Homegrown‘u dinlemek, çok sevdiğiniz bir dizide kazara, bilmeden atladığınız bir bölümü ilk kez keşfetmeye benziyor. Neil Young albümü 1974’te kaydettiğinde rockstar yaşamından şamar yiyerek sevdiği insanları uyuşturucudan kaybetmeye başlamış, tazelenmek adına kariyerinde yeni adımlar atmak istemişti. Ortaya görece karanlık bir albüm olan Tonight’s The Night çıkmış, Homegrown ise rafa kaldırılmıştı. Ta ki bugüne dek. Young geçenlerde bu albümü bunca zamandır bizden sakladığı için özür dilemiş, aslında çok güzel bir iş olduğunu eklemişti. Şimdi dinleyince görüyoruz ki oldukça haklıymış.
Daha ilk şarkıda kariyerinin başındaki genç folk idolü Young’ı dinlediğimize mutlak surette emin oluyor, Young’ın başyapıtı Harvest‘tan izleri gözlemlemeye devam edeceğimiz bir yola koyuluyoruz. Görmüş geçirmişlik maskesinin ardına gizlenmiş gencecik bir yüreğin kırılganlığına kulak veriyor, country rock sahnesinin hayli aşina olduğu geçmiş aşk hikayeleri arasında savruluyoruz. Aynı sözlerde bahsi geçen, Young’ın vedalaşamadığı sevgililer gibi albüm de vedalaşılamayan Harvest dönemini piksel piksel canlandırıyor. Bunu fark ettiğimiz an Young’ın neden bu şarkıları yayınlamaktansa yeni başlangıçları tercih ettiğini daha iyi anlıyoruz. Müzikte, sözlerde bu açıdan sürpriz yok. Homegrown‘u çekici kılan da benzersizlik unsuru değil, basitliği ve doğrudanlığıyla biraz biraz hepimize benzemesi, bizi bize anlatması aslında. Daha nice Neil Young şarkısında olduğu gibi.
Günümüzde 70 yaşı deviren Neil Young bir bakıma her zamankinden yaşlı, bir bakıma her zamanki kadar genç. Haliyle Homegrown‘u bunca yıl sonra dinlediğinde ruhunun buruk bir biçimde şenlendiğine şüphe yok. Albümü özel yapan bir etmen nostaljinin bu mutlu hüznünü önümüze tüm çıplaklığıyla sunabilmesi. Bu şarkılar artık zaman konseptinden sıyrılmış vaziyette, Young hayranlarının ilgisini her koşulda hak ediyorlar.