Zamanın ötesinde, geçmişin gerisinde, şimdinin biraz berisinde...
Kutusu açılmış, poşetinden çıkarılmış, birbiri içerisinde önce karışmış sonra ayrışmış, masanın üzerine saçılan puzzle parçaları gibiyiz. Zamanın içinde hayatı düz bir zemine oturturken ilk önce köşelerinden başlıyor sonra ortalarına doğru ilerliyoruz.
Girintili, çıkıntılı parçaların içinden; köşeleri bir kenara, ne olduğunu bilmediğimiz parçaları da başka bir kenara ayırıyoruz. Karmaşıklığın gitgide azaldığını düşünürken renkler… Renkler ilişiveriyor gözümüze. Hayatın içindeki renklerin karışımı; insanın hayat çizgisini, yönünü ve hedeflerine kolayca ulaştırmak adına bir kez daha ayrım yaptırıp onlara göre parçaları, renkleri birleştirmemizi istiyor.
İnsanların yüzleri, eşyaların köşeleri, karanlığa saklanan gölgeler derken parçaları birleştirmek, renkleri ayırt etmek daha da zorlaşıyor. Hep net olsun isterken renklerin birbirine karışmış tonları, yeni tonlar oluştururken biraz daha çaba ya da emek sarf etmemizi istiyor. Belki de bunu isteyen renkler değil de başka bir şey olabilir mi?
Oysa yere düşen parçalar gibi kendi içimizden düşen, zorla sökülen, geçmişte bir yerde bırakılan kayıp olduğunu düşündüğümüz parçalarsa bir bilinmezin içinde nerede olduğunu aratırken zamanı da yanında alıp gidiyordu.
Belki de bu yüzden karanlık duvarın gölgesinden masayı ya da hayatı pencereye doğru aydınlığa çekmek gerekirdi. Çünkü yeri doldurulması mümkün olmayan sonra aynı duyguyu, tadı bir kez daha yaşayamayacağız düşündürülmüş, kalıplara sokulmuş bir şekilde doğru budur, diye öyle öğretilmişti. “Hadi oradan duygular sadece hissedilmiyor mu? Yoksa öğreniliyor muymuş?” Öğreniliyormuş, hem de hissedilerek öğreniliyormuş. Masada puzzle yaparken öğrendim. Çünkü gözlerimizin gördüğü ya da göremediği kadarıyla hissetmeden, dokunmadan, tekrar tekrar denemeden nasıl bilebilir, öğrenebiliriz ki?
Köşeli puzzle parçaları ve sivri yanları birbirine batarken, boş yuvarlak kilit kısımları birbirlerine kavuşunca boşluğu dolduruyordu. Duygular bütüne uyum sağlarken sonra birleşen parçaların içindekiler buradan mı kalıplaşıyordu? Yoksa bunların hepsi saçmalık mıydı?
Saçmalık değil ya da saçmalık işte… Onun yerine bu sanki buruk bir sevinç, hüzün, mutluluk gibi birbirlerine karışan o renklerin getirdiği bir şeye benziyordu. Çünkü o netlik yok, öncesi yok, sonrası yok. En güzel duygu da buydu. Şu anda bile anın kıymetini bilerek mi bilmeden mi bilmiyorum ama hepimiz parçaları hâlâ birbirine birleştirmeye çalışıyoruz.
Geçmiş gelecekte, gelecekte geçmişin içinde bir temkin, ukde bıraktıracak şekilde çerçevelerin kenarına biraz karanlığa saklanan gölgeler, biraz da rengarenk yeni parçalar ekletiyordu. Bir diğer en güzel duygu da buydu.