tebrik edip akabinde sorayım, nasıl keyifler?
Teşekkür ederim. Son dönemde ortak hayat dertlerinin dışında fena gitmiyor diyebilirim.
Genelde bir albümün çıkışı dinleyicinin düşündüğünden fazla zaman alabiliyor. Sen de Kirpi İkilemi’nin çıkmasını bir süre bekledin. Bu süreçte önden birkaç tekli yayımladın, ama büyük günün hisleri bir başka olmalı. Bu bekleme sürecini ve albümün çıktığı ilk günkü hislerini bizlerle paylaşır mısın?
Tabii ki. Albümün çıktığı gün özelinde çok özel duygular doluydu, ama işin başka bir boyutu da var tabi. Albümü yayımlaması iki buçuk sene gibi bir süremi aldı. Besteleri 2020 yılında yazmaya başladım ve 2021’de bitirmiştim aslında, ancak kafamda bir sürü soru ve belirsizlikler vardı: “Bağımsız mı yayınlayacağım, nasıl olacak bu iş? İnsanlara nasıl ulaşacağım?” gibi. Daha önceki gruplarda (Develer) yayınladığımız müzikler var tabi, ama o bir grup işi olduğu için ilgilenmek durumunda kalmadığım bir sürü konu vardı. Kalabalık olmak, görevleri paylaşmak bu anlamda çok yardımcı oluyordu. O yüzden bir sürü şey zorladı beni, bir yandan da kendimi daha iyi tanıdım bu şekilde. Biraz iş yaparken de takıntılıymışım ve hem sabırsız olup hem de hızlı kararları almakta kimi zaman zorlanıyormuşum. Yaptığım müzikleri de bu süreçte o kadar çok dinledim ki bestelerin duyumu ister istemez biraz değişti benim için, o ilk başlardaki parıltısı da bu işlerle uğraşmaktan biraz kayboldu. Yıllardır hayal ettikten sonra bu benim ilk albümüm olacak diye her adımı çok önemsemiştim. Bu albümü yayınlandıktan sonra bir sistemin içine gireceğim ve benim için bir şeyler değişecek mi diye düşünüyordum. Şimdilik pek öyle olmadı ama yine de benim için çok önemli bir dönem oldu, birçok öğretisiyle beraber.
Bir yandan da sosyal çevremde bir albüm yayınlayacağım diyerek iki senedir konuşuyordum. İnsanlar da ne zaman çıkacak diye sorup duruyordu bir süredir. Yayınlamaya hazır olduğum döneme gelince ve bir çıkış tarihi belirledikten bir süre sonra da bir deprem felaketi yaşadığımız için ertelemek durumunda kaldım, öyle hissettim yani. Sonra seçim geldi derken, normalde şubat ortasında yayınlayacağım albümü 28 Nisan tarihine ertelendi.
Albümünü yazarken yaşadığın kişisel çıkmazlar ve ikilemlerden dolayı “Kirpi İkilemi” ismini seçtiğini öğreniyoruz. Güzel bir metafor; hepimizin hayatımızda sıklıkla karşılaştığı bir durum. Ben bundan iyi niyete karşın karşılıklı acı çekmeden bazı şeylerin başarılamayacağını anlıyorum. Albüm kapağında da yüzleri kadın ve erkek, saçlarından birbirlerine bağlı iki kirpi bir saksıda bulunuyorlar. Sanki ikili ilişkilerdeki çatışmalara işaret gibi. Albüme ismini veren bu dilemma nereden geldi aklına, biraz anlatır mısın?
