Louis Cole: “Rüya Görmediğim Bir An Bile Yok”

Son güncelleme:

Kapak Fotoğrafı: Richard Thompson III

Caz-funk ikilisi Knower’ın ve (bir iddiaya göre) eklektik çılgın ikili ClownCore’un yarısı, davulcu, multi-enstrümentalist, prodüktör, müzik vizyoneri, müzik nerd’ü, havalı bir adam… Bilmeyenler için buyurun Louis Cole’un küçük bir özeti. Kendisi koskoca bir orkestra olan Metropole Orkest ile Jules Buckley’yi yanına aldı; kariyerinin belki de en iddialı albümünü çıkardı çıkaracak. nothing 9 Ağustos’ta tüm mecralarda yerini almadan önce Cole ile kısaca Zoom açma şansımız oldu. Konuşulanların dökümü ise aşağıda.

Nasılsın, hayat güzel gidiyor mu?

Hayır, ama albüm güzel oldu. (gülüyor)

Bana sorarsan müzikal anlamda en iddialı projelerinden birinin adını nothing (Hiçbir Şey) koyman hem çok yerinde hem de şairane bir hareket. Etrafımızdaki her şeyin en nihayetinde hiçlikten ortaya çıktığı düşüncesi beni daima etkilemiştir. Albüm için bu ismi seçerken nasıl bir fikir sürecinden geçtin?

Beni çok tatmin eden bir şarkı yazmıştım sadece. Basit bir şarkı olsa da en azından benim için etkisi oldukça büyük oldu. Üstünde çalışırken çok sevdim kendisini. Adını “nothing” koydum, bu proje kapsamında son yazdığım şarkılardan biriydi. En sevdiğim parçaydı ve bir başka parçada daha aynı sözcük geçiyordu. Ben de “İyi o zaman, albümün adını nothing koyayım.” dedim.

O sözcük şarkılar için bir tutkal oldu diyebiliriz galiba.

Evet, sanırım. Böyle hissettirdiği kesin.

Albümden önden yayınladığın teklilerden birinin adı “These Dreams Are Killing Me” (Bu Rüyalar Beni Öldürecek). Sık sık rüya görür müsün, neler görürsün?

Ne zaman uyusam rüya görürüm. Rüya görmediğim bir an bile yok. Sadece uyku hapı almışsam rüya görmem. Bir uyanırım, sanki anında uyuyup uyanmışım gibi gelir. Ancak doğal bir şekilde uyuyorsam daima rüya görürüm, aşırı da garip şeyler yaşanır rüyalarımda. Belli bir temada düş gördüğümü sanmıyorum ama.

İşlerini sen bunun farkına varmadan etkileyen aktif bir bilinçaltın var gibi geldi.

Bence bu çok mümkün. Evet, muhtemelen vardır. Bence kimse bu soruya kesin bir şekilde evet ya da hayır diyemez, sonuçta hiçbirimiz olup bitenleri tam olarak anlamıyoruz; ama şahsen bende durumun bu olması son derece makul geliyor.

nothing, içinde koca bir orkestranın ve onlarca insanın barındığını hesap edersek oldukça büyük bir proje.

Evet, çok kişi var cidden.

Kayıt alırken ev stüdyonda kendinle olmayı tercih eden birisin. Böylesi bir projeye adım atarken konfor alanından çıkıyormuş gibi hissettin mi? Malum, bu albüm bir de stüdyoda değil, canlı performanslarda kaydedildi. O kalabalığın içinde bulunmak senin için cesurca mıydı?

Kesinlikle. Farklı bir deneyim sonuçta. Daha önce yaylılar ve üflemelilerde overdub yaptım, ama bunca insan birlikte çalıyorken işin rengi değişiyor. Büyük bir insan grubu performans sergilerken durumu optimize etmek için şarkı yazımında ve aranjede belli şeyleri göz önünde bulundurman gerekiyor Kesinlikle konfor alanımın dışındaydı. Bu bana heyecan verdi ama, mutlu hissettim.

Metropole Orkest ve Jules Buckley ile bu fikir üstüne ilk nasıl iletişime geçtiniz?

Onlar bana ulaştı, bize müzik yazar mısın dediler. “Elbette!” dedim. Çok heyecanlanmıştım.

Funk-caz üslubunu onların organizasyon biçimlerine entegre etmeni nasıl karşıladılar, hemen olumlu yaklaştılar mı?

Demolarımı ilk duyduklarında biraz garipsediler, yalan yok. Distorte ve bir tık da kaba tınlayan lofi demolardı. Ucuz midi sound’ları falan vardı. İlk kez açıp dinlediklerinde “Bu iş olmayacak galiba!” dediler. (gülüyor) Tüm aranjmanlarımı değiştirmeye çalıştılar. Sonunda hep birlikte ilk hâllerine döndürdük neyse ki. (gülüyor) Müziği duyup biraz sindirmeye ihtiyaçları vardı sadece. Projenin sonunda eksiksiz bir karşılıklı güven geliştirmiştik.

Zaten yayınlanan parçalardan güzel bir kimya tutturduğunuz anlaşılıyor; ama malum, bu parçalardan bir albüm oluşturmak için sayısız canlı kaydı gözden geçirmen gerekti. Albümün son hâlini tayin etmek senin için ne kadar kolay ya da zordu? Bu albümde yer almayan, belki sonra kullanırım dediğin parçalar oldu mu?

Güzel bir soru bu. Albüme almadığım birkaç şarkı var. Onları hâlâ seviyordum, ama bir yerde durmam lazımdı. Albüm diyeceği her şeyi demiş gibi hissettim. Acaba burada olsa mıydı dediğim birkaç parça, seçkiye aldığım parçaların ise aralarından seçmesi zor geldiği için kullanmadığım versiyonları var. “Bu geceki performans şu geceden iyiydi, o da şundan iyiydi.” diye diye işler çetrefilli bir hâl aldı. Başka çok iyi versiyonları olan, ama birini seçmek zorunda kaldığım parçalar oldu. Aynı şarkının farklı farklı hâllerini yayınlamak istemedim.

Bu yükün bir kısmına veda etmek iyi bir his olsa gerek. Belli şarkılardan vazgeçmek insana bir bakıma güç bile verebilir.

Evet, doğru. Bunun iyi bir his olacağını bilmiyordum açıkçası, ta ki bir gün her şeyin miksini yaptıktan sonra “Bir şarkı listesi yapayım.” diyene kadar. Şarkıları iyi olduğunu düşündüğüm bir sıralamaya aldım, baştan sona dinledim, sonra “Vay! Bu bir albüm olarak, bütünlüklü bir çalışma olarak oldukça iyi.” diyebildim. Şarkılar hayalini kurduğum her noktaya gidiyor, başarmak istediğim her şeyi başarıyor. Tek bir oturuşta dinleyince de çok iyi tınlıyor bence. Normalde albümlerime bu gözle bakmam, ama bu o açıdan oldukça iyi hissettirdi. Dâhil etmemin şart olmadığı hiçbir şeyi dâhil etmemek de beni ayrıca mutlu etti.

Bu albümden son hâline getirmesi en kolay ve en zor iki parçayı seçsen bunlar hangileri olurdu?

Dur bir şarkı listesine bakayım.

İkinci şarkı “Things Will Fall Apart” prodüksiyon açısından baktığımdan mikslemesi en zor parçaydı. Belki de 70 farklı şekilde mikslemişimdir.

Vay.

Evet. (gülüyor) Yazması en zor şarkı da yedinci sıradaki “nothing” oldu diyebilirim. Yaylılar için bir şarkı yazıp bir de yazdığım şeyi aynı anda sade, zamansız, duygusal etkisi yüksek ve bir şekilde taze kılmak kadar zorlayıcı bir şey düşünemiyorum kendi adıma. On iki senedir öyle bir şarkı yazmaya çalışıyorum, sonunda başardım. Sanırım yazması en zor olan da oydu.

Kolay şarkıya gelirsek… Aslında en kolayı mıydı bilmiyorum, ama içimden kolayca çıkan bir şarkı, üçüncü parça olan “Life” idi. Öylece akıverdi. Miks kısmı da nispeten kolaydı. Yazması kolay olan kısa şarkılar var albümde, “Who Cares” adlı parça gibi. Minik bir geçiş parçası sayılabilir. Şarkı uzunluğundaki parçalar içinde en kolayı kesinlikle “Life” idi ama.

Müzik dinleme platformunun arama geçmişine göz attığında dinlediğin son üç şarkı nedir?

YouTube Music kullanıyorum. Bakayım hemen.

Morten Lauridsen’dan “O Nata Lux” var. Sonra da Boards of Canada’dan “Kiteracer 2” ile “Korona.”

Şahsen müzik videolarına da bayılıyorum. İçinden birinin yapımına dair eğlenceli bir anı paylaşabilir misin?

Dur bir YouTube’uma bakayım… “Let It Happen” videosunu hazırlamak çok zor ve açıkçası oldukça da stresliydi. Ama öyle bir sistem kurmak kimi zaman da aşırı eğlenceliydi. (gülüyor) Benim çeken arkadaşımdan bir kilometre uzakta duruyor, arayıp “Beni görüyor musun?” diyordum. Çok uzaktan bana doğru kamerayı zumluyordu. Cebimde bir metronom vardı, şarkının ritmine ayarlıydı. “İki bar şeklinde şarkı söyleyeceğim.” dedim, o da bu sayede ne zaman zumlayacağını takip edebildi. Sinir bozucu ve zahmetli bir işti, ama çok da havalıydı.

Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. Senin anıt taşında hangi şarkı sözünüz yazsın isterdin?

Dur bir bakayım.

Benim yüzümden çok fazla şeye bakıyorsun bu akşam.

Evet. (gülüyor) Sorun yok.

Sanırım bir anıt taşta yer alacaksa yeni albümümden “Life”ın nakaratını seçebilirim: “Be here, be lost / Go through, a lot / Pass on, forgot / Yeah life, so hot.” (Burada ol, kaybol / İlerle, bol bol / Unut, yol uzak / Hayat, çok sıcak.)

Louis Cole’un Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.