Söyleşi: Literally Anything Before Bros

Ankaralı riot grrrl / indie punk ekibi Literally Anything Before Bros, ilk albümü Gone Feral‘ı geçtiğimiz günlerde Venus Music etiketiyle yayımladı. Biz de gruptan Fulden’e ulaşıp hikâyelerini konuştuk.

Secondhand Underpants günlerinden başlayarak günümüze yönelelim, Literally Anything Before Bros’un hikâyesi nedir, nasıl kurulmuş ve ilerlemiştir?

Fulden: Secondhand Underpants’in 2020 yazında dağılmasının ardından davulcumuz Temmuz’un yurt dışında yaşaması nedeniyle son birkaç senedir birlikte çaldığımız Selenay ile beraber o dönem ve daha öncesinde yazdığım şarkıları çalmaya koyulduk. Pandemi dönemi olduğundan hayatımızda iş ve müzik dışında çok da bir şey yoktu. Haftalık provalarımız benim için büyük bir neşe kaynağı oluyordu; birlikte kimi eski kimi yeni toplamda 13 parçayı 6 ay gibi bir sürede tamamladık ve Ağustos 2021’de Ankara Deadhouse stüdyosunda kayda başladık. Mayıs 2022’de kaydını tamamladığımız albüm miksaj-mastering süreciyle beraber yıl sonuna doğru ancak son haline geldi. Yurt dışı label yazışmaları, klip çekimi vb. derken ilk albümümüz Gone Feral geçtiğimiz Temmuz ayının sonunda dijital olarak yayımlandı. Önümüzdeki ay da ABD menşeli Godless America Records aracılığıyla kasedimiz çıkacak. Selenay’ın bir sene önce kadar gruptan ayrılması ile beraber konserlere ve yeni çalışmalara Umay (The Great Dreamer/Emaskülatör) ve Volkan (Plein de Vie/Noise Nest) ile devam ediyoruz.

Uniteasia sitesi size “En İyi Grup İsmi” unvanını yakıştırmış, ben de kesinlikle harika bir isim olduğunda hemfikirim. Nasıl bir ortamda, anda ortaya çıktı bu isim?

Öncelikle teşekkürler bunu belirttiğin için, çünkü ben bunu kaçırmışım ve yazıyı şimdi gördüm. 🙂 Selenay ile adımız ne olabilir diye düşünüyorduk, önerdiğim birkaç seçenekten biri buydu, isme ikimizin de kanı ısındı. Daha önce sanırım sosyal medyada bir çıkartmanın üzerinde görmüştüm, “bros before hoes” söylemini ters yüz eden ve toksik bro kültürüne alaycı bir şekilde laf çakan bir slogan olarak. Kısaltması da laboratuvar ve labradorları hatırlatıyor biraz; bu çağrışımlarla laboratuvarda pişirdiklerimizi labrador coşkusuyla, bugün hâlâ bro dayanışması ile işleyen punk sahnesinin ortasına bıraktık.

Gone Feral albümünün hikâyesine, nasıl bir süreçte yoğrulduğuna da değinmeden geçmeyelim.

