Albüm hakkındaki tek cümlelik kanaatim şu: Kalben kendi gündemini yaratamamış. Kendi gündemi olan çok az kişi kaldı. Mesela annem. “N’aber” dediğimde ekonomik kriz, covid, iklim değişikliği, şehirlerin yaşanmaz hale gelişi, cemaat yurtları, kadın cinayetleri, ülkenin değişen demografik yapısı, Leman Sam vs. vs. demeyen üç-beş kişiden biri. “Turşu kuruyorum” diyor. Kereviz sapını ayrıca kuruyormuş bu sefer. Dal turşusu diye bir şey duymuş bir de. Pancar sapından yapılıyormuş. Tadı nefismiş. Onu da yapacakmış. İnsanın varlığı anlama ufkunu genişleten şeyler bunlar. Turşu? Evet, turşu.
Sofu bir arkadaşım vardı. İnandığı dinin buyruklarını harfiyen yerine getiren, sahici bir mümindi. Derdi günü buydu. Onu tanıdığımdan beri din üzerine okur, din hakkında düşünür, sarıldığı şeyi anlamak için insanüstü çaba sarf ederdi. Anlam arzındaki aşırı enflasyon şüpheyi doğurur. Nihayet bir gün “yenge ben artık inanmıyorum” dedi. Lezzetini kaybetmiş, bayat bir alegori vardır bilirsiniz. Çember alegorisi. Çemberin içindekiler, çemberin dışındakiler falan. Mucidi Murathan Mungan galiba. Tuhaf diye bir dergi var, duymuşsunuzdur. Orada bir lafına denk geldim Kalben’in: “Halbuki, hâl bu ki, çemberin dışındaydık ve üşüyorduk.” Edebiyat dünyamıza Nilgün Bodurla giren bu büyük puntolu kof laflar beni kahrediyor.
Neyse, konumuza dönelim. Kalben çemberin dışında olduğuna inanıyor. Beyanı bu. Albümün ilk şarkısında da böyle bir şey söylüyor: “Bana gölgelerden, çocukluk günlerimden / Dışında kaldığım çemberlerinden bahsedecek” [Karasinek Senfonisi]. Şimdiye kadar hiç çemberin içinde olduğunu düşünen birini görmedim sanırım. Az evvel bahsi geçen sofu arkadaşım da inançsız birine dönüşme serüvenini “aydınlanma” olarak görüyordu. Artık o da “çemberin dışındaydı”. Tefsir, hadis, din felsefesi, kitaplarının yerini Tanrı Yanılgısı, Bilimsel Ateizm falan aldı. Ve nihayet gerçek bir aydınlanma yaşadı: “Ben galiba çemberin dışında değil, çizginin öteki tarafındayım” . Hayatın kerterizi din olduktan sonra çizginin neresinde olduğunun pek önemi yok. Bu çizginin adı bazen çember oluyor bazen zamanın ruhu (zeitgeist) oluyor.
Kalben ve hitap ettiği kitle belki çok büyük değil (memleketin olsun olsun %5’i) ama bu kitlenin gündem oluşturma veya oluşan minik gündemleri semirtme becerisi hayli yüksek. Echo chamber’ı andırıyorlar. Zamanın ruhunu anlayamamış, o iklimi hissedememiş veya gündeme burun kıvırmış, kendini dışarıda tutmayı başarmış kimseler çok daha ilgi çekici geliyor bana. Kalben onlardan biri değil. Zamanının sesi olan bu albüm kanaatimi pekiştirdi.
Zamanımızın sesi ne menem bir şeydir peki? Ne demektedir?
“Eski Dünyanın Yangını adıyla, anlattığı bütün hikayeleriyle, romanıyla bu topraklarda doğup büyümüş bir insancağız olarak benim nasıl özgürleştiğimi anlatıyor. Bir özgürlük reçetesi benim için. Unutursam eğer özgür olmayı, kaygılar içinde, kabuslar içinde, terler içinde uyanırsam bir sabah açıp bu albümü dinleyeceğim. Bu korkunç yılları nasıl geçirdiğimizi, bu kadar acıyı birlikte nasıl göğüslediğimizi, birbirimize nasıl dost olduğumuzu, birlikte üretmekten, birlikte ürettiklerimizi paylaşmaktan ne kadar mutlu olduğumuzu hatırlayacağım […] Emeğe saygı duymayı hatırlayacağım tekrar. Bana faydası olmamış, bana zarar vermiş, bana fiziksel ya da ruhsal şiddet uygulamış insanlara bile geri dönüp oldukları için “okey” demeyi hatırlayacağım. Okey. Siz de oldunuz. Sizden de tekrar ayağa kalkabildiğimi, koşabildiğimi, tırmanabildiğimi öğrendim. Keşke sizden öğrenmeseydim.”
