Daha üzerine konuşmadan bile ne kadar çok şey söyleyen bir başlık, değil mi? Rock ‘n’roll terimi her ne kadar 17. yüzyıla uzanan bir maziye sahip olsa da bir müzik türüyle ilişkili kullanımı 50’lerde Alan Freed isimli beyaz Amerikan bir DJ tarafından yapılmıştır. Burada beyaz vurgusu önemli çünkü o dönemler rhythm and blues (R&B) ve blues gibi afroamerikan müziklerden kökenini alan rock; beyaz dinleyiciler tarafından burun kıvrılması oldukça muhtemel bir türdü, şayet beyaz bir adam tarafından kendilerine tanıtılmasaydı…
Rock’ın başlangıcının yazılan tarihi
Pek çokları tarafından rock’ın mucidi olarak Chuck Berry isminin telaffuz edilmesi boşuna değildir. Kendisini Budy Holly, Fats Domino, Little Richard, Bo Diddley gibi dönemdaşlarından ayıran ve rock’ın çerçevesinin çizicisi konumuna koyan söz yazarlığıdır. O dönemde alışılan bir durum olmayan yüzeydeki anlamının ötesinde bir şeyler anlatan şarkı sözleri ve bunların şarkıyı icra eden tarafından yazılması, bugün hala rock’ın temel unsurlarından birini oluşturur.
John Lennon, zamanında “rock’a başka biri isim vermeye çalışsaydık bu, Chuck Berry olurdu” demiştir. Back to the Future’ın unutulmaz sahnesiyle Chuck Berry’nin müziğinin gücünü tekrar analım.
John Lennon demişse yanlış da olabilir çok da güvenmesek mi? Hani saygımız sonsuz, hürmetler de, ne bileyim.
Bugün duyduğumuzda saçma gelecek olsa da Elvis Presley’nin çıkış yaptığı plak şirketi olan Sam Phillips’in kurduğu Sun Records’ta; ilk kez kayıt alan B. B. King, Howlin’ Wolf, Ike Turner, Jerry Lee Lewis, Johnny Cash gibi isimler o zamanlar yaptıkları müziğin siyahi duyulması sebebiyle kar getirmez görülüyordu. Plak şirketlerinin; işlerin değiştiğini görmesi, beyaz gençlerin R&B plaklarına talebinin artışı ile oldu.
Ne varsa gençlikte var hesabı? Hiç de inanarak söylemedim bu lafı ama olsun.
O noktaya kadar yalnızca siyahilere pazarlanabilir müzik olmasıyla ayrıştırılan ve race music denen R&B, artık müzik türü olarak kabul görmeye başladı. Bu duruma rağmen Phillips, Elvis’i bulmadan önce “Siyahi sesini ve hissiyatını taşıyabilen bir beyaz adam bulabilirsem milyon dolarlar benim” demiştir. Bu yorumun sebebi ise gözden kaçmaması gereken bir diğer etken olan televizyondu. Gerçekten de Elvis o televizyona çıktı ve rock’ın seyri birkaç gün içerisinde alev aldı. Yine filmlerle meseleyi anmak gerekirse Forrest Gump‘ın şu sahnesine başvurabiliriz:
Bir diğer önemli plak şirketi ise Chess Records’tu. Muddy Waters, Howling Wolf, Willie Dixon gibi sanatçılarla birçok türe yön veren electric blues örnekleri bu plak şirketinden çıkıyordu. Chuck Berry de “Maybelene” kaydı ile buradan çıkmadır.
Rock’ın başlangıcının sık yazılmayan tarihi
Eveet. Bu noktaya kadar o dönemin koşullarının, yani ırkçılığının, çerçevesinde rock müzikteki iki öncüden bahsettik. Bu yazının asıl derdine ise şimdi geleceğim. Belki şu ana kadar okuduklarınız sizlere başkaları tarafından anlatıldı, oradan buradan duydunuz. Hepimiz başkalarının aktardığı kadar bilgiye sahibiz. Peki bize anlatılan tarih bazı şeyleri bilerek ya da bilmeyerek es geçiyorsa? Tüm bu “ilk”ler, “tarih yazanlar”ı tekrar bir sorgulamamız gerekir o zaman. Yapmak istediğim şey bu sorgulama kapısını açmak. Başka bir “ilk”e işaret etme amacında değilim çünkü samimi bir şekilde bunun yapılabileceğine inanmıyorum. Bahsi çok daha az geçen mevzuları önümüze şöyle bir serip bir düşünelim mi? Hadi o zaman.
Ben miymişim düşünecek olan? Yeterince şey düşünmüyoruz sanki, başımıza iş çıktı. Tamam tamam hadi getir, onu da ben dert edinirim. Onu da ben…
Rolling Stones dergisinin 1954 yılında ilk rock parçası olarak duyurduğu Elvis Presley’nin “That’s All Right” parçası aslında Arthur “Big Boy” Crudup isimli siyahi bir sanatçının parçasının yeniden yorumlamasıydı. Siyahi komünitesinin Presley’e karşı duyduğu öfke; Elvis’in önünün açılması için bu yanlış ifadelere hiçbir şey dememesinde yatar. Dönemin normlarının aksine siyahilerin işlerini takip eden ve seven bir insanın bu durumlara susması; daha sonra siyahileri, yıllar sonra bile kültürleri kadar sahiplenemeyen Amerikan halkının tutumuna oldukça benzer. Elde belki o gün Elvis farklı bir tavır takınsaydı değişebilecekleri düşünmek kalır ancak. Buna da değer mi bilinmez.
