Nilüfer Yanya – PAINLESS

Öncelikle evet, yeni Nilüfer Yanya albümünün adı (İngilizce acısız) ironi içeriyor. Zira kalp kırıklıklarından PAINLESS’ta bol bol var. Ancak hislerini karşıya yüksek sesli katarsislerle atan şarkılar değil bunlar, onun yerine inzivada, içe dönük bir şekilde olup bitiyor her şey. Açılış şarkısı “the dealer“da ona sırtını dönen birinden bahis açarken her şeyin gelip geçici, bir o kadar da zihinlerde kalıcı olduğundan bahsediyor Yanya. Sesinde yine o kendine has sakinlik ve cool’luk var. Yaralarını tam sarmamışsa da onlarla dürüstçe yüzleşmiş kişilerden gelen bir olgunlukla ses veriyor şarkılarına.

İnsanı dansa kaldıran şarkılarla dolu ilk stüdyo albümü Miss Universe ile Coachella ve Primavera gibi büyük festivallerin kadrosuna uzun vadeli girmiş gibi duran Yanya’nın önüne çok geçmeden pandemi adlı küçük bir engel geçmişti. Yine de Yanya’nın parçaları, alternatifle anaakım arasındaki o ince kültür çizgisinin ev partilerinde kendine sağlam bir yer edindi. İçerdiği yabancılaşma ve yalnızlık temalarıyla dönemdaşı başka birçok albümle duygu özdeşliğine sahip görünen PAINLESS‘ın çok yakışacağı yerlerden biri ise parti playlist’lerinden ziyade Euphoria dizisinin soundtrack’i gibi görünüyor. (İkinci sezonun biz bir tane bile Yanya şarkısı duymadan bitmiş olması neredeyse bir kayıp.) Gönül belalarından, deneyip yanılmalarından, duygusal yorgunluklardan bahseden bu ikinci albüm yeri gelince post-punk’la (“stabilise“), yeri gelince grunge’a yakın gitar notalarıyla (“company“) hemhal oluyor, gençliği bu defa farklı bir enerjiyle -ve yine çok güçlü bir damardan- yakalıyor.

Miss Universe‘a kıyasla daha bütünlüklü ve akıcı bir albüm olan PAINLESS, Yanya’nın bir müzisyen olarak büyüme yolculuğunda önemli bir adım. Daha ilk dinleyişte insanı sarmalayan çok sayıda şarkısıyla çok geçmeden bazı gönülleri fethedeceği kesin.