Kalben‘in albümü üzerine yaptığı konuşmadan bir parça. Hakan Taşıyan‘ın “kilitli kapılar açılsın” tiradını hatırlattı bana. Feci halde arabesk. Evvelden yazmıştım; “arabesk kişinin kendini hayattan/dünyadan alacaklı hissetmesi durumudur.” Kalben ve taallukatı da öyle hissediyor ancak üsluplarında bir nüans var. Onları mağdur edenlere karşı öfke duymuyorlar. Onlara bile “okey” diyorlar. Onlardan da bir şey öğreniyorlar. Deniz Dülgeroğlu bu tiplemenin numunelerinden biri. Robert Kolej‘den çıkan ilk Nilgün Bodur olabilir kendisi. Enkazın altından yok edilemezmiş gibi süzülerek çıkan ve sahici bir öfke doğurmaktansa kendini ve karşındakini analiz edip duran, psikolojinin buz gibi jargonunu cıvıl cıvıl bir hayatın içine tıkmaya çalışan, götünü görse “bu travma beni ondurmaz” diye hayıflanacak kadar nazenin, “toksik” olanla kafayı bozmuş, detoks bağımlısı bir arabesk bu. Hani dünyayı garipler yakacaktı? Garipler terapiye gidip, beden olumluyor, ‘an‘da hissediyor. İşe bak. İçinde şiddetin, çarpık düşüncelerin, taşkınlığın, hırçınlığın olmadığı bir sanatı biz ne yapalım Allah aşkına?
“Hiçbir şey istemedim, ne yatak, ne oda ne de ev. Sen de bırak her şeyi, sadece beni sev”. Temennideki hamlığa, şu ürkek şımarıklığa, sahiciliğe bak. Harikulade. Şimdi ne var? Canı sıkkın uyanmış çünkü içindeki canavar ona “sen yapamazsın, iyi olamazsın” falan diyormuş. Kalben içindeki bu canavarın laflarına kulak asmamış ama kendinden bir parça olan bu karanlık tarafını da bağrına basmış: “Sarıldık, gülümsedik ve birlikte söyledik: “Her şey geçti, geçti” [İçinden Ben Çıktım]. Pişmaniye‘de ise birine ilk görüşte aşık oluyor ama onu değiştirmek için, eleştirmek için, evcilleştirmek için sevmediğini söylüyor. Yahu böyle aklı başında, ayakları yere basan aşk mı olur? Kendi sesini çok genç yaşta bulmayı başarmış, fevkalade yetenekli bu kadın, soundcloud zamanlarından beri yerinde sayıyor. Bayatlıyor. Albümü büyük bir umutla bekledim. Sahiden. Kalben‘in çok içten bir hevesle yaptığını biliyorum bu albümü. Büyük bir iş başarma niyetinden de zerre şüphem yok. Romanda da albümde de yapmacık gelen hiçbir şeye rastlamadım. Fakat nasıl desem; fırtınasından, gazabından, deliliğinden etkilendiğimiz Büyük İskender, 2×1 lustral almış da pilates hocalığına başlamış sanki. Güzel, çok şeker olmuş, Allah içine sindirsin ama onun da yaptığı müzik de böyle oluyor işte. Uslu, cici.
Son paragrafı tek bir şarkıya ayırdım: Düşünürüm. Bu şarkıyı her türlü kusurdan tenzih ediyorum. Kalben‘in kendine has üslubunun hülasası bir kompozisyon. Hep aynı akorlar dönüp duruyor. A bölümünü, B bölümünü falan takip edemiyorsun. Şarkıyı tırmanışa geçiren şey vokal melodisi.
Usul-ca
Öper-ken
kısmında akor la minör olmasına rağmen akorun içermediği bir sese vuruyor sürekli: Sol. Sanki bir başka akoru çağırıyor gibi ama yok, kaldığı yerden devam ediyor yürüyüş. Şarkı yazarlığının en zor kısmıdır son sözü geciktirmek ve yeri gelince de gediğine koymak. Timber Timbre‘de vardır böyle ince espriler [Hot Dreams].
Şarkı böyle salına salına bitecek herhalde derken de abide bir outro geliyor:
Gelir geçer günler… Şarkı boyunca bu akorlar üzerinde la minör gamında yürümüştü vokal. Bu kez re minör gamında yürüyor. Böyle kaygan bir şarkı ancak bu kadar güzel zapt edilebilirdi.