Stranger Things’i izliyor olmanıza gerek kalmaksızın dizinin etkisiyle müzik listelerini yıllar sonra yeniden domine etmesiyle -ilk kez veya tekrar- kulağınıza ulaşmış bir parça olabilir mi? Hala haber size ulaşmadıysa Kate Bush’un “Running Up That Hill” parçasından bahsediyorum. Bu yazıyla 1985’ten ikonik bir parçayı -birçokları için- yeniden gün yüzüne çıkarabilecek güçteki sahnelerin yaratımını borçlu olduğumuz müzik süpervizörlerinden bahsedeceğim.
Müzik süpervizörlüğü temel olarak; sync placement adı verilen, dizi veya film için özel olarak yapılmamış parçaların sahneyle birleştirilmesi işlemine işaret etmekte. Bu amaçla yönetmen ve yaratıcılarla görüşmeler sonucu sayısız deneme yanılma süreciyle dizinin hedefine uygun parçalar bulunuyor. (Biri beni şu işe almazsa gözüm açık giderim…) Ancak tek mesele bu değil. Parçaların kullanıma uygunluğu için temizleme (cleaning) denilen hukuki süreçleri uygulamak gibi arka planda kalan işler de mevcut.
Dizilerde müzik için özel besteler yapılması çok daha aşina olduğumuz bir durum olsa da müzik süpervizörlüğü; bestelerin aksine sahnedeki duyguyu vurgulamaktan çok, daha yaratıcı alanları açmasıyla farklılaşıyor. Örneğin Stranger Things’te Max için iyi bir örneğini gördüğümüz üzere, dizideki karakterlerin duygusal ve zihinsel değişimlerinde ve süreçlerinde yapıcı rol oynuyor. Müzik ne de olsa tarihte görülmüş en iyi hikaye anlatıcılardan, öyle değil mi?
Bu alan; yeni bir sanatçıyı veya kıyıda köşede kalanları bir gecede toplumsal bilinirliğe taşıma, eski bir parçayı yeniden konuşulur kılma, parçalara yeni anlamlar yükleme gibi güçlere sahip olmasıyla müzik endüstrisinde hafife alınamayacak bir role sahip. Şimdi dizilerle müziğin harika buluşmalarının yaratım sürecine örneklerle derin dalış yapacağız.
Stranger Things’in Başarısı
Bu başlık yalnızca Kate Bush olayına dayanmıyor. Stranger Things ilk yayınlandığı günden beri vaat ettiği 80’ler nostalji paketinin büyük bir payını müzik ile sağlıyor. Dizinin bu sayede hem dizi sektöründe hem müzik sektöründe gözleri üzerine çevirdiği geçmiş anları anımsayalım.
Dizinin ilk sezonunda, Will ve Jonathan karakterleri arasındaki dinamikleri kuvvetlendiren The Clash’in “Should I Stay or Should I Go” parçası farklı bölümlerde karşımıza çıkmıştı. Dizi bittiğinde bile parça her aklımıza takıldığında çaldığı sahneler de gözümüzün önünden şöyle bir akıyordu. Dizinin süpervizörü Nora Felder bu parçanın kullanım iznini almayı şöyle özetliyor: “Çocuklar ve öteki dünyadan canavarlarla ilgili henüz yayınlanmamış bir dizi için The Clash gibi devasa bir grubun ekibini ikna etmeye çalışmak oldukça zorlayıcı oldu.”. Ama tabii Spotify’ın verilerine göre en çok dinlenen dizi müzikleri ünvanına sahip olmak, ancak böyle zorlayıcı süreçlerin çıktısı olabiliyor olsa gerek.
Spotify demişken Stranger Things’in Spotify ile iş birliği sonucu bizlere sunduğu dahiyane fikri hatırlıyor musunuz? Dizinin ikinci sezonunun şerefine Spotify yalnızca Alt Üst olmakla kalmamış, aynı zamanda herkesi dinleme alışkanlıklarına uygun dizi karakterleriyle eşleştiren listeler sunmuştu.
Eleven’ın Madonna ve Lorde’lu listesinden Dustin’in XTC ve Talking Heads’li listesine, Max’in Misfits ve Mac DeMarco’lu listesinden Demogorgon’un Slayer ve Deafhaven’lı listesine uzanan bu karakter odaklı listeler; dizinin müziğe verdiği önemi başka bir boyuta taşıdı. Ben mi? Ben tabii ki Max çıkmıştım. (Yakarsa dünyayı Kate Bush severler yakar.) Ama o zamanlar biraz sinirliydim, şimdi Dustin çıkar gibi.
