Bugün Netflix’te Klaus’u izledim. 2019 yapımı olan bu animasyon film temelde bir postacı ile bir oduncunun arkadaşlığını işleyerek bize iletişim ve düşmanlık konularını anlatıyor. Netflix stüdyolarının çıkarttığı ilk animasyon film olmasının yanında Netflix’in Akademi adayı olan da ilk animasyon filmi Klaus. Filmin Netflix’e gelene kadarki yolculuğu da aynı filmin baş karakteri olan Jesper’in yolculuğu gibi zorlu, el çizimi olarak yapılmış olan bu filmi yolu 2017’de Netflix’e düşene kadar birçok yapım şirketi riskli bulduğu için geri çeviriyor.
Filmi bu yoğun günlerde kafamı bir nebze dağıtması amacıyla açtım ve gerçekten de ilaç gibi geldi. Elbette ki bir Noel filmi olarak görevi insana iyi hissettirmek ama bunun yanında yarattığı dünya ile güzel bir atmosfer yakalayarak hikayesini anlatırken bize önemli parantezler sunuyor. Bunların arasında üzerinde en çok durmak istediğim konu çocukların sahip olduğu iletişim yeteneklerinin altını çok doğru bir ikilik yaratarak verişi oldu. Bazı animasyonlar çocukların dünyasını ya çok iyimser gösterme yanılgısına düşüyor ya da kendi dertlerini anlatmak için çocukları yalnızca birer nesne olarak kullanıyor. Ama bu filmin dili yetişkin hayatının da çocukların özgür zihinlerinin de farkında olarak yaratılmış. Öyle ki bir kan davası anlatımını bir animasyonda görmek başta bizi çok şaşırtırken ilerleyen zamanlarda kendimizi oyuncak isteyen çocuklar ile beraber düşünürken buluyoruz. Oyuncakların kasabaya gelişlerini onlarla beraber heyecanla bekliyoruz ve bu noktada baş karakterin çıkarcılığı gözümüze bile batmıyor. Filmin mottosu “iyi niyetiniz varsa iyilik görürsünüz,” filmde de bir kan davasının oyuncak isteme gibi bir iyi niyet sayesinde sona erdiği işleniyor. Elbette gerçek dünya ile karşılaştırılamayacak bir “iyi niyet” bu ama bu iyimserlik sayesinde iki saat boyunca içinde bulunduğum dünyadan bir nebze de olsa uzaklaşabildim.
Filmdeki çocukların rolü yukarıda da bahsettiğim gibi iken genel olarak çocukların, Jesper’in (baş karakter olan postacı) ve Klaus’un yaşadıklarının temeli iletişime dayanıyor. Film iletişim imkanları sayesinde kan davası gibi sert bir düşmanlığın bile çözüme vardığını söylüyor. Bir postacı karakterinin başına gelenleri izlediğimiz film, bir mektubun yolculuğunu gösteren bir sekansla başlıyor ve genel hatlarına da baktığımızda bir çocuğun bir mektubunun Klaus’a ulaşmasıyla barışa giden yolun başını ve yıkık bir postanenin işler hale gelişiyle sorunların çözülüşünü görüyoruz.
Film üzerine bunları düşünürken “çocuk, iletişim ve iyi niyet” temaları bana 2001 yapımı Büyük Adam Küçük Aşk filmini hatırlattı. Handan İpekçi’nin bu önemli filminde de ön yargıların, ırkçılığın, tarihsel olarak çok eskilere dayanan düşmanlıkların nasıl bir çocuğun iletişim becerileriyle anlam değiştirdiği anlatılıyordu. Büyük Adam Küçük Aşk’ın bir animasyondan farklı olarak yaşattığı duygular daha çetrefilli de olsa verdiği mesaj bakımından benzer bir anlam taşıyor benim için bu iki film. Klaus’ta Jesper’in dertlerini dinleyen Margu da Rıfat Bey’in zamanla kızı gibi sevdiği Hejar da kendilerini dil yolu ile anlatamazken baş karakterlerin hayatlarında çok büyük anlamlar taşıyor ve onlara yol göstericilik yapıyorlar. Bu şekilde iki filmin önemli bir noktada ortaklaştığını söyleyebiliriz sanırım, iletişim kurmak dile indirgenebilecek bir şey değil ve dil iletişim için başat bir gereklilik de değil, esas gerekli olan anlama çabası ve düşmanlıklardan arınarak iletişimde bulunmak.