Leonard Cohen dostu Bob Dylan‘la ilgili şu anekdotu aktarmayı çok severdi:
Bob bana “Hallelujah’ı ne kadar sürede yazdığımı sordu. “Birkaç yıl,” dedim. Aslında 7 yılda yazmıştım o şarkıyı! Sonra ona “Just Like A Woman”ı kaç yılda yazdığını sordum, “15 dakika” dedi. Şarkıları yazma süreçlerimiz böyle ayrışıyor işte.
Cohen, yaşamının sonuna dek sıkı dost kaldıkları Bob Dylan ile belli konularda benzeşir, belli konularda böyle ayrılırdı. Heyhat ikilinin birbirine hayranlığı bir an bile eksilmedi. Dylan 2016’da edebiyat alanındaki çalışmaları ile Nobel ödülüne layık görüldüğünde Cohen’e bu konudaki fikirleri sorulmuş, o da “Bana göre bu, Everest Dağı’nın tepesine en yüksek dağ olduğu için bir madalya asmaya benziyor,” demişti.
Ölümünden birkaç hafta önce yapılan bir söyleşide, Cohen ibreyi bir kez daha meslektaşı Dylan’a çevirmiş:
Bence Bob Dylan şunu hepimizden iyi biliyor: Şarkıları yazan kesinlikle siz değilsiniz. Şansınız yaver giderse bedeninizi yıllarca sağlıklı ve hevesli tutarsınız. Şansınız yaver giderse kendi niyetleriniz bu konuda fazla söz sahibi olmaz.
2008 tarihli bir başka söyleşide ise şunu söylemiş Cohen:
(Bob Dylan) konserine gittim. Muhteşemdi. Nice Dylan konserine gitmişliğim vardır. Bu defakinde otelden konser salonuna çıkan özel bir yol vardı, kendi kabininizin içinden konseri izleyebildiğiniz özel bir alana ulaşabiliyordunuz. Biz de o kabinlerden birindeydik.
Daha önce hiçbir konser salonunda şahsi kabinimin içinde bulunmamıştım. Eğlenceliydi. Baya bir grup üyesi de ziyarete geldi. Ama çok gürültülü ortamdı. Neyse ki davulcumuz Raphael’in kulaklığı vardı da bize dağıttı. Ne de olsa bizim çaldığımız müzik yumuşak, 3-4 aydır onu dinlemeye alışmışız.
Sharon Robinson’ın da dediği gibi, Dylan’ın seyircisiyle çok gizli bir iletişim şekli var. Biri Ay’dan çıkıp konseri izlemeye gelse olup bitene anlam veremeyebilir. Bu vaka nezdinde konuşacak olursak, Bob sırtını seyircilerin yarısına dönmüş halde org çalıyordu, şarkıların içinde koşuşturuyordu. Şarkıların bazısı tanınmaz haldeydi, ama bunu kimse umursamadı. Ne onlar, ne de ben oraya şarkıları tanımak için gelmiştik.
Olan şey bir başkaydı, apaçık meydanda olan bir dehanın takdir edilişiydi aslında. Bu dahi onca insana öylesine derinden dokunmuştu ki, seyircinin tek ihtiyacı sembolik olarak o an, orada bulunmaktı. Önemli olan şarkılar değildi, bir şarkıyı ve sana ne yaptığını hatırlamaktı. Böyle de enteresan bir etkinlikti bu.