İlk Örnekler
Zamanında endüstri standardı olan -halen de çoğunlukla öyle olduğu söylenebilir- fon müzikleri yerine kurgusal bütünlüğün parçası olan –atıyorum bir bakıyorsunuz, sevgili karakterimiz arkada çalan parça sandığınız şeyi radyoda dinliyor- source music’leri kullanmasıyla The Sopranos belki de ilk adımı attı. Bunda HBO’nun devasa bütçesinin getirisi olarak Jefferson Airplane, LCD Soundsystem, Blondie gibi isimleri kullanma özgürlüğünün etkisi ihmal edilmemeli tabii.
İlk namı yürüyen müzik süpervizörü ise bizde Medcezir olarak uyarlanan gençlik dizisi The O.C. için yaptığı işle -daha sonra Grey’s Anatomy ve Mad Men gibi işlerde de yer aldı- Alexandra Patsavas oldu. Sopranos’un aksine dizinin müzikleri Death Cab for Cutie, Imogen Heap ve The Killers gibi daha indie isimlerden oluşuyordu. Bütçe sebebiyle alınan bu karara rağmen dizinin takipçilerinin belki de ilk defa dizide duydukları bu sanatçıların peşine düşmesi gibi bir durum görüldü. Neden olabilir, lütfen çok kısa düşünme süresi verin kendinize. Bulursanız bu işi biliyorsunuz.
Evet, anahtar kelimemiz gençlik dizisiydi. Patsavas, gençlik dizilerinin etrafında hızla toplayabildiği hayran kitlelerinin, dizinin müzikleri adına da yükseltici etkisi olabileceğinin somut bir örneğini sunmuş oldu. Ayrıca müzik süpervizörlerinin kısıtlı bütçe söz konusu olduğunda yeterince tanınmamış sanatçılara yer vererek yapabilecekleri konusunda vizyonları açtı. Bu gençlik dizisi meselesini sonraki başlıkta Euphoria ve Bridgerton -ki bu dizide de Patsavas’ın imzası var- örnekleri üzerinden de konuşacağız.
Müzik süpervizörlüğünde bir başka kural koyucu ise şüphesiz Breaking Bad, Six Feet Under, The Walking Dead gibi dizilerin müziklerinin sorumlusu Thomas Golubić. Golubić, Six Feet Under için yaptığı karakterlere özgü -şu an maalesef ulaşılamayan- listeleri Spotify’da yayınlayarak Stranger Things’in yaptığını yıllar önce yaparak dizilerin müziklerinin seçiminde karakter okumalarının önemini göstermişti.
Hakkında çeşit çeşit dergiye yazı yazdıran, geniş bir yelpaze oluşturan müzikleriyle Girls de başka bir yere oturuyor. Manish Raval, seçkisinin sırrının sahneyle ironi oluşturacak parçaları seçmek gibi oyunlar oynamakta olduğunu söylüyor. Bu öyle iyi işleyen bir hamle oluyor ki kendisinden sonra gelen sayısız dizide tekrarlanarak klasik endüstri hamlelerinden biri haline geliyor.
Yeni Nesil Dizilerde Müzik
Tarihte televizyonun kaçıncı altın çağındayız artık orasını bilemem, ama birinin daha içinde olduğumuzu iddia edenler var, demedi demeyin. Online yayın platformlarının domine ettiği bu çağda dizileri müziklerinden ayrı düşünmekse gerçekten imkansız. Sevdiğim dizi biter bitmez müziklerini dinlemeye tek koşanın ben olmadığımı biliyorum. Hadi biraz yeni nesil dizilerde başarılı müzik kullanımlarından konuşalım o halde.
Müzikle ilgili bir dizide müzik kullanımının iyi olmaması saçma olurdu tabii ama Atlanta’nın müzik seçkisinin fazla iyi işlemesi de ayrı bir saçmalık. Dizide çalan her parça sahnelerle ve dizinin karakterleriyle anında bütünleşme kabiliyetine sahip gibi.
