Son zamanlarda kuzeyden yayılan yalın ancak çarpıcı müzisyenlerle etrafımız sarılmış gibi. Belki de kuzeyde ve hemen hemen her şeyden uzakta olmak müzikleri için gereken izolasyonu sağlıyor. İşte bu yalın indie müziğin Norveçli temsilcilerinden sevgili Pål Moddi Knutsen ya da sahne adıyla Moddi (ve yardımsever arkadaşları) ile keyifli mi keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Sıcaklığı ve neşesiyle mesafeleri unuttuk!
Bu klasik bir başlangıç olacak ama Moddi projesinin nasıl başladığını merak ediyoruz. Anlatabilir misin biraz?
Ha ha! Bu klasik ama yine de komik bir başlangıç. On altı yaşımda gitar çalmaya başlayana kadar hiçbir enstrümanı çalamıyordum. Çocukluğumun geçtiği evin bodrum katında annemin eski akordeonunu bulana kadar hiçbir şey bana ilham vermiyordu. Tüm hayatım boyunca ben fark etmeden orada öylece duruyormuş. Bir hafta geçmeden aynı zamanda ilk albümün çıkış parçası olan Rubbles’ı onunla besteledim. Sanırım akordeondan doğan bir fikirdi ve o akordeon hala benimle beraber yaşıyor.
Yaklaşan albümün Set the House on Fire’dan bahsedelim biraz, nasıldı süreç?
Peki, Floriography üzerinde iyi organize edilmiş, üzerinde çok düşünülmüş ve baştan aşağı iyi planlanmış bir albümdü. Bu albümü yaparken, ne genel olarak herhangi bir fikrimiz vardı ne de nasıl bir yön izleyeceğimizi biliyorduk. Sadece birçok güzel şey ortaya koyabilecek bir avuç dolusu şarkımız vardı. İçinde elektronik efektler ve akordeon kullandığımız bir horn section eklemeyi düşündük. ama hepsinin ortası bir şey oldu. Şüphesiz ki hala “Moddi”.
Peki, sana ne ilham veriyor?
Her şey! Arkadaşlarımdan, TV bilim programlarından, sosyoloji kitaplarından, başka insanların müziklerinden, politikadan. ilham alabilirim. Buna rağmen daha çok çalışırken şarkı yazmaya eğilimim var. Norveç’de aynı zamanda üç farklı üniversitede sosyal bilimler okuyorum. Turne olduğunda okulla birleştirmeye çalışmak biraz karışıklığa yol açıyor ama bu yoğun çalışmanın verdiği ilham olmazsa şarkı yazmayı bırakabilirim.
Bu güne kadar sahnede yaşadığın en garip ya da en unutulmaz olay neydi?
Ah, neredeyse bütün konserler unutulmaz. Her birinin sahnesini ve set listesini ezberlerim. Ama yine de birini seçmem gerekiyorsa sanırım bu 2010’da sahne aldığımız Trena Festival‘ i olurdu. Büyük bir mağaranın içinde çaldık ve dışarıda 1200 kişilik bir kalabalık toplanmıştı. Bu oldukça özel bir deneyimdi, asla unutmayacağım
Özel olarak merak ettiğim bir şey var, Thimbleweed single’ı. Açıkçası bu single’a aşık olduğumu söylesem abartmış olmam. Thimbleweed’in kayıt sürecini anlatabilir misin biraz?
Aaa, teşekkürler! Thimbleweed iyiden fazlasıydı, diğerlerinden biraz ayrı. Turlardan çok yorulmuştum ve tekrar konser verip vermeyeceğimden pek emin değildim. Ama hayranlarıma bir şey vermek istedim ki onlar şarkı yazmak isteme nedenlerim arasında ilk sırada. Böylece onlara hoşça kal demeden önce verebilmek için bir kayıt yapmaya karar verdim. Bir teşekkür gibi… Kaydı orkestra olmadan bir günde tamamladık. Arka plandaki sesler son birkaç yılda çok fazla zaman geçirdiğim yerlerden biri olan Paris metrosuna ait. Ara vermeden önce dünyayla bu şarkıyı paylaşma fırsatım olduğu için memnunum.
