İngiltere’nin sayılı güneşli sahillerinden birine sahip memleketi Brighton, bir şekilde Porridge Radio‘yu garajlarına kapanıp tam takır, alev alev rock müzik yapmaya yöneltmiş. Hoş ya, hala içinde bir çeşit hüzün barındıran İngiltere güneşi bu. (Brighton kaç yıllık yerlisi Nick Cave’in müziğini de aydınlatmadı zaten.) Herhalde tepedeki güneş kadar içinde kulaç atılan denizin de bir etkisi var ortaya çıkan müzikte. Grubun sesi Dana Margolin‘e göre sahildeyken “daima en uçta” yer alıyorsunuz, düşünmek ve zihninizi netleştirmek için bolca vakit oluyor. Zaten Porridge Radio’yu benzeri çoğu garaj rock grubun ayıran bir nitelik de bu: Net bir zihin, belki de ilişkili olarak net bir prodüksiyon.
Gel gelelim sahilin, güneşin ve ikisinin arasında dalgalanan yaşam hiddetinin de ötesi var Every Bad‘de, o da bundan birkaç sene sonra muhtemelen birer kült klasik olacak, harika yazılmış ve icra edilmiş parçalar. Giderek hiddetlenen vokaliyle zorlanmaksızın bizi de içine alan, sonra zirve noktasında ansızın biterek kendini alkışlatan “Born Confused”a bakın. Genç bir PJ Harvey’yi yahut grunge gruplarını anımsatan melankolisi ve inanılmaz melodisiyle duyduktan hemen sonra başa sardığımız “Long”a, geçmiş yaraları sarmaya çalışırken kompozisyondaki dalgalanmalarıyla ilgimizi hep canlı tutan “Lilac”a bakın. Böyle örneklere devam edecek olsak bütün şarkılara tek tek övgüler sarf etmemiz gerekir ve inceleme objektifini kaybeder. Aslolan şey, harikulade ve gerçek bir enerjiyle, kimi zaman Sonic Youth’u bile anımsatan taptaze bir isyan ve iç dökmeyle karşı karşıya olduğumuz.
Başta eski sevgililer üstüne yazılmış görünse de uzun vadede bütün insan ilişkilerine yorulabilecek ve herkesin kendine pay çıkarabileceği sözler, ilişkilerimize ve etkileşimlerimize kafa yormak için yeni bir fırsat olabilir pekala. Böylesine yaşamın içinden, böylesine keyifli bir rock albümü sıklıkla gelmez, kulaklara ziyafet. Afiyetler olsun.