Üstelik adını bir eyaletten alan dizinin, bu bölgenin müziğine bolca yer vermesi kadar bu müziğin dışına çıkarken çizdiği duruş da bir saygı niteliğinde. Fader’a verdikleri röportajda müzik danışmanı Fam Udeorji ve müzik süpervizörü Jen Malone, atmosferi kırmamak adına oradan çıkma olmasa da o bölgede dinlendiğini duyabileceğiniz parçaları seçmeye çalışarak dengeyi sağladıklarını belirtiyor. Mekanın aktörlerden olduğu dizilerde nasıl bir tutum izlenmesi gerektiğine dair çok iyi bir örnek. Buna iyi bir diğer örnek olarak Big Little Lies’ı da duydum ama bu yazıda izlemediğim herhangi bir şey üzerine konuşmasam daha iyi. Onun yerine şu harika sahneye bakın:
Jen Malone’un bir diğer başarılı işi Euphoria. Son yıllara damgasını vuran dizide çoğu bölümde wall-to-wall (aralıksız) müzikle karşılaşıyoruz. Bu da birçok bölüm için 30’a yakın şarkı olacağı anlamına geliyor. Ve birçok sanatçının müziklerinin “uygunsuz” görebilecekleri durumlarda kullanılmamasını isteyeceğini hesaba katarsak, epey zorlu bir iş.
Jen Malone bir röportajında diziye başlamadan önce gençsen neredeyse her daim; arabada, odalarında, partilerde müzik dinliyor olacağını bildiğinden bölümlerin büyük çoğunluğunun müzikle bezeli olacağını öngörebildiğini söylüyor. Bu gerçekten hassas bir nokta. O.C. için konuşurken bahsettiğim gibi gençlik dizileri; etrafında oluşturabilecekleri kitlelerden alabilecekleri güç kadar kaçınılmaz hedef kitlesi gençlerin, yeni bir şeyi duyup yakalamakta daha iyi olmalarıyla öne çıkıyor.
Kimin yeni konuşulacak sanatçı olacağını belirleyenler de onlar. Post-genre yazısında da belirttiğim gibi şirketler belirleyici güçlerini kaybediyorlar, neyin ”trend” olacağını seçemiyorlar. Onlar gözünü açıp kapayıncaya kadar trend olan şeye ayak uydurmaktan başka çareleri kalmıyor ve geç kalmış oluyorlar. Bu tür bir dizide müziklerle izleyiciyi kazanmış olmak bu yüzden aşırı derecede önemli.
Bridgerton’da ise bu kitleye oynamak için daha enteresan bir yol denenmiş. Daha önce de bahsettiğimiz bir isim, Patsavas’ın sorumlusu olduğu dizide Billie Eilish, Ariana Grande gibi popüler şarkıcıların parçaları dönem dizisine uygun bir şekilde orkestral derlemelerle kullanılmış. Bunun neticesi de izleyicilerin şarkıları hızlı tahmin etme yarışlarına girmesi olmuş. Patsavas’ın her ne kadar parçalar enstrümantal kullanılsa da kullandıkları şarkının popülaritesi sebebiyle sözleri yine sahneyle uyuşabilmeleri için dikkate aldıklarından bahsetmesi de enteresan bir not.
Son yılların başarılı- ve müziklerini tek geçeceğim- dizilerinden Master of None’ın müzik süpervizörü Zach Cowie, bir röportajda herkesin yükseldiği ve düzenlendiğinde harika oturan bir parçayı yasal süreçlerde kaybetmeleri sonucu yerine geçecek hiçbir şarkının tatmin edici olmayacağını bir ilke olarak tanımlıyor.
Buradan yakın zamandaki en acayip dizilerden birine geçelim. I May Destroy You’da bir sahne var ki hiçbir şey yazmadan şuraya koysam en iyi müzik yerleştirmelerden biri olduğunu kabul edersiniz, ama spoiler koşulları beni bundan alıkoyuyor. Londra rap’ine güzel bir saygı duruşu olan dizi müzikleri kritik sahnelerde rotayı gospel’e kadar bile kırarak afallatıyor.
Dizinin müzik süpervizörü Ciara Elwis, NY Times’a verdiği röportajda özel beste yaptırmak yerine şarkı yerleştirmeyi seçmelerini açıklarken aslında bu seçimin ne durumlarda gidilmesi gereken iyi bir yol olduğunu da ortaya koymuş oluyor: (Spoiler vermemek için epey boşluklu bir cümle kurulmuş ama idare edin.) “Böylesi ağır bir konunun işlendiği dizide ana karakterin başına ne geleceği ve bunun zamanla nasıl yorumlanabileceği kestirilemediği için insanlara “bakın üzgün bir sahne, üzgün hissetmeniz lazım” tutumuna girmek istemedik, olaylar kadar insanların düşüncelerini de muğlakta bırakmak adına beste kullanmamayı seçtik.”
