Akıldan ya da zihinden geçen ne varsa insan, dipsiz bir kuyu gibi… Kat kat inilen ya da çıkılan merdivenlerin sonrasında ulaşılan bir kapının ardında arzuları, istekleriyle kendini tanıdığını, tatmin ettiğini, şekillendirdiğini düşünürken dışarıdaki dünya haricinde kendinde de bir dünya yaratıyor. Var olmasını istediği oladabilir, olmayadabilir veyahut olmasını istediği-istemediği hiç var olmamış da olabilir.
Bir seçim yaptıktan sonra diğer seçeneği düşündüğümüzde kafamızın içinde neler neler oluyor.
Belki de seçimin süreci ve sonu istediğimiz gibi gitmeyince onu ikiye bölmüş gibi düşünüyor olabiliriz.
Kendimizden önce suçlayacak bir şeyler ararken en başta zamanın buna engel olduğunu düşünüyoruz.
Geçmişi, şimdiyi hemen kıyaslıyoruz. O zaman, bu zaman, şu zaman gibi…
Zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, yaşın kaç olursa olsun. Çünkü bir arayış içerisinde, bir tanımlama çabası içerisindeyiz. Akıl yüzyıllar arasında git gel yaşarken içerisinde bir sürü dünyamız var. Kendi içimizde, kafamızın içinde, yüreğimizin içinde…
Bunu zaman gibi düşünsek de hangi dünyanın içinde yaşarsak yaşayalım iyilik, kötülük, aydınlık, karanlık, bir sürü zıtlıklar diye tanımlandıklarımızın arasında bir yerlerdeyiz. İçimde iyilik kadar kötülük, aydınlık kadar karanlık bir taraf, keşfetmeyi ve keşfedilmeyi bekleyen bir sürü şey var. Birbirini doğuran tartışmalar, çözülemeyen matematik problemleri, bir türlü sonu getirilemeyen romanlar veya hikâyeler, sözleri yazılmamış melodiler gibi…
Keşfettikçe başka tanımlamalarla somut ya da soyut, insandan geriye daha ne kalıyor bilmiyoruz ama şu an nefes aldığımızı, bunun ne kadar kıymetli olduğunu biliyoruzdur diye düşünüyorum.
Elma gibi hayatımız boyunca ilk önce soyulup, bölünüp sonra yol alırken bir diğer yarısını ararken sararacak, zaman alacak, olgunlaşıp ve çürümeye başladığında ha şimdi nefesim bitiyor derken bile içindeki çekirdekte bir hayat, bir nefes daha olduğunu unutmamak üzere hep hatırlatmak lazım.