Bu albüm benim nezdimde bugüne kadar yaptığım en iyi iş diyebilirim. Bundan sonra daha iyisini elbette yapmak isterim–ki her kayıtta yepyeni şeyler öğreniyorum ve ne yaptığını daha iyi bilen ve anlayan bir insan haline geliyorum–ama o zamana kadar beni en yetkin ve güçlü hissettiren iş bu. Albümdeki şarkıların bir kısmını Secondhand Underpants için yazmıştım (“Homeboy”, “We’re Not Friends”, “Riot”, “Fuck Your Racist Borders”), ancak birlikte çalma fırsatımız olmadı –Coward hariç; onu birkaç konser çalmıştık. “Rust & Lament” sound olarak albümdeki en alakasız şarkı olabilir –bu şarkıyı 17-18 yaşlarındayken yazmıştım ve Secondhand Underpants ile çalmak istemiştim; ama grup arkadaşlarım tercih etmemişti. Bunların haricindeki şarkılar yeni. Bir de Mandy Moore – “Crush” cover’ımız var; bu şarkıyı da çocukluğumda çok severdim ve pandemi döneminde tekrardan sardırınca birlikte punk yorumunu yapmak istedik. Albümdeki şarkılar benim için genel olarak bir iyileşme sürecini anlatıyor; kalp kırıklıklarını bırakıp hayatıma devam etme hikâyesi diyebiliriz. Bu açıdan sözler bir hayli kişisel ve bazen bu konuda tuhaf hissediyorum. Sanki günlüğümü herkesle paylaşmışım gibi geliyor. Ama bir yandan da bunu kabul etmek gerekiyor, çünkü bir derinlik sağlıyor ve bağ kurmanın da önünü açıyor. Müzik benim için samimi bir paylaşım ve aynı zamanda da bir sağaltım yöntemi –kalbime dokunan yerlerden müzik yapmayı yeğliyorum. Bazı şarkıların duygusunda artık olmasam da onların da benim için bir gerçekliği vardı ve hatırlamak güzel. Hayatımdan geçen insanlar, biten arkadaşlıklar, ilişkiler şarkı oldular. Ayrıca ilk defa bir albüm kaydında bas çaldım, bu da ayrı bir şekilde heyecan vericiydi çünkü ben bas çalmayı çok seviyorum ve keşke hep bas çalsam.

Albüm kayıt sürecinizi aklında kalan üç spesifik anıyla destekleyebilir misin?

En güzel anım şu oldu: 21 Mayıs 2022’de son kez vokal kaydına girdiğimde her şeyi bitirir bitirmez benim bir anda telefonum çaldı. Açtığımda 4 aydır havalimanında kayıp olan kedim Salem’in bulunduğunu öğrendim. Stüdyodaki arkadaşlarla sarılıp sevinçten zıplamaya başladık. Bu albümün şansı buydu –bu yüzden de albüm Salem’in miyavlayışıyla açılıyor. Evde deneme vokal kaydı alırken de hep oynamak istediği için miyavlıyordu ve sesi her şarkıda oluyordu –Selenay’la bunu albüm kaydına da taşımak istedik. Bunun haricinde Secondhand Underpants’ten Ceren İstanbul’dan geldi ve Emaskülatör’ün eski basçısı Birce ile beraber back vokal kaydına girdiler. O gün kaydımızı yapan Ozan Yıldırım ile beraber adeta prodüktörlüğe soyundum ve çok eğlendim. Ortaya çıkan sonuç da sanki kreşten arkadaşlarımla kayda girmişiz gibi oldu –bu sayede daha da eğlendim. Birce ile The Hot Chick filmini çok sevdiğimiz ve albümdeki bu grrrl gang vokal olayını yansıttığını da düşündüğümüz için albüm girişinde ve bitiminde filmde el çırparak söyledikleri saçma tekerlemeyi kullandık, “Boys are cheats and liars” diye başlayan. Son olarak da “2020” şarkısında kendi kendime back vokal yaptım ve ilk defa bu kadar ince sesle söyledim –bu da albümün gizli sırrı çünkü kimse ben olduğumu anlamıyor. Normalde hiç bana göre bir şey olmadığı için bu kısımları yaparken Ozan’la gülmekten koptuk; epey bir süre beceremedim.

Kapak Fotoğrafı: Ahmetcan İmbatesen

Bu albümden ortaya çıkarması en kolay ve en zor iki şarkıyı seçecek olsan hangileri olurdu?

Benim için en kolayı “Twister” oldu –adeta aktı o şarkı. Akustik gitar alır almaz yaptığım bir besteydi ve sözler de cuk oturdu. Albümün en gaz şarkılarından biri oldu. Hissiyat olarak bana biraz Bratmobile’i anımsatıyor. En zoru ise “Fuck Your Racist Borders” oldu –sözleri destan gibi olduğu için sözleri oturtacağım diye gerçekten canım çıktı. Hâlâ daha iyi olabilir miydi emin olamıyorum. 🙂 

Albüm riot grrrl ve indie punk’ın yanında Barbiecore olarak da tanımlanıyor. Biraz da popüler kültür konuşalım, filmi nasıl buldun?