Zor bir süreç yaşıyordum hayatımla ve ilişkilerimle ilgili, 2019-2020 yıllarıydı; biraz kendi içime çok döndüğüm, hayatımdaki birçok insanı, rolleri farklı bağlamlarda düşünmeye ve incelemeye başladığım. Yaşadığım ilişkilerdeki çıkmazların üstüne gitme çabasıyla yola çıkıp tüm hayatımı gözden geçirdiğim bir süreç yaşadıktan sonra da pandemi geldi. Tam bu zorlu ilişkileri çözümleme ve yeniliklere açılabileceğim noktada bir anda hayat durunca içimde ciddi bir öfke ve üzüntü büyüdü. İşte bu zamanda albümü yazmaya başladım, çünkü tek çare evde bir şeyler kaydetmek ve loop’lar yapmaktı. Bu yüzden albümü bir yandan bir terapi defteri gibi görüyorum. Örneğin “Abdal” parçası biraz annemle yaşadığım ilişkinin ve annemin varoluşunun bana getirdiği şeyleri tarif ediyor. Aynı zamanda onun köyündeki ve o bölgedeki müzisyen bir topluluğun ismi, Yörük ve çadırlarda kalan. ‘’Kirpi İkilemi’’ parçası ise biraz daha o dönemki ikili ilişkilerimde kendimde gördüğüm çıkmazlar ve bu durum ve ilişkilerin acıtan yanlarıyla ilgili.
Albüm gibi bazı parçaların ismi de ilginç geldi bana; “Saabı”, “Jakob” ve “Tabi” gibi. Özel değilse bu parçaların ismini nasıl seçtiğini sormak isterim.
İşin aslı biraz ilginç. Parçaların isimleri miks aşamasına gelindiğinde bile hala konulmamıştı. “Loop 3, Loop 4” gibi isimler vardı eski demolardan kalan. Hikayeleri vardı ama isimleri sonradan koydum. O da şöyle oldu: Miksi yapan arkadaşım (Emir Özgören) ile miks dönemi çok şey paylaşiyor ve sohbet ediyorduk. Ona bu albümü yazma sürecindeki hikayelerden, yaşadığım ikilemlerden bahsettikçe bana Neon Genesis Evangelion isimli bir animeden bahsedip belli bölümler izletti. İlk bölüm de bu “kirpi ikilemi” metaforunu anlatıyordu. Emir de benim, bizim durumumuzun buna çok benzediğine söyleyince inanılmaz etkilendim ve bunun albüm için mükemmel bir isim olduğunu hemen hissettim. Çok hızlı da içselleştirdim. Emir Özgören albümün isim babası diyebilirim. Bütün parçaların hikayesi ve ismini de aile, arkadaşlar, benlik çerçevesinde olan hayatımız ve müzikle olan ilişkimi temsil edecek şekilde dört kategoriye ayırdım aslında ve toplamda 8 parçayı ikili olarak dağıttım her kategoriye. Mesela “Saabı” arkadaşlık kategorisinde. Bizim üniversite döneminde oluşan arkadaş grubumuzun kendi jargonunda önemli bir kelime bizim için. Aslında “hesabı”dan geliyor. Ama artık birbirimize “Saabı, ne yaptın?” falan dediğimiz bir noktadayız. Bazen dönercide falan “Çay içer miyiz saabı?” gibi de olmuyor değil. “Jakob” da Jakob Bro isimli Danimarkalı bir gitaristten geliyor. Su gibi duru bir müzik yapıyor kendisi. Kirpi İkilemi’ni yazarken Bro’nun bir albümünü defalarca dinliyor, hatta bazen onun gibi çalmaya çalışıyordum. “Jakob” da öyle bir parça; bir müzisyenin veya bir insanın başka bir müzisyen veya insanda nasıl bir destek alanı olabilmesi ile ilgili özellikle. Onun kullandığı akor basma şekillerini kullanıp, oluşturduğu ses dünyasına yakın olabilecek noktalarda kalarak ona da bir selam vermek istedim, diyelim.
Biraz daha senin müzik geçmişinden bahsedecek olursak, ergenlik döneminde metalle başlayıp henüz 18 yaşını doldurmadan Berklee’de bir yaz kampına katıldığını, ilerleyen dönemde ise Erkan Oğur gibi usta isimlerden eğitim aldığını öğreniyoruz. Müziğin hayatındaki şu anki yerini bulma sürecini, metaldan caz fusion ve etnik türlere geçiş dönemini bir de senden dinleyelim isterim.