Müzik teknolojinin de etkisiyle çok hızlı yayılıyor. Dijital olarak erişilen albümler, sosyal paylaşım siteleri, çevrenin ne dinlediğini görebildiği eklentiler ile insanlar müziğe daha kolay ulaşıyor ve daha hızlı etkileşiyor. Hangi sosyal medya kanallarını kullanıyorsun ve bu durumu nasıl yorumluyorsun? Müziğini etkileyen yanları varsa bunlar nelerdir?
2008 yılında Myspace’in sunduğu olanaklar olmadan, müzik yapamazdım. Kuzeyden olmak hemen hemen her şeyden uzak olmak demek ve eminim ki internet olmasaydı insanlara ulaşma olanağım olmazdı.
Bugünlerde her şey biraz daha karmaşık. Kişisel bir facebook hesabım yok ve dolayısıyla sosyal medya tarafından rahatsız edilmiyorum. Akılı telefonum birkaç ay önce çöpü boyladı. Yani demek istediğim insanlar kendileri için seçim yapmak zorunda. Eğer sosyal medya müziği keşfetmek için istedikleri bir yolsa onları bundan yoksun bırakamam. Şahsen, kişisel ip uçlarımı yakın arkadaşlarımdan almaktan hoşlanıyorum. Benim keşfetme şeklim bu.
Müzikle ilgili ilk anını anlatır mısın?
Beş yaşındaydım ve yerel bir radyo programında ilk defa şarkı söylemiştim. Annem radyo spikeriydi. Performansım hakkında sadece güzel yorumlara ulaşabildim.
Bugüne kadar izlediğin en kötü film?
Ha ha! Aslında çok nadir film izliyorum ve ne zaman izlesem içinde beni etkileyen bir şey bulurum. Daha çok kitapları tercih ediyorum.
Müzik piyasasında olduğun süre içinde nelerle karşılaştın? Ve bu konuda henüz yolun başında olan müzisyenlere ne gibi öneriler verirsin?
Bildiğiniz gibi, insanlar için temel tavsiyem çok fazla albüm satmaya ya da ünlü olmaya odaklanmamaları olur. Yaptığımız onca şeye rağmen, hala hayatta kalmak için yeterli parayı kazanmak uğruna savaşıyorum. Bu yüzden ne çeşit müzik yapıyor olursanız olun, amacınız daima içtenlikle iyi müzikler yazmak ve sunmak olsun. Dünyanın daha çok samimiyete ihtiyacı var.
Bize herhangi bir günü nasıl geçirdiğini anlatabilir misin? Mesela bugün?
08.00’de kız arkadaşıma sınava hazırlanmasında yardımcı olmak için uyandım. 09.12′ de tekrar uyandım ve uyuyakaldığımı fark ettim. 09.20′ de ofisimde bir sonraki turne ve albüm hazırlıkları ve planlamalarını yapmak için çalışmaya başladım. 10.45′ de pencereni önünde prova yaptım. Pazar günü konserim var ve bunun için önceden hazırlanmam gerekiyordu. 13.20 de bu röportajı cevaplamaya başladım. Hemen hemen normal bir günüm böyle.
Seni Türkiye’de görmek harika olurdu. O yüzden buradaki dinleyicilerin adına soracağım; ileride bir gün İstanbul’a gelir misin?
Geleceğim! Sadece ne zaman olduğunu bilmiyorum. Türkiye hiçbir zaman merkez pazarımızda olmadı çünkü oldukça uzun bir mesafe var. Ama söz veriyorum üçüncü albümümü yayınlamadan önce İstanbul’ u ziyaret edeceğim. Sadece zamanla ilgili.
Umarım bir gün seni burada izleyebiliriz. Yoğun programın arasında bize zaman ayırdığın ve sorularımızı cevapladığın için teşekkürler Pål!
Ben de teşekkür ederim, sevgiler!
Seray Şan