Filme bayıldım. Sinemada iki kez gittim ve ikisinde de ağladım. Ken karakterinin beslediği hınç ne yazık ki çok tanıdık. “She is everything, he is just Ken” bu yaz (ve belki de sonsuza kadar) mottom oldu. Bazı isyan ettiğim durumların aslında benim lehimde işlediğini fark ettim. İkinci gidişimde fark ettim ki ilk sefer ataerki hikayesine odaklanıp filmde çok önemli bir yer tutan bir başka katmanı kaçırmışım. Oysa film aynı zamanda insan olmak üzerine. Hissetmenin hem bir lanet hem de bir lütuf olması. Lütuf çünkü hissederek var oluyoruz, yaşıyoruz, büyüyoruz ve büyüleniyoruz. Lanet çünkü canımız acıyor. Ama Barbie bunların hepsini ve ölümlülüğü de istiyor; çünkü fikir üreten olmak, bir fikir olarak kalmaktan daha iyidir. Karmaşık olandan korkma, tadını çıkar diyor film aynı zamanda. Bu da bana kalırsa yaptığımız müziğin ruhunu yansıtıyor. Müzikal olarak karmaşık olmasa da duygulanımsal olarak öyle.

Diğer güncel projeniz Emaskülatör LABB’dan ne gibi özelliklerle ayrışıyor?

Sound, estetik, duruş olarak aslına bakarsan ikisi birbirine hiç benzemiyor. Emaskülatör LABB’a göre çok daha öfkeli, sarkastik ve karanlık. LABB melodik, dinamik ve biraz neşeli biraz da üzgün. Eğlenceli yaz müziği bir nevi. İkisi de içimdeki farklı insanlar gibi benim için.

Ankara mı, İstanbul mu?

İzmir.

(Grubun ismini) daha önce sanırım sosyal medyada bir çıkartmanın üzerinde görmüştüm, “bros before hoes” söylemini ters yüz eden ve toksik bro kültürüne alaycı bir şekilde laf çakan bir slogan olarak. Kısaltması da laboratuvar ve labradorları hatırlatıyor biraz; bu çağrışımlarla laboratuvarda pişirdiklerimizi labrador coşkusuyla, bugün hâlâ bro dayanışması ile işleyen punk sahnesinin ortasına bıraktık.

Fulden

Güncel riot grrrl sahnesinden hangi isimleri beğeniyle takip ediyorsunuz?

Riot grrrl belli bir dönem ruhunu anlatıyor ve o ruhu yaşatan güncel gruplardan en çok dinlediklerim Petrol Girls, The Newports ve Bad Cop/Bad Cop. Kathleen Hanna’nın hâlâ tam gaz müzikal serüvenine devam etmesini hayranlıkla izliyorum. Sleater-Kinney’nin son albümü bence muhteşem. Allison Wolfe manik bir kraliçe gibi daldan dala atlamaya devam ediyor; Partyline dinlediğim en güzel gruplardan biri. 

Kullandığın müzik dinleme platformunun arama geçmişinde gözüken son üç şarkı nedir?

Şarkı aratmamışım. Aratıp dinlediğim son üç grup DRAIN, Anklebiter ve GEL olarak görünüyor.

İçinde bulunduğumuz kabus düzenden çıkışı müzik sahnesi özelinde ne gibi pratiklerle bulabiliriz sence?

Dayanışma ve birliktelik kudretimizi artıran duygular. Anlamsız çatışmalara düşmektense kendimize ve birbirimize inanarak hareket ettiğimiz sürece her yerde bir vaha yaratabiliyor hale geliyoruz. Birlikte yaratmak bana en güçlü hissettiren şeylerden biri. Devam etmeyi olanaklı kılan da bu. Ve de her şeyin lehimize sonuçlanacağına dair olan sarsılmaz inancımız.

Buradan sonra planlar ne?

Açıkçası henüz bilmiyorum. Yeni şarkılar yazıyorum. Yeni fırsatlar doğacaktır. Bu aralar uzun vadeli planlar yapmaksızın anın tadını çıkarma peşindeyim.

Albümde yer alan bir şarkı sözünü bundan 100 yıl sonra anınıza dikilen bir taşa yazdırabilseniz hangi sözü seçerdin?

“Rationality’s overrated!”