Gitar çalmaya başladıktan sonra 10. sınıfta aileme “Ben hayatımı müzik yaparak kazanmak istiyorum” demiştim. Onlar da sağolsunlar o kapıyı bana açtılar adım adım. O zamanlar Pentagram’ın vokali Murat İlkan’dan şan dersi alıyordum, çünkü hedefim aynı zamanda iyi çalıp söyleyen bir frontman olmaktı. Murat İlkan bana “Disiplinsiz bu işe girme, bak bir sürü rock yıldızı bile akademik yollardan geçmiş! Berklee diye bir yer var, en azından yaz kampına falan gitmeyi dene.” gibi sohbetlerimizde yol gösteren şeyler söylüyordu. O dönemin döviz kuruyla da finansal olarak karşılanması daha mümkündü ve 35 günlük bir süre için gittim. Dünyadaki benimle az çok aynı seviyede olan yaşıtlarım nerelerde, ne yapıyor, neler hedefliyor görmek açısından çok güzel bir öğrenme deneyimi oldu. 4 hafta sonunda final haftasında bir ensemble ile aldığımız provaları çalacağımız bir etkinlik vardı. Babam inanılmaz bir şekilde her şeyi ayarladı ve bunu izlemek için vize aldı, kalkıp geldi. Hâlâ dönüp bakınca bu duruma gülümsüyoruz. Geldiğinde hem hocalarla tanıştı, hem de o ortamı görünce çok etkilendi ve hayatımı müzikle kazanabileceğime biraz daha ikna oldu sanırım. Bu şekilde kariyerimle ilgili konular da biraz daha çizgisine oturdu.
Erkan Oğur’la tanışmamda da iki ismin etkisi var. Biri ilk gitar öğretmenim, aynı zamanda şu an luthierlik yapan Uğur abim. Kendisinin çıraklık yaptığı atölyeye Erkan Oğur gelip gidiyormuş o dönem. Uğur abi bana dedi ki “Oğlum onu bunu geç, Erkan Oğur diye bir hoca var, onu dinlemeli, keşfetmelisin, ufkunu çok açacak.” Bunu duyduktan sonra yavaş yavaş Erkan Oğur’u dinlemeye başladım ve daha sonrasında aslında öncesinde de ne kadar çok dinlediğimi ve aile tarafından bana küçük yaşlardan itibaren dinletildiğini fark ettim. 🙂 Bir dinleyici olarak ilginç bir yeniden buluşmaydı. Aynı zamanda Berklee’ye gittiğimde yan odamda kalan inanılmaz bir müzisyen ve davulcu olan arkadaşım Mehmet Ali Şimayli ile tanıştım. Berklee’de bir gün tüm olan bitenden sıyrılıp, rakı içip Erkan Oğur dinleyerek yoğun günler geçirmiştik. Mali bana hocayla ilgili bir sürü şey anlatıyor, dinlerken “Bak şu notayı duyuyor musun, bunu şurada Bülent Ortaçgil ile kaydetti.” gibi bilgiler paylaşıyordu. Bende de durum etkilenerek birikiyordu. İkimiz de Türkiye’ye döndüğümüzde bir gün Şirince’deki Erkan Oğur’un müzik atölyesi karşımıza çıktı. Bunu duyar duymaz hazırlıkları yapıp o kampa gittik. Çok özel bir deneyimdi. Üçer saatten günde iki kere hocayla ders yapma fırsatımız vardı. 10 – 20 kişi civarıydık ve bütün o çalışmalar, bilgiler, antrenmanlardan sonra hoca kendisi çalarken birini işaret edip ondan eşlik etmesini istiyor, sonra bir diğerini işaret edip ona solo çalmasını söylüyordu. Hocanın akor yürüyüşlerinin üzerine çalıyorduk biz de. iki sene üst üste bu kamplara katıldıktan sonra Kadıköy’de bu atölyenin kurslara bölünmüş bir şeklini yapmaya başladı. Ona da yaklaşık 4 ay kadar gittim. Özel bir ortam vardı ve gerçekten çok şey öğreniyorum kendisinden.
