Sabah yine sessiz bir güne başladı Elif. Önce yatağından kalktı, tuvalete gitti. Sakince elini yüzünü yıkadı. Aynada bir süre kendine baktı. Göz altlarına gelen çizgileri inceledi. Sağ yanağında gördüğü sivilce onu rahatsız etti ama sıkmak istemedi. Genelde bu tarz sivilce sıkma izlerini vücudunda taşırdı. Sivilceye bir süre zaman vermek istedi, geçer kendiliğinden diye düşündü. Bıyıklarına bakmaya başladı aynada. Bir türlü vakit bulup kuaföre gidemiyordu. Ne kadar da az vakti var insanların iş dışında diye aklından geçirdi ve hızlıca elini cımbıza doğru götürdü. O sırada içi tarak dolu küçük vazoyu düşürüp kırdı. Kızdı kendi kendine, çünkü içerde uyuyan köpeği sıçrayarak yanına gelmişti. Hemen kapıyı kapadı ve vazo parçalarını toplamaya başladı. Söyleniyordu bir yandan, az olan vaktini bir de buna harcamak onu sinirlendiriyordu. Temizliği bitince bıyıklarını almayı tamamen unutmuştu. Hızlıca odasına koştu ve akşamdan hazırladığı kıyafetleri giymeye başladı. Aynada gömleğine baktı, yakalarını düzeltti, çantasından çıkardığı rujdan sürdü. Elif genelde makyaj yapmayı da sevmezdi. Doğallıktan değil de, her gün sil sür ona vakit kaybı geliyordu. Son haline aynada tekrar baktı, ayakkabılarını giymeden köpeğinin kabına mama koydu. Akşama Zapi’yi daha uzun gezdiririm diye düşünürken paltosunu üzerine geçirip hızlıca metroya doğru yürümeye başladı.
Yolda yürürken yıllar önce aynı şirkette çalıştığı, hatta bir dönem çok hoşlandığı Ozan’ı gördü. Selam vermek istedi ama Ozan onu tanımamış gibi suratına anlamsız bakınca selamını yutmak zorunda kaldı. Biraz morali bozulmuştu, sonuçta 4 yıl aynı şirkette çalışmış olmasına rağmen hiç hatırlamaması garipti. Dalgın bir şekilde müziğini dinlemek için kulaklıklarını taktı ve metroya bindi. İçi sıkıştı birden, tarifsiz bir mutsuzluk geldi üzerine. Yeni işini çok seviyordu ama bu onu mutlu etmek için yeterli değildi. Her gece uyumadan bunu düşünürdü. İş neden tek başına yetmiyordu onu mutlu etmeye? Her gece düşünür ama bir cevap bulamazdı. Aslında sevgilisinin olmasını da çok istemiyordu ama bu yalnızlık duygusu onu günden güne ele geçiriyordu. Yalnız olmak, plan yapmamak, gelecekten bir şey beklememek. İşte bu duygular onun içindeki alanı çok sıkıştırıyordu.
Endişeliydi genel olarak. Kendisini sakinleştirmek için birkaç yöntemi vardı. Özellikle en sevdiği yöntemi işe giderken insanlarla ilgili hikayeler oluşturmaktı. Metroya binip etrafına bakınıp kafasında insanlarla ilgili hikaye yazardı rahatlamak için. Ama bugün ruhu her zamankinden daha fazla sıkışıyordu. O yüzden insanların suratlarına bakıyor ama hiç hikaye yazamıyordu kafasında. 45 yaşlarında bir kadın oturuyordu karşısında, dünden ağlamış gibi gözleri şişmişti. Hayal etmeye çalışıyordu. Dün bir yakınını kaybetmiş olabilirdi, kocasıyla ayrılmış olabilirdi, yo yo elinde yüzük yok, belki de iş yerinde bazı sıkıntıları oldu diye düşündü. Ama hiçbir düşünce kafasında netleşemiyordu, hikayesini izleyemiyordu. Sürekli kendisiyle ilgili konuları düşünürken buluyordu. Nasıl Ozan onu tanımamış olabilirdi? Kaç kez baş başa olmasa bile kalabalık ekipler halinde yemeğe çıkmışlardı. Bu kadar mı silik bir insanım dedi içinden. ‘Hayaletim belki de, kimse benim farkımda değil.’
