Radiohead yıllarca kimi çevreler tarafından döneminin en iyi grubu, kimilerince en abartılmışı olarak lanse edilerek hep tartışılmış, göz önünde olmuştur. Öyle ki grubu “This is our Pink Floyd” diye 70’lere gönderme yaparak grubun büyüklüğünü gösterme amacıyla hareket eden insanlar bile olmuştur ve olmaktadır. Hatta “Radiohead and The Philosophy: Fittier Happier More Deductive” kitabında bu tartışılan konulardan biridir. Kısaca bu benzetme akademik bir alana bile intikal etmiştir. [1]
Her albüm değişen müzikleri, grubun vokalisti Thom Yorke’un ilginç demeçleri ve garip kişiliği sebebiyle dönem dönem bu tartışmalar daha da artırmıştır. Grup üyelerinin kişisel hayatlarındaki müzikal eğilimlerini grubun müziğine paralel olarak yansıtmaları sebebiyle, Radiohead dinleyici odaklı değil, kendi etkilendikleri müzik fabrikasından ürünlerini çıkartmıştır hep. Özellikle grubun solisti Thom Yorke ve gitarist Johnny Greenwood bu müzikal eğilimlerden sıklıkla bahsetmekte ve yer aldıkları yan projelerle bu konu hakkında birçok bilgi de vermiş olmaktalar.
Peki albümler arası farklılar olan, sürekli bir müzikal değişim içinde öngörülemezliği sebebiyle heyecan verici çalışmalara imza atan Radiohead ilk nasıl ortaya çıktı? Onları bugüne kadar getirecek olan müzikal değişimlerin temelinde neler vardı, bu gelişimin başlangıç noktası neydi, kuruluş aşaması nasıl oldu? Tüm bu sorulara cevap vermek için tarihten faydalanarak belki birtakım çıkarımlar yapmak mümkün olacaktır.
Radiohead üyelerinin tanışma hikayesi Abingdon’da başlıyor. Ortaçağ görünümünü koruyan tarihi ve muhafazakar bu şehirde 1100 yılında kurulan erkek okulu Abingdon School’a giden beş genç Radiohead’in temellerini bu okulun koridorlarında atıyor. İlk kurdukları grubun ismi On a Friday. 86’dan 91’e kadar On a Friday adı altında birçok demo kaydediyorlar. Grupta aynı zamanda 3 adet saksafonist bulunmakta. Bu açıdan On a Friday’in fikir anlamında sıradan bir rock grubu olmadığı çok açık. O dönemki bazı parçalardaki inişler çıkışlar, kirli gürültülü gitarlar, genelindeki depresif hava aslında Radiohead karakterinin ilk işaretleri. Grubun o dönem kaydettiği demolardaki şarkı yapılarına bakıldığında Pixies’in payının yadsınamaz derecede olduğu görülmekte. Sert ve gürültülü gitarlarıyla öne çıkan Pixies ayrıca rock müzikte ani düşük tuşe-yüksek tuşe geçişlerini ilk kullanan grup olmasıyla On a Friday’i hayli etkilemiştir. Grubun Pixies’den ne kadar çok etkilendiği Gouge Away belgeselinde de Thom Yorke ve Johnny Greenwood tarafından bahsedilir.
Yine de bu demolar Radiohead’in bilinen kompleks müziğinden oldukça uzak, standart ve dönemin popüler akımları etkisinde pop-rock şarkılarıydı. The Smiths ve R.E.M’den oldukça etkilendiğini birçok kez belirten Radiohead’in On a Friday demolarında, bu iki grup stili gibi sağa sola sapmadan akıcı giden parçalar ve özellikle 86 yılındaki demolarda Morrissey etkili vokaller dikkat çekiyor. Ayrıca ilk kuruluş yıllarında Johnny Greenwood’un klavyede olduğunu daha sonradan gitara geçtiğini belirtmekte fayda var.
