GoGo Penguin yeni albümlerinde bizi bir kez daha kendi paletlerindeki renk deryalarına ışınlıyor, göz kırpmadan seyre daldığımız soyut bir görsel şölene davet ediyor. Bir bakıma her zaman yaptıkları şeyi yapıyor, caza elektronik dokunuşları, modern klasik müziğe avangardın heyecanını dahil ederken ilk günkü enerjilerini ve yaratıcılıklarını koruyor ve üstüne katıyorlar. Esasında yere düşen sonsuz renkte bir boyanın yavaş yavaş etrafa dağılmasını izlemek gibi bir şey bu, sadece boyanın aktığı zemin maddi dünyanın özelliklerini taşımıyor.
Bir grup beşinci albümüne neden kendi ismini vermeyi tercih eder peki? Basçı Nick Blacka‘nın yakınlarda verdiği bir demeç, bu durumun sebebine ipucu teşkil edebilir: “Sonunda sadece bir caz grubu olmadığımızı kabullendik. Bu kavrayış bizi inanılmaz özgürleştirdi.” Kendinle yeniden tanışmanın, benliğini tüm oluşuyla tanımlamanın getirdiği özgüven mi söz konusu o halde? Niye olmasın, zira dinlediğimiz 10 şarkının tamamı grubun kolektif kaleminden daha önceki işlerinde görülmemiş bir kuvvet ve hız akıtıyor, ekip bizi göklerle buluşturmaya devam ederken ayaklarını yere her zamankinden sağlam basıyor sanki. Bir nefeste “Signal in the Noise”a geliyor, ikincisinde “Totem”le karşılaşıyor, derken kapanış “Don’t Go”da buluyorsunuz kendinizi. Zamanın geçişini memnuniyetle karşılayıp sorgulamıyor, inanılmaz yavaş seyreden şu günlerde zamanı bir kez olsun süratle öldürdüğünüz için tuhaf bir mutluluğa kapılıyorsunuz.
Akışkanlık, soyutlanma ve yeni somutlar yaratma süreçleri birbirini kovalıyor GoGo Penguin boyunca, sonra her şey başa sarılıyor. Sadece toplumdan değil, dünyadan dışarı adım atmış olmanın illüzyonu büyülüyor dinleyeni ve tekrar tekrar yaşamak isteyeceği bir ayin olarak öne çıkıyor. GoGo Penguin kendi hikayesinin şimdilik en sağlam durağını yazdı, ilham ışıkları onların hızına yetişebilirse işler güzel gitmeye devam edecek.