Elif birçok insanın yaptığı gibi kendi yapmadığı çoğu şeyin de hatasını kendinde arardı. Ozan’ın belki de dalgın bir günüydü, diye düşünmezdi. Hemen ben de bir sorun olmalı diyerek kendisinde olan ‘bu’ sorunu bulmaya çalışırdı. Sabahtan akşama didiklerdi kendini. Bu yüzden çalıştığı hiçbir iş yerinde tam konsantre olarak çalışamıyordu. Aklını veremiyordu yaptıklarına. Tamamen kopmuyordu ama zaman da ayırmıyordu yapması gerekenlere.
Kafasında yine kendiyle ilgili bir sürü soru varken öğle saati gelmişti bile. 4 katlı bir binadaydı şirketi. Yemeklerini dışarda yemeleri gerekiyordu çünkü bir yemekhanesi yoktu. Sadece 3 aydır bu şirkette çalışıyordu, bu yüzden sabit bir yemek grubu edinememişti. Hala arada tek başına yemeğe çıkması gerekiyordu. Çok şikayetçi değildi aslında bu durumdan, sonuçta sigarayı bırakmıştı, biraz zor bir dönemdeydi. Yanında sigara içen insanlar olmaması onun için daha kolaydı. Ama Ozan karşılaşmasından sonra kendini hayalet olarak düşünmeye başladığı için birkaç insanın gelip ona yemeğe çıkıp çıkmayacağını sormasını istedi içten içe. Kimse gelip sormadı ve çantasını alıp yemeğe tek başına çıkmak zorunda kaldı.
Genelde gittiği bir ev yemekçisi vardı hemen marketi geçince köşede; Güzel Sonlar Ev Yemekleri. Sahipleri olan Ahmet amcayı ve eşini seviyordu, temiz insanlardı. Onun için temizlik en önemli kriterdi. Yine vazgeçmedi, bu öğlen de Ahmet amcaların yerine gitti yemek için. Çıkınca karşıdaki kitapçıya da uğrayacaktı zaten. Yavaş yavaş yürürken yerde bir puzzle parçası buldu, eline aldı hemen. Etrafta hep plaza vardı, o yüzden birinin evinden düşürmüş olması pek olası değildi. Nasıl geldi o zaman bu puzzle buraya diye düşünerek yürümeye devam etti. Sokakta bulduğu bu tarz anısı olabilecek şeyleri toplamayı çok severdi, hemen çantasına atıp Ahmet amcalara doğru hızlı adımlar atmaya devam etti. İçeri girdiği zaman yine güler yüzle onu karşıladılar, içerde 7 kişi vardı. Ayrı iki masada oturuyorlardı ama birbirleriyle de sohbet ediyorlardı. Elif sesten rahatsız olmuş gibi onlara bir bakış attı, yemeğini alıp en köşedeki masaya oturdu, kulaklıklarını takıp müzik dinleyerek yemek yemeye devam etti. Artık Ozan’ı düşünmüyordu ama ne düşündüğünü yakalayamaz olmuştu. Bu önemsiz gibi görünen karşılaşma anı sanki onun içinde büyük bir yarık açmıştı.
Yemekten kalkınca gidip kitapçıdan kitap bakmaya başladı, eski sahafları çok severdi. Kitapların kokusu, yaşanmışlıkları ona hep keyif verirdi. Kendi yalnızlığını unuttururdu ona. Birden gözüne Kürşat Başar’ın Başucumda Müzik kitabı ilişti. Eline alıp incelemeye başladı. Arka kapağında yazan metni okudu birkaç kez;
“Eğer, hayatımızın bir an’ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken… Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün… Herkes âşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu. Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan âşıksın.”
