![]()
Yirmi iki yaşındaki müzisyen Trevor Powers’la 2011 yılında çıkan ilk albümü The Year Of Hibernation’dan süzülen seslerle tanıştık. İdaho gibi dağlık bir bozkırdan hayatında yeni kapılar açma isteği içinde yetişkinliğe adım attığı bu albümde yumuşak ve fısıltılı seslerle kulaklarımızı çelmeyi başarmıştı Powers. Sanki bir ev kaydıymışçasına içten tınıları olan albüm ıslıkları, silik vokalleri ve elektronik riflerinin başarılı birleşimiyle etkileyici bir giriş yapan Afternoon’la Merhaba diyordu. Onun yaptığı neşeli ve iç dolduran girişin üzerine Cannons’la biraz daha sakinleşirken, July’den sonra albüm bu mırıl mırıl, minimal tonlarla yavaşlıyordu. Albümün bu melodik akımı ve ritmik başlangıcının yavaşlayarak Montana ve Posters gibi şarkılarda sanki buralardan biraz uzaklaşıyor kuzey ışıklarının peşine düşmüş ve müzikten öte natürel bir görselliğin içine düşürür hali Youth Lagoon’un akıllarda kalıcılığını kalınlaştırmıştı. Kendi bilinçlerimizde tüm bu seslerin etkisiyle imajlar yaratıp, bozarken sanki dağlar, göller tüm tazeliğiyle doğa içinde yürürken bir yandan da insan eliyle yapılmış balonlar uçuşmakta, kurdeleler dolanmakta idi.
Bunlar kuşkusuz parçalanan bir ilişkinin, değişim ve dönüşümlerin, yetişkinliğe atılan adımların çatır çatır sesiydi. Belki de Posters’da olduğu gibi çocukluğun referansları, kendin olmaya çalışmanın tüm karmaşıklığı ve Seventeen’deki gibi daima kulağında bir anne sesi. Powers tüm bu içindekileri kimi zaman dreampop kimi zaman Chillwave diye etkilendirebileceğimiz seslerle öylesine güzel birleştirmişti ki The Year Of Hibernation 2011’in akılda kalan albümlerinden biri olmayı başarmıştı. İki yıl sonra gelen ikinci albüm Wondrous Bughouse daha çıkmadan Hibernation kadar içten olup olmayacağı, müzikal anlamda nasıl bir yol izlediği kafaları kurcalıyordu. Oysa ki daha albüm için seçtiği isimden bile Powers aslında daha mental kaygılar içinde olduğunu anlatıyor. Albümün giriş şarkısının da “Through Mind and Back” olması kaçınılmaz olmuş ve bu sözsüz şarkı bulanık titreşimler yayan girişiyle sonuçları iyi de olsa kötü de olsa artık gerçek bir yetişkine dair olduğunu hissettirir. Sonsuz bir uzay boşluğuna girmek üzereyizdir ya da harika bir tımarhanenin kapılarını aralamaya ve bu şarkı da bizi buna hazırlar. Onu takip eden Mute ise tüm bu varoluşsal kaygıları içinde Powers’ın hem şarkı sözlerinin hem de müziğinin ne kadar olgunlaştığının kanıtı gibidir. Parıl Parıl ışıklarla başlayan şarkı duygusal gitarları, yükselen davullarıyla bir yandan da yakasını bırakmayan şeytan ve ölümlülük halinin farkındalığının binlerce yükünü taşımaktadır:
“The devil tries to claim my mind, but he quite get inside”
Aynı şekilde zil sesleri eşliğinde kendi oyun alanının sınırlarını çizen Dropla da bu duygusal yoğunluğun izinden gider. Hayaletimsi vokalleriyle son derece tatlılık içinde “ I reach my arm across the bed and hold your hand” diyebildiği gibi aslında büyük bir kırılmışlık içinde “You’ll never die” diye sayıklamakta ve içindeki iyimserlik giderek kaybolmaktadır. Bu sayıklayış her ne kadar sürrealist bir havaya bürünse de Youth Lagoon’un içtenliğini kaybetmediğini göstermektedir. Attic Doctor gibi neredeyse Ariel Pink’i hatırlatan psychedelic tınılar ya da Pelican Man’deki grotesk diyebileceğimiz bu yakıştırmalar onun doğallıyla gözümüze batmıyor. Bunun sebebi de kuşkusuz kendisinin de dediği gibi bir ajandaya ya da stratejiye bağlı olmayışı. Sadece aklını kemiren soruları ve sadece duygusal olarak bulunduğu noktayı paylaşmayı deniyor. Birkaç kez dinledikten sonra daha çok bir yerlere oturan, karanlığı merkezinde hisseden ama kendiyle arasına birazcık boşluk koymaya çalışan bir albüm yapmış Youth Lagoon, iyi dinlemeler!