Grubun müziğindeki depresif hava kuşkusuz Thom Yorke’un kişiliğiyle bağlantılı. Thom Yorke’un sol gözü inik olduğu için küçükken alay edildiğini, birçok kez kendini kavga ortamında bulduğunu ve dışlandığını belirten açıklamaları vardır. Bu yüzden muhalif tepkili, antisosyal, çekingen bir yapısı olmuş, bu kişiliği Abingdon’ın kaotik ve gri renkleriyle karışınca grubun müziğinde ortaya üzüntülü bir atmosfer çıkmış.
İlginç bir durum var ki On a Friday demolarında bile Radiohead’in albümleri arasında olduğu gibi farklılıklar var. Demo albümler aynı tür müziğin bir ürünü gibi durmuyor. Dolayısıyla On a Friday de Radiohead gibi sürekli bir yenilik ve deneme halinde. Üyelerin aynı insanlar olduğu düşünülürse çok da şaşırmamak lazım. On a Friday’deki müziği amatör bir ruhla ifade etmek gerekirse kafa karışıklığı da denebilir. On a Friday’den yola çıkarak Radiohead’in müzikal anlamda standart ilerleyen bir grup olacağını söylemek hayli güç.
86’ demonun 4. parçası – 88’ Woodworm – 90’ Union Street – 91’ Dungeon ve 91’ Manic Hedgehog
Sene 91 olduğunda On a Friday birçok demo kaydetmiş bir grup olarak EMI adlı şirketin dikkatini çeker ve Radiohead olarak isim değiştirir. Grubun ismi Talking Heads’in Radio Head adlı parçasından alınmıştır. Bu isimle 92’de Drill adlı bir EP kaydeder ve bu EP’deki şarkıların yer aldığı ilk LP albümü 93’te çıkar: Pablo Honey. Pablo Honey günümüz Radiohead’e nazaran On a Friday’e daha yakındır. Radiohead’in iplerini koparıp, On a Friday’de hafiften hissettirdiği alışılmışın dışı kafa yapısını tam anlamıyla yansıtmasına daha iki üç sene vardır. Bir başka deyişle Pablo Honey Radiohead albümünden ziyade daha çok bir On a Friday albümüdür. Düz ve akıcı bir şarkı trafiğine sahip, kendi dönemindeki müziklerden çok ayrılmayan, bol akorlu gitarların yer aldığı bir tür rock müzik icra etmektedir. Radiohead’in müziğine en yakın öge kuşkusuz Thom Yorke’un ağdalı, uzayan, depresif tatta ilerleyen vokalleridir. Albüm tema olarak ise Thom Yorke’un kişiliği sebebiyle toplumdan dışlanmış hissetme, içe kapanıklık, izolasyon, karşılıksız aşk gibi konulara dayanır. Albümden çıkan ilk single Creep İngiliz müzik basınının dikkatini çeker ve gruba belli bir tanınırlık kazandırır. Fakat birçok önemli müzik yorumcusu albümü beğenmez, BBC radyo ise single’ı fazla depresif bulduğu için yayınlamaz. 93 yılı grunge müziğin dorukta, Cobain’in hayatta olduğu dönemler olması sebebiyle Radiohead de nasibini alır. Nirvana’yı kopyalıyor, Yorke Cobain’i taklit ediyor diye çok fazla eleştiri yöneltilir. Tüm bunlar sebebiyle Radiohead İngiltere’de bir tek üniversitelerde ve barlarda sahne alabilir. Öte yandan, Creep single’ı Amerika’da radyolarda çalınıp sevilir ve grup Kuzey Amerika turuna çıkar. 150’den fazla konser verdikten sonra evine döner ve klasik Radiohead karakterinin belireceği ikinci albüm The Bends için Abbey Road Stüdyoları prodüktörü John Leckie ile albüm çalışmalarına başlar.
Mustafa Şardan