Elif’e o kadar anlamsız gelmişti ki bu cümleler. Onun içinde bir karşılığı yoktu. Çocukluğunda dönmek istediği bir an olmadığı gibi galiba hiç aşık da olmamıştı. Bu duygulara içinde karşılık bulamıyordu. En son ne zaman bu kadar coşkulu hissettiğini düşündü. Düşünürken bir yandan sayfaları karıştırmaya devam ediyordu ve birden kitap içerisinde bir not buldu;
‘ Ayla, biliyorum bazı aşkların kavuşmasına gerek yok. Olduğu an’da kalması yeterli. Sen benim için her zaman, dedemlerin çakıl taşlı bahçesinde, karşımda oturmuş gülümseyerek üzüm yediğin günde kalacaksın. Ailenle mutlu bir ömür dilerim. Çocuklarına iyi bak.’
İşte bu not Elif’i gerçek anlamda etkilemişti. Çünkü Elif’te bunun bir karşılığı vardı. İstediğin bir şeyden vazgeçtiğin an, onu arkanda bıraktığın an hissettiklerin… Hayatının özetini sorsalar, ‘bir ayrılış hikayesi’ derdi Elif. Sevgililerinden, ailesinden, sevdiği okulundan, sevdiği ülkesinden, sevdiği gitarından, en sevdiği elbisesinden… Her zaman sevdiği şeyleri bir başkasına bırakmıştı. Değerini birileri bilsin ya da bilmesin elinde tutamamıştı. Ama tutamamış olmayı da kabul etmişti. Üzüntü yoktu içinde, sadece biraz burukluk. Bu notu kim yazdıysa, onunla aynı kaderi paylaşmanın verdiği o tatlı hüzün. Kitabı satın almaya karar verdi, notu yazan kişinin hatırasını korumak için. Belli ki Ayla bu hatırayı elinde tutmak istememişti.
Hızlı adımlarla işe geri döndü ve çalışmaya başladı. Her zamanki gibi konsantre olamıyordu. Bu sefer Ayla’yı, aşkını en saf şekilde anlatmaya çalışan adamı. Gözünde canlandırmaya çalıştı. Ayla’nın çocuklarını, ailesini… Saat neredeyse 5 olmuştu, artık çıkma vakti diye düşünerek giyindi ve metroya doğru yürüdü. Metrodan inince eve çok dik bir yokuş inmesi gerekiyordu. Hafif topuklu ayakkabıları bunu zor hale getiriyordu ama yavaş yavaş inmeyi sürdürdü Elif. Bir anda yine Ozan’ı gördü, bu sefer dik dik suratına baktı, onu tanımak zorundaydı. Aynı gün iki kez karşılaşıp tanınmamayı kaldıramazdı.
Ozan suratında kocaman bir gülümsemeyle ona doğru yaklaştı ve selam verdi. Hal hatır sorup sohbet ederken Ozan geçen ay bir kızı olduğunu, uykusuzluktan bazen ruh gibi gezindiğini anlattı. Elif bu duruma çok şaşkındı, Ozan’ın evli olduğunu bile bilmiyordu. Bir de üzerine çocuğu olmuştu. Bozuntuya vermedi ve tatlı tatlı sohbetlerine devam ettiler. Elif genelde akşam yemeği yemezdi ama böyle bir bahane buldu kendine ve geç kaldığını söyleyerek vedalaştı.
Eve girdiği zaman hayatta kendisini suçlayarak bir daha vakit geçirmeyeceğine karar verdi. İlgi gösterdiği şeylere ise artık yüzeysel ilgi göstermeyecekti, bu kararı kendi için almalıydı. Dışarı çıkıp köpeğini gezdirecekti, ama çok yorgun hissetti, önce dinlenmeye karar verdi. Daha sonra salona gidip About A Girl şarkısını açtı. Nedense dinlenmesine yardım eden şarkı bir klasik müzik değildi, klasikleşmiş bir Nirvana parçasıydı. Yattığı kanepeden ayaklarını kalorifere uzattı, bir yandan başucundaki müziği dinlerken bir yandan çocukluğunda sallanabildiği bir ağaç dalı olup olmadığına dair düşüncelere daldı.