Türkiye???
Sütten yanmaktan Türkiye’den bahsetmeyi sevmiyorum artık ama hadi iki kelime etmiş olayım, bunun da bir zararı olmaz herhalde. Türkiye’de genelde Toygar Işıklı’yı tutup dizi bestesi yaptırmak beklenen olsa da- bu, bunun yazısı değil- özellikle internet dizilerinin artmasıyla dizi müzikleri için seçki oluşturulma yoluna daha sık gidildiğini görmeye başladık. İyi bari Pinhani, Kavak Yelleri’nde kalmadık denebilir. Ama hayır tabii ki ancak İnsan İnsan, Fi’ye kadar yükselmedik. Tabii tek görülen gelişme internet dizilerinde demişim gibi olmasın, sadece bilmediğim dizilere bulaşmamaya çalışıyorum.
Muhtemelen Masum dizisinin müzik seçkisinden sonra gözler açılmış olacak ki art arda başarılı müzik kullanım örnekleri gördük. Uysallar’da punk kültürüne daha çok nüans yapılabileceği gerçeğine rağmen çok başarılı müzik yerleştirmeleri bizi karşılıyordu. Aşk 101’den güzel bir örnek yukarıda sizi karşılamış olmalı zaten. Ancak oldukça enteresan bir yerleştirme seçimi Bir Başkadır’dan geldi. Dizinin yaratıcısı Berkun Oya, bölümlerin sonunu Ferdi Özbeğen’den birer kliple kapatarak unutması zor müzik yerleştirmesi anları yaratmıştı.
Napıyorlar Şimdi Tam Olarak?
(Dikkat: Yazının bu kısmı işin detayına daha çok inmek isteyenler için olacak. İşin ehlilerinin tariflerine ve bolca röportajdan alıntıya yer verilecek.)
Thomas Golubić, Under the Radar Mag’e verdiği röportajda işi çok güzel bir noktadan tarif ediyor. “Oyuncular gibi biz de belirli bir sahneye uyacak beş farklı yaklaşımı öngörmeye çalışıyoruz.” diyor. Başlangıçta değindiğim gibi müzik süpervizörlüğünün tek olayı dizi için bir liste oluşturmak değil. Yasal adımlardan sorumlu olmakla birlikte besteciler ve şarkı yazarlarıyla görüşmeleri ile müzik pazarlama hamlelerinin de çoğu müzik süpervizörlerinin sorumluluğunda oluyor.
Genelde film özelinde gördüğümüz Tarantino, Wes Anderson, Edgar Wright gibi örneklerle –ki bu isimler hikaye anlatıcılığında müziğin önemini senaryonun içine yaptıkları müzik yerleştirmeleriyle hepimize gösterdi– müzik yönetiminin yönetmenin harcı olduğu düşünülebilir, ancak birçok örnekte yönetmenin bu alanda da her alanda olduğu kadar müdahale hakkı olduğu dikkate alınmalı. Ancak yönetmenin biri inatla 777. kez “Gimme Shelter”, “White Rabbit” falan kullanmak istiyorsa orada ona bir dur deyin.
Master of None’ın müzik ekibinde yer alan Kerri Drootin olayı şöyle açıklıyor: “Birçok insan en sevdiğin şarkıları ‘Harika bir müzik zevkim var ve bunu göstereceğim’ dercesine dizilere yerleştirebileceğimizi zannediyor. Ancak yapımcılar için çalışıyoruz ve diziyi onların istediği gibi sunmayı hedeflemek durumundayız. Çoğu zaman hoşumuza pek gitmeyen müziklerle uğraşıyor olabiliyoruz ve gerçekten düşünebileceğinizden daha sık egomuzu bir kenara bırakmamız gerekiyor.”
Özellikle müziğin nasıl olması gerektiğine dair güçlü bir vizyonu olan yapımcılar olması durumunda neler olduğunu ise bir röportajında Manish Raval açıklıyor: “Girls’te son söz Lena Dunham’da gibi hissediyorduk. Böylece yıllar içerisinde onu daha ve daha fazla tanıdık, onun kişisel zevkini bulmayı istiyorduk.”
