Bir yaz mevsimini daha geride bıraktık. Belki sıcağı hala kısmen bizimle birlikte; ancak söneceği vakit yakındır. Tıpkı önümüzdeki serin sonbaharın bize harikulade albümler sunacağı gibi Ağustos ayı da iyi müzik anlamında dolu dolu geçti. Bu tempoda söz konusu iyi müziklerin hepsini zamanında yakalamakta biz de zorlandık; ancak bazı albümler vardı ki haklarında bu platformda bir iki kelam edilmemesi büyük ayıp olurdu. İşte şu ya da bu sebepten henüz değinemediğimiz önemli Ağustos albümlerinden küçük bir seçki.
Liars – TFCF: Liars tekinsizliğinden güç alan bir oluşum. Bir de Angus Andrew’un müzikal ilhamlarının desteği var arkasında elbette; Throbbing Gristle gibi, Berlin müzik sahnesi gibi. Bu ilhamlar şu günlerde kendisinin bir numaralı dayanağı olsa gerek; zira diğer grup üyeleri geçtiğimiz yıllarda Liars’ı bir bir terk ederek Andrew’u grupta tek başına bıraktı. Haliyle ortaya çıkan iş de diğer bütün Liars kataloğundan farklı olacaktı. Açılımı “Theme From Crying Fountain” olan TFCF, yalnızlık temasını elinde çevirerek ön görülemez ve görmezden gelinemez avantgard bir iş olmayı başarıyor. Minimal endüstriyel bestelere hüzünlü, neredeyse sarhoş bir vokal eşlik ediyor. İçinden gelenleri içinden geldiği an ortaya döken şarkılarda ortaya çıkıyor albümün taşıdığı hüzün. Herhangi bir grubun diskografisinde taşıdığı arkaplanı bu kadar yoğun hissettiren bir kaydı kolayca bulamazsınız.
King Gizzard & The Lizard Wizard – Mild High Club – Sketches of Brunswick East: King Gizzard kendini durduramıyor, biz nasıl durduralım? Durmalarına gerek de yok zaten. Avustralyalı grup, 2017 yılı için sözünü verdiği beş albümün üçüncüsünü geçtiğimiz ay piyasaya sürdü. Bu defa yanlarına ortak olarak bir de Mild High Club’ı almışlar. İki grubun beyinleri Stu Mackenzie ve Alex Brettin’in dostluğu ve fikir alışverişi, en sonunda daha güçlü bir ittifak formunda meyvesini vermiş. Şunu da belirtmek gerekir ki bu kayıtta Brettin’in vizyonu Mackenzie’ninkinden üstün gelmiş gibi duruyor. Mild High Club’ın dingin tarzı, Gizzard’ı da peşinde sürükleyip yumuşatmış gibi. Peki bu, ortaya çıkan işe laf ettiğim anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır. Burada cazdan folk sularına uzanan geniş bir müzik yelpazesi ve vizyon mevcut. Her iki grubun hayranları için de dinlemeye değer bir emek.
The War on Drugs – A Deeper Understanding: 2014 tarihli “Lost in the Dream” ile aklımızı başımızdan alan The War on Drugs, yeni albümü “A Deeper Understanding” ile belki önceki albümün epikliğine erişemedi ancak kendilerinden bekleyebileceğimiz kalitenin her zerresini de bize hakkıyla ulaştırdı. Sık sık “saykodelik müzikle yıkanmış bir Bruce Springsteen” olarak lanse edilen vokal Adam Granduciel’in rootsrock’indie sahnesi ile buluşturan sentezci dehasının bundaki payı büyük. Eski grup ortağı Kurt Vile da şu günlerde solo kariyerinde başarılı bir şekilde ilerliyor. İki yetenekli dostu durdurabilecek bir güç de görünmüyor ufukta. Springsteen’in, Bob Dylan’ın, Neil Young’ın ilhamları bu albümde geziniyor; hepsinin nasıl kendine ait bir grubu varsa bu son albümde de Granduciel’in yaratıcı önderliğinde ilerleyen The War on Drugs’ı dinliyoruz. Zamansız ve bir o kadar da ilerici.
Leprous – Malina: Bu çılgın Norveçliler hakkında doğruluğu su götürmeyen bir tanım varsa o da progresif müzik sahnesine ait oldukları; ancak işin gerisi tanımlara değil, müzikten alacağınız hazza bakıyor. Metalcisinden, indie sevdalısına geniş bir müzik zevki yelpazesinin kalbine dokunabilecek bir müzik icra ediyor Leprous. Grup son albümleri Malina’da sert tarafını sineye çekmeyi tercih edince ortaya her zamankinden daha geniş bir kitleye hitap edebilecek ve bir o kadar da kimliğinden tavizsiz bir eser çıkmış. Vokal Einar Solberg’in tanrılar tarafından kutsanmışa benzeyen vokali, davulcu Baard Kolstad’ın yorulmak bilmeyen temposu ve grup üyelerinin bir aradayken patlayıveren harika kimyası bu albümde kendine yeniden biçim veriyor; yeri gelince yaylı enstrümanlara bile başvuruyorlar. Yerlerde sürünmeye, sebepsiz yere duygulanmaya, mazoşist yanınızla barışmaya hazır olun.