İçinde hazırladığı kapanış konuşmasının dallanan budakları filizlenmeden önce çok konuşmadığı hâlde geldiği yöreden kenarına, yakasına tutturulmuş bir hikâyesi vardı. Her gün gökyüzü ile yüz yüze geldiği, küme küme ilerleyen bulutların kat ettiği uzun yollar gibi tüm taşkınlığı yere bir bir dökülürken, zamanı deviriyor ve kendisi de devrilebiliyordu.
Yaşanan muhtelif bir zamanın çizgisi eğri büğrü ilerlerken ona artık iki yudum su bile yetmezdi. Kuruyan, büzüşen, kararan kırmızılığına ve bedenine baktıkça su gibi fışkıran zamanın terazinin kefesi belli ki ayarını kaçırmıştı. Sırtı dönük pencerelerin, kapıların ardında mutluluğuna daha öncelerden eklediği gülümseyişlerinin vitrini tozlandığında, zaman geçtikçe onu oradan oraya geçirmiş, buralara kadar uğurlamıştı.
Gözlerimi yerden kaldırıp baktığımda hâlâ oradaydı…
Onun seçemediği ama bizim seçtiğimiz, seçebildiğimiz günlerin içinde kayıp olan ve iz bırakan her şey peşinden sürüklendiğimiz umuttan başka bir şey değildi. İz bırakan gölgemiz bizi ele verdiği zamanlarda her kışın baharında yağan yağmur damlaların içine sakladığımız hislerimiz, sessizliğimizi saydam bir renge boğuyordu. Uzaktan çarpan kapıların sesi rüzgârların habercisiyken, gerçekliğin ve hayalin içine hapis ettiğimiz hep iyi dileklerimiz olmalı, gerçekleşmeliydi değil mi? Ama ya onlar?
Hüzünler, mutsuzluklar, kötülükler düğümlenen ipini koparıp rüzgâra kapılıp gitmeliydi. Çünkü insan, işine yarayan bir şeylerin iyi, yaramayanlarınsa kötü olduğuna inanırdı. Dürüst bir hata bile yapmak zorken içimizde öldürdüğümüz ama ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyleri tekrardan öldürmeye çalışıyorduk. Bu yüzden parçaları birleştirdiğimiz zaman yapbozu tamamladığımızda, görebildiğimizde doğru kararlar alabileceğimizi sonradan hep geç görüyorduk.
Gözlerimi yerden kaldırıp baktığımda artık orada değildi.
Hafızanın içinde bulutlar, kuşlar, çiçekler bile ölürken kuruyan, büzüşen, kararan kırmızılıkta gitmişti, yerinde yoktu. Taşkınlığının devrilişi yere bir bir dökülürken, ne zaman devrildi bilmiyorum ama açık kalmış, çarpıp duran kapının buğulanan mutfak penceresi nereye gittiğinin habercisiydi.
Buğulanan mutfak penceresinin dışında bir yerlerde, balkondaki duvara asılmış, kurutulmuş biber dizilerinin düşünceleri, arkasında geçmiş ve geleceği harmanlandığı nostaljik bir hava bırakıp öylece gitmişti.
O içindeki nemin kurumasını beklerken yolculuğunu bitirmiş, bizler ise saklandığımız o tozlu vitrinlerin arkasına yapıştırılmış gazete satırlarının arasında bir yerlerde parçaları birleştirmeye çalışırken bir yandan dallarından yapraklar çıkmasını bekleyen ağaçlar gibi düşüncelerin ve insanlığın içinde iyi bir şeyler olmasını, filizlenmesini bekliyorduk.