1987’de bazı ev yapımı kasetleri yayımlamak amacıyla kurulan, sonraları modern progresif müziğin sound’unu belirleyen ve 2010’da Royal Albert Hall’da kapalı gişe çalmış olan İngiliz grup Porcupine Tree, sonunda beklenen yeni albümünü yayımladı. Grubun lideri Steven Wilson’ ın, 2009 tarihli The Incident albümünden sonra dağılan grup hakkında önceleri “bölünmez”, ilerleyen yıllarda ise “tekrar birleşmez” şeklindeki demeçleri de PT dinleyicilerinin bu 13 yıl boyunca pek işine yaramadı. Bu süreçte SW beş solo albüm çıkarmasına rağmen (özellikle ilk iki albüm progresif rock ağırlıklıydı), PT severler içten içe grubun tekrar birleşmesini yıllarca diledi.
PT, tanınma hırsından uzakta kurulmuş bir grup olmasına rağmen 1996’da Signify albümüyle uluslararası üne kavuşmaya başladı. Grubun keskin progresif rock soundu, klavyeci Richard Barbieri, basçı Colin Edwin ve davulcu Chris Maitland‘ın katılımıyla iyice belirginleşti. Takip eden dönemlerde SW’nin Opeth‘in Still Life albümüne aşık olması ve Mikael Åkerfeldt ile kurduğu işbirliği, PT’nin müziğini metal sound’u etrafında bir kez daha şekillendirdi. Opeth-SW etkileşiminin yoğun olduğu dönemlerde yayımlanan In Absentia, Deadwing ve Fear of a Blank Planet albümleri, birçokları için PT’nin müziğinde zirveye ulaştığı yeri temsil ediyor. Bu dönemde gruba katılmış olan Gavin Harrison’ın etkisini bu kayıtlarda fazlasıyla hissetmek mümkün.
2010 Royal Albert Hall konseri sonrası Wilson’ın, diğer üyelere bir açıklama yapmadan kafasında grubu bitirmiş olduğunu o sıralarda kendisinden başka kimse bilmiyordu. Sonraki günlerde Barbieri ve Harrison’a durumu anlattığında farklı tarzlarda işleri farklı müzisyenlerle yapmak istediğini söyledi. SW, ilerleyen dönemki röportajlarında “grup içinde müzisyenliğinin üstü kapalı bir biçimde sorgulandığını ve saygı görmediğini” açıklayacaktı. Ayrılığın akabinde Barbieri kendi yoluna gidecek, grubun ikonik davulcusu Gavin Harrison da King Crimson ile konserler verecekti. Ta ki geçtiğimiz yılın başlarında geri dönüş sinyalleri gelene kadar.
O günlerden bugüne 10 yıldan fazla bir süre geçti, ve ismiyle grubun son yıllardaki belirsizliğini insanın gözüne sokar gibi anlatan yeni PT albümü CLOSURE/CONTINUATION sonunda geçtiğimiz hafta dinleyiciyle buluştu. PT’nin piyasada olmadığı süreçte grubun ünü büyüdükçe büyüdü ve beklenti de o oranda arttı. PT tekrar birleşmeleriyle eski formasyonun aksine Wilson, Harisson ve Barbieri üçlüsü olarak karşımızda. Haliyle albümde gitarlarda olduğu gibi baslarda da SW var. Konuyla ilgili “Bas çalmaktan çok keyif alıyorum ama egom basçı olamayacak kadar yüksek.” diyor.
In Air Stüdyolarında kaydedilen albüm, kayıt ve miks olarak belki de en iyi PT albümü diyebiliriz. Bu nedenle albümü müzikal açıdan anlatmadan, müziği beğenmek her ne kadar öznel bir durum olsa da, en azından işin performans ve mühendislik kısmına gösterilmesi gereken saygıya dikkat çekmek istiyorum.
Üçlünün yılların ardından hala birbilerine kenetlenebilmeleri, müzikte ritm elemanlarının uyumu ve klavyelerin sakince salınması güzel bir dinleme deneyimi sunuyor. Albümde bildiğimiz PT tatlarının yanında özellikle SW’nin son solo albümlerinden alıştığımız vokal efektlerini duymak mümkün. Albüm Rats Return gibi sert parçaların yanında Dignity gibi Hand Cannot Erase ayarında pop/ballad ağırlıklı sesler de barındırıyor.
Biraz daha eleştirel bakacak olursam, kişisel görüşüm bazı parçalarından olması gerektiğinden çok daha uzun oluşu yönünde. Güzel fikirler ve seslerin az tekrar edilip, tatlarının damakta bırakılmasının her zaman dinleyicide daha iyi bir izlenim bıraktığını düşünüyorum. Özellikle Herd Culling’i baştan sona dinlemek beni yordu. Öte yandan Walk the Plank ve bonus parçalardan Love in the Past Tense belki de albümün en iyileri. Özellikle bonus parça, modern bir Lightbulb Sun havası içerip, başta nostaljik olmak üzere birçok duyguyu aynı anda hissettiriyor.
Closure/Continuation, PT’nin kompozisyon formülünün çok da dışında değil. Bu anlamda albüm pek de şaşırtıcı olmamakla beraber bu formülün hala çalıştığının da bir göstergesi. Her ne kadar benim için bir Deadwing veya In Absentia olmasa da, zamanla dinleyicide büyüyebilecek bir potansiyele sahip. Her ne olursa olsun, onca yılın ardından Porcupine Tree’yi canlı görebilme fırsatına kavuştuğumuz gerçeği de bu yeniden birleşmenin en güzel meyvelerinden.