Peki diyelim ki bir şekilde bir arkadaşı Berklee yıllarındaki o Naci’ye 2023’te çıkan Kirpi İkilemi albümünü dinletti. Sence tepkisi ne olurdu?
Muhtemelen ilk önce gülümserdi ve açıkçası biraz da şaşkınlık duyardı diye düşünüyorum. O yaşlarımda dinlediğim müzikleri, çalımımı ve bilgi dağarcığımı düşününce 25 yaşımda böyle bir albüm yapacağımı hayal etmek bile çok zor olurdu sanırım. 🙂
Facebook sayfanda “Life Event” olarak 2011’de elektrik gitara başladığın yazıyor. 🙂 Peki perdesiz gitara geçiş nasıl oldu?
Evet. (gülüyor) Perdesize geçiş 2015-2016 yıllarının yazında gittiğim kampta başladı. Az önce bahsettiğim Uğur abi bana bir bu kampa gitmeden önce bir perdesiz gitar emanet etti çok sağolsun. O gitar sonra bir süre bende kaldı. O da elimden çıktığında çok geçmeden Uğur Elcik’in yaptığı yeni bir perdesiz gitar da edindim. Elektrik gitara başladığımdan bir 4-5 sene sonra perdesize başladım diyebilirim. Başta çok zor geldi, hâlâ da zor geliyor açıkçası. Kendimi dinlediğimde daha çok çalışmam gerektiğini açıkça duyuyor ve görüyorum.
DAW’ları çıkışından beri özellikle Ableton sonrası günümüz müzik üretiminde yazım, aranjman, kayıt, prodüksiyon, miks gibi alanlar birbiri içine geçmiş durumda. Eskiden olduğu gibi bir hiyerarşi söz konusu değil ve sınırlar bulanık. Bu albüm özelinde ve genel bir bitmiş müzikal ürün üretiminde senin bu duruma bakış açın nasıl?
Evet bu güzel bir soru. Ben de demoları kaydederken Ableton kullandım bu albümde; davullardan elektronik aranjmanlara, ses dizaynından miksine kadar iç içe ilerledi demoların üzerinde çalıştıkça besteler. Demoları arkadaşlara gönderdikçe ve onlardan geri dönüşler aldıkça iş daha hızlı ilerledi. Kendi deneyimime bakınca demoları o kadar çok dinledim ki, esas performansa ve kaydetmeye geldiğimizde her noktada “Abi demolara sadık kalalım.” tadındaydım. Bu durum bana kayıt ve miks sürecinde ihtiyacım olmayan bazı sınırlamalar getirmiş olabilir diye düşünüyorum. Müzikal bir ürün üretimindeyken ürettiğimiz işi dışarıya pazarlama noktasına gelince günümüz dünyasında işler biraz karışabiliyor. Bu yüzden üretimden yayımlama sürecinin içine kadar olan akışa biraz güvenmek ve kontrol edemeyeceğimiz şeyler olduğunu hatırlamak gerekiyor sanırım.
Albümdeki tüm parçaları sen yazdın, ancak kayıtta önceden de tanış olduğun birçok müzisyenle birlikte bir sound oluşturdunuz. Bu süreç nasıldı? Sadece notaları göndermekten ziyade provalarla bir çeşit kimya sağlanmış gibi duyuluyor albümde. Diğer müzisyenlere ne kadar bir özgürlük alanı bıraktın mesela?
