“Büyüleyici ve sıkıcı hayatımda sürüklenirken, kurguyu her zaman daha doğru ve gerçek bulurdum.”
J.D Salinger, Fruedyen bir bakış açısı ile incelenmeye oldukça müsait bir yazar. Ama biz bu edebiyat dehasından psikanalize hiç bulaşmadan, olduğu gibi, kendisinin de hayatı boyunca kovaladığı sadelik ile bahsetmeye çalışacağız. Münzevi ve muamma kelimeleri arasında gezinen Salinger’ın neden bu kadar büyük bir sır haline geldiğini, neden insanlardan özellikle de hayranlarından kaçtığını anlamak zor değil. Zira Salinger sadece büyük bir yazar değil, İnsanlığın elinden çıkan en kