Lara Di Lara – Sudaki Çığlık

Sudaki Çığlık ilk başta diğer pek çok albüm gibi kişisel tecrübelere ayna tutar gibi görünüyor. Zamanla bu ayna devleşiyor, devleşiyor ve çevremizdekileri, dünyayı suretimizle bütünleşmiş halde görüyoruz. Burada ihtişam ve zarafetle birlikte acıyı da deneyimliyor, bu cesurca yüzleşmenin ardından yeniden doğmayı umut ediyoruz. Lara Di Lara tüm dürüstlüğünü filtresizce sözlere, notalara dökerken bu girişimden her köşesi epik bir yolculuk yaratıyor.

Dile kolay 19 şarkılık yolculuk, elektronik pop altyapısına dakika başı yeni anlamlar katıyor, ruhunda ozan müziğine, blues’a, progresif rock’a göz kırpıyor. Dinleyicinin algılarını başarıyla açan “Intro” bizi sonlarına kadar enstrümental bir parça olduğu yönünde kandırarak pop müziğin yazılı kurallarına daha en baştan karşı çıkıyor ve önderlik edeceği şarkılara bu çizgide yeni bir şablon çiziyor. Güneşi arayan gitarlarıyla insanın içini ısıtan “Yelpaze”, gotik hissiyatlarla açılıp çok sonra harika biçimde vites değiştiren “Kayboldum”, kendini cazın kollarına teslim eden “Boyutlar Arası Gökkuşağında” albümün enerjisinde çıtayı durmadan yükselten duraklardan bazıları.

Derken can yakacak denli hakiki bir şiir, virajlarla dolu bu heyecanlı yolculuğu bütünüyle gerçek ve somut kılıyor. “Akıyorsun” o vakte kadar müziğin suda yarattığı yansımaya dalıp gitmiş bizleri karşımızdaki ayna evrenine ve toplumca tam karşısında dikildiğimiz halde gözlerimizi kaçırdığımız yaralara hapsediyor. Toplumsal belleği, tacizi, tecavüzü, içe doğru atılan çığlıkları ve bunları çevreleyen insanları gözlemliyor: “Sanıyorsun, kandırılıyorsun, kanıyorsun, kanıyorsun yara gibi. Kaybediyorsun. Kaybettiğini kabul etmiyorsun. Etmedikçe balonunda patlıyorsun. Akıyorsun her yere, akıyorsun.” Yüreğimize darbe indiren bu kelamlardan sonra “Keder” adlı bir başka cesur iş geliyor. 15 saniyelik bu pasajın sözleri dolaysız ve sonsuz: “Bir kadere bin keder sığar mı? Sığar!” Bir cümleye de yeri gelir bin gözlem sığar, bunu biliyoruz. Şiirin kudretiyle alakalı bir vaziyet bu.

“Tuzak”ta sergüzeşte Ethnique Punch da müdahil oluyor: “Bakma ben hiç iyi değilim, bilinenlerden hiçbiri değilim. Hala bilinmezlikle münakaşa arasında bir yerlerde mübalağa”. “Sudaki Çığlık” içini dökmeye yavaş yavaş alışan bir sese hayat veriyor, “Gülüşünde” dream pop tarzında bir düşüncelere dalıp gitme vaziyetini ete kemiğe büründürüyor. Akustik gitarın sürüklediği “Savruk” bu çok özel maceraya bir bakıma daha sıradan, öngörülebilir bir final sunsa da albümü bu olağanüstü noktaya getirmenin haklı huzurunu yaşıyor bir bakıma. Tepemize yağan bir yağmurun sesiyle uğurlanıyor, belki de bir sembolik arınma aşamasına adım atıyoruz.

Sudaki Çığlık yaşanmışlıklara dair ezeli ve ebedi bir kavrayışa sahip bir tabiat perisine mikrofon uzatıyor sanki. Cesareti ve azmiyle, akorda ilerlemeleri ve zikzaklarıyla, sonsuz okumaları ve güncel dokunuşlarıyla içi dışı hayatla dolup taşan bir esere tanık oluyoruz. Senenin şimdilik en iyi işlerinden biri.