Müzik süpervizörlerinin sürece ne zaman dahil olduğuna gelirsek; çoğu zaman cevap senaryo bir araya geldikten sonra olsa da Breaking Bad’in müzik süpervizörü Golubić, ikinci sezonla birlikte müziğin hikaye anlatıcılığında oynadığı rolü fark etmeleriyle senaryo yazılmadan işe koyulduklarını anlatmasıyla farklı bir yaklaşım ortaya koyuyor.
Ki düşününce senaryo bile yokken nasıl müzik seçildiği, senaryo varken nasıl seçildiğinden pek de uzak değil. Karakter örgüsü baz alınarak sorulan ilk soru “bu karakter ne dinlerdi?” oluyor sonuçta. Farklı durumlarda da karakterin vurgulanmak istenen bir özelliği, duygusu veya hikayesi gibi çeşitli kollardan gidilebiliyor. Her bir karakterle empati kurmadan kotarılabilecek şey değil.
Müziği seçtik ettik, gelelim sıkıcı kısma. Müziğin yayınlandığı plak şirketiyle, parçanın yapımında rol almış her müzik yazarıyla, hatta ve hatta parça sample bulunduruyorsa bu sample’ın sanatçısıyla görüşüp kullanma koşulları hakkında anlaşmaya varmak gerek. Daha sıkıntılısı da olabilir. Müziğini kullanacağınız sanatçı vefat ettiyse parçanın durumunu öğrenmek için biraz dedektiflik yapmak gerekiyormuş. Ölüm ilanlarının -evet…- peşine düşüp akrabalarına falan ulaşmak gibi yolları gitmek bu sektörde gayet normalmiş.
Atlanta örneğini konuşurken dizide Atlantalı indie sanatçıların kullanımına değinmiştik. Ancak Malone’un bir röportajda dikkat çektiği ironik bir nokta var. Bu sanatçıların böyle iyi bir dizide müzikleriyle boy göstermesi, büyük şirketlerle anlaşma imzalamalarına sebep oluyormuş ve artık müziklerinin dizide kullanımı için geçeceği lisanslama işlemleri daha kompleks olduğundan bu sanatçıları kullanamaz duruma gelmişler. Bu durum aslında her zaman yeni sanatçıların peşine düşmenin ideal olduğu koşulları göz önüne seriyor.
O zaman aslında bu işte de- bütçe etkisiyle de olsa- biraz A&R (yeni müzisyenleri keşfedici bireyler) sosu var diyebiliriz. Müzisyenlerin sağlam tek gelirinin canlı performanslardan kazandıkları olduğu bugünlerde hem tanınırlık kazanmak hem de telif hakkından gelir elde etmek adına diziler önemli bir konumda.
Peki bu alanın tanınırlığı ne kadar? Emmy ödülleri 2017’de müzik süpervizörlüğünü tanıyarak ödül vermeye başladı. Oscarların ise pek tanıdığı söylenemez. Ama sorun değil. 2010’dan beri kurdukları GMS (Guild of Music Supervisors)’de kendi kendilerine ödül veriyorlar. Daha fazla ismi öğrenmek için oraya bir bakabilirsiniz.
Oscarlarda hala tek müzik kategorileri en iyi orijinal şarkı ve en iyi orijinal beste. Ve de oylayanlar filmde parçanın nasıl bir bağlama oturduğunu bilmelerine gerek olmaksızın yalnızca parçanın kullanıldığı kısmın klibini izlemekteymiş- resmen utanç ya, kapatın artık şu Akademi’yi. Ha ama 2017 yılında En İyi Film Müzikleri Albümü kategorisinde film için yapılmış beste ve parçalardan oluşmayan albümleri kabul etmeyi lütfetmişler, pardon.
Müzik süpervizörlüğünün büyümesinin henüz ilk adımlarına şahit oluyoruz. Bu yazı boyunca harika müzik yerleştirmelerine sahip olmalarıyla değindiğim birçok dizinin son yılların yapılmış en iyi dizilerinden de olması bir tesadüf değil. Neden mi? Hikaye anlatıcılığı tereyağı ise müzik üzerine sürülen bal. Böyle ciddiyetsiz bir cümleyle bitirmeyi amaçlamamıştım, sadece 10 dakikadır ne yazsam diye bakmaktan sıkıldım. Umarım yeniden başka bir yazıda görüşürüz.