Aa bak sen! Çok da severdim halbuki rahmetliyi. İlk plağım Elvis falan, olmuş mu bu hareket hakikaten şimdi?
Rock müziğin ilk temsilcisini arama yolunda rock’ın kralı ithamının sahibi Elvis Presley’nin karşısına koyulmasına alışık olduğumuz efsanevi isim Chuck Berry’dir. Ancak başlığı Chuck Berry mi Elvis mi şeklinde atmamamın birkaç sebebi var. Öncelikle bu müzikle tanışmamızda rolü olan ve yeterince ismi anılmayan diğer siyahi aktörlere de dikkat çekmek istiyorum.
Hadi bakalım…
Birçok kişi tarafından ilk rock albümü olduğu kabul edilen Sister Rosetta Tharpe’ın Strange Things Happening Every Day albümü söz konusu. İlk rock ‘n’ roll parçası tartışmalarını ise açık arayla Ike Turner’ın “Rocket 88”i alır. Memphis Minnie’den Ma Rainey’ye, Bessie Smith’ten, Trixie Smith’e blues’un tanımını bükerek rock formuna kavuşturan siyahi kadınlar söz konusudur. Rock’ın kadın öncülerine değinmekten kaçınmak niye ki o zaman?
Allah allah hiç alışık olmadığımız (!) tavırlar.
Sister Rosetta Tharpe, kiliseden çıkma kuir bir rock ikonu. Yok yok, yanlış okumadınız. Tharpe; ortağı Marie Knight ile ilişkisi olduğu dedikoduları ve seküler dinleyici kitlesi sebebiyle kilisede okları üzerine çekmesine rağmen keyfini bozmamış. Cab Calloway ile çalmaya başlayan Tharpe, birçok kalıbı yıkmasına rağmen kendisini takip eden isimler tarafından yeterince anılmamıştır. Düşünün ki Chuck Berry bile geç de olsa bir noktada kariyerinin bir Rosetta Tharpe taklidi olduğunu itiraf etmiştir. Kendisine bir “iltifat” olarak sıklıkla erkek gibi çaldığını söyleyenlere karşı Tharpe, “hiçbir erkek benim gibi çalamaz, ben erkeklerden daha iyi çalıyorum” diyerek cevabı yapıştırıyormuş. O zaman demin sorduğumuz soruya geri dönüp “rock’ın öncüsü siyahi bir kadın mı” dersek yine hataya düşmemiz çok olası.
Bu Chuck Berry de az değilmiş zaten. Şimdi bakındım geldim biraz, daha tatsız olaylar var. Çok fena!
Rock’ın hikayesindeki siyahi kadınlara dair daha çok okumak isteyenleri Maureen Mahon‘un Black Diamond Queens: African American Women and Rock and Roll kitabına yönlendirebilirim.
Unutmamalıyız ki bu dönemlerde siyahilerin plak bastırmaları veya matbaaya ulaşımları çok yaygın değil. Tam olarak bu sebeple; Amerika’da siyahilerin çokça süredir icra ediyor olmasına karşın beyaz bir müzisyenin elini atması ve plakçılarda hızlıca yayılmasıyla tanınan müzik türleri mevcuttu. Gazetelerin, kitapların yalnız bu beyaz isimlerden söz etmesi de olayı daha da sevimsizleştiriyordu. Müzik yapış şekilleri siyahilerden öğreniliyor olmasına karşın beyazlar işin kaymağını yiyordu.
Sister Rosetta’dan veya Chuck Berry’den çok daha önce bu müzik yapma şekline yönelip de plak bastırma veya adını duyurma imkanı olmayan müzisyenlerin izini takip etmemiz ne yazık ki pek mümkün değil. Ancak söylenebilecek son bir söz varsa o da bu müzik türünde Amerika’nın güneyindeki siyahilerin epey izlerinin bulunduğudur.
Kime ait olduğu konusunda bir fikrim olmayan şu tür bir deyiş vardı: “Aslanlar kendi tarihini yazıncaya dek tarih hep avcıyı övecektir.”. Bu sebeple, hikayesi gözardı edilmiş grupların kendi anlatısının peşine düşmesi gerekmektedir.
2021 yılında yayınlanan Summer of Soul (…Or, When the Revolution Could Not Be Televised) belgeseli, pek çoğumuzun bildiği Woodstock’ın yazında gerçekleşen ve en az onun kadar güçlü bir kadroya sahip olan ancak birçok müzik yazarının hiç oralı olmadığı bir siyahi müzik festivalini konu alarak bunu hedefler. Bakın biz buradaydık. O gün tarih yazdık. Siz bu tarihi yazmadınız. Şimdi biz yazıyoruz.
(Questlove, 2022 Oscar töreninde Summer of Soul belgeseliyle en iyi orijinal belgesel ödülünü kucakladı.)
Bu kime ait olduğu belli olmayan söz iyiymiş ama biraz da milliyetçi falan mı tınlıyor sanki, saçma sapan birinin olmasın aman sakın… Neyse güzel amaçlar doğrultusunda kullandık biz, di mi? Tabiii!
Yok yok tamam, Afrika atasözüymüş. Sakin.
“Revolution Will Not Be Televised” gelsin mi madem?
Gelsin!!!