Evet. Aslında bir noktada ben bu albümde gerçek davul kullanmamayı da düşünüyordum. Bana daha fazla iş olacaktı belki, çünkü yine gerçek gibi duyulması gerekecekti ama yine de düşünüyordum açıkçası. Sonra aynı zamanda hayranları da olduğum davulcu ve basçı arkadaşlarım Atakan Türkan ve Barış Dağhan’a ulaştım, kendilerine demoları dinledikten sonra bu parçaları çalmak istediklerini söylediler. İçimde her ne kadar esas materyale büyük ölçüde bağlı kalma gayesi olsa da katılımları ile beraber yeni dokular, sesler ve dinamikler oluştu ve kesinlikle albümün tadı bambaşka oldu. Bir örnek olarak ‘’Kirpi İkilemi’’ adlı parça bir kontrbas arpeji ile bitiyor. O bölüm, albüm kayıt sırasında o an çıktı ve parçanın bitiş anına öyle yakıştı ki, sonrasında hiç dokunma gereği bile duymadık. Bunun dışında da bu arkadaşlarım çok güzel süslemeler, partisyonlar ve fikirlerle işin içinde bulundular. Beraber çaldıkça, konuştukça parçalar biraz ruhlarını kazandı gibi oldu. Miks sürecinde Emir Özgören de parçalara çok önemli dokunuşlar yaptı. Yani sadece bir ay kadar beraber çaldık belki, ama bunun yanında birlikte çok güzel zaman geçirdik; yedik, içtik, sohbet ettik. Bunlar da bir kimya oluşturmakta önemli rol oynadı.
Eğer önümüzdeki bir ay boyunca sadece bir parça dinleyebilecek olsan bu hangisi olurdu?
Bryan Blade’den “Until We Meet Again.“
Albümde her parça birbirinden güzel, ama benim için bazıları diğerlerine göre biraz daha ön plana çıkıyor. “Tabi” ve “Paraşüt” gibi. Bunları ilk dinlediğimde “Aa tam benim çalmaktan ve dinlemekten keyif alacağım bir parça bu.” dedim, tonuyla atmosferik yapısıyla temposuyla vesaire. Senin için durum nasıl, favorilerin var mı?
“Saabı” ve “Abdal” şu dönem favorim diyebilirim.
Kirpi İkilemi sevdiğin bir filmin soundtrack’leri olsaydı, bu hangi film olurdu?
Film kültürüm de pek yoktur açıkçası ve izlediğim filmleri de pek hatırlamam. Ama Türk yapımı bir filme daha iyi gideceğini düşünüyorum. Çok sevdiğim bir film olduğundan değil ama, mesela Nuri Bilge Ceylan’dan Ahlat Ağacı’na yakışabilirdi belki albümüm. Dokusu benim müziğime uyardı gibi geliyor.
Kırmızı minik bir Roland Cube ile çektirdiğin eğlenceli bir fotoğraf var. Albümdeki elektrik gitarları onunla kaydetmediğini düşünmek istiyorum, öyleyse de helal olsun! Biraz kayıttaki ve konserlerdeki gear’ından bahsedelim mi?
Aslında bazı parçaları onunla kaydettik, evet. 🙂 Mesela “Paraşüt”’ün solosunda üst üste farklı derinlikte iki gitar tonu var. Öndeki ton küçük Cube ile kaydedildi. Onun dışında bir de Peavey amfim var. Ondan aldığımız kayıt biraz fazla yırtıcı gelmişti. O yüzden Cube’den aldığımız sesi önde tutarak iki amfiyi beraber yedirdik.
Gitar olarak da bir tane 99 yapımı Squire gitarim var. Bu da bana kuzenim gibi birinden bir hediye aslında. Komik olduğu icin anlatayım bu hikayeyi. Ben aslında ebemi tanıyorum (gülüyor). Annem bir dönem hastanelerde çalışmıştı ve ebemle bu sayede 25-30 yıllık yakın arkadaşlar. Onun oğlu Deniz Abi de müzisyen ve birden fazla gitarı var. Ben gitara yeni başlarken Unkapanı’nda bir gitar arıyordum. Kötü kötü gitarları almaya doğru kaymışken o sırada Deniz Abi’yi aradım ve bana bu gitarı hediye edeceğini söyledi. İlk yıllarda bu gitari çaldıktan sonra bir süre çalmadım açıkçası. Bir Ibanez RG almıştım ve onunla epey zaman geçiriyordum, özellikle metal çaldığım dönemlerde. Ancak Ibanez bir noktada yetmemeye başlayınca bu 99 Squire’ı modifiye ettim. Floyd Rose ekledim, manyetiklerin hepsini değiştirdim, köprülerinden burgularına her şeyi değiştirdim. O dönem Guhtrie Govan çok dinlediğim icin biraz daha Charvel, hafif fusion, single humbucker sound’una çekmeye çalıştım gitarımı. Fena da olmadı açıkçası. O gitarı o zamandan beri o kadar çok çaldım ki benim için artık vazgeçilmez oldu. Elime başka gitar alınca yadırgıyorum. Mesela geçenlerde çok güzel bir PRS çaldım, “Ben yine de benimkini isterim.” diye düşündüm. 🙂 Yani albümde temel olarak hep bu gitarı kullandım. Uğur Elcik’in verdiği bir başka gitarı da kayıtta gitarları ikilemek* için kullandım.
Enstrümanına oldukça hakim biri olduğun için sana şunu sormak istiyorum: İyi bir gitar soundu yakalamaktaki en önemli etkenler nelerdir?
Vay be, abi bu sorular da… 🙂 Aklıma ilk geleni söyleyeceğim, açıkçası herkesin ihtiyacına hikayesine göre farklı açılardan cevaplanabilecek bir soru. Bence gitaristin kendisidir. Bilmiyorum, parmakta, vücutta, sağ ve sol elin birlikte nasıl haraket ettiğinde, tınlattığındadır yani. Tabi zamanlama ve enstrümanı tanımak ve dinlemek de çok çok önemli. Bunlar en önemli etkenler gibi geliyor. Bunu dışında genel olarak gain’i sonuna kadar açmamak, elektrik gitarı doğru şekilde susturabilmek, reverbe boğmamak, ekipmanlarımızı iyi tanımak, araştırmak gibi daha genel önerileri de söyleyebilirim.
Ufukta konserler olmalı. Seni nerelerde dinleyebiliriz? Naci Oğuz için bir sonraki basamak nedir?
İlk adımda İstanbul bazlı konserler hedefimde. Başta bir lansman yapmak istiyorum. Onun da iyi hazırlandığımız, albümü iyi bir şekilde çaldığımız ve sunduğumuz özel bir konser olmasını istiyorum. O yüzden konser işini çok hızlı gerçekleştiremeyebilirim, tarih veremiyorum şimdilik. Ama bu lansman yapıldıktan sonra bir çok şekilde düzenli olarak çalmak istiyorum albümü ve yeni parçaları. İstanbul’dan sonra Eskişehir, Ankara gibi başka yerler de düşünüyorum. Ancak atmayı en çok istediğim adım albümü Avrupa’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde çalmak. Albümün de buna müsait olduğunu düşünüyorum.
Zaman ayırdığın için çok teşekkür ediyorum. Kıyı okuyucusuna ve takipçilerine kapatmadan son sözün var mı?
Kıyı Müzik’i bir süredir biliyorum ve bence çok güzel bir oluşum. Türkiye’deki müzik dinleme alışkanlıkları ve bir şeyleri doğru tüketmekle ilgili tatlı ve yol gösterici bir yerde görüyorum. O yüzden aynen bu şekilde müziğe sarılıp devam edelim. Çok güzel bir alan bu. Türkiye’de bağımsız ve enstrümental bir iş yaptığında seni karşılayan çok daha az insan oluyor. Birçok bu şekilde müzik üreten değerli müzisyen arkadaşlar var ve işlerinin bir karşılık bulması çok değerli gerçekten. O yüzden Kıyı’da herkes ne yapıyorsa bu şekilde devam etmesini diliyorum ve çok teşekkür ediyorum bu sohbet için.
*İkilemek, Double Tracking: Gitar kayıtlarında sıklıkla kullanılan bir teknik. Aynı riffi iki farklı gitar ve/veya iki farklı amfiyle çalmak harmonik içeriği arttırdığından ve milisaniyelik gecikmeler sağladığından kayda genişlik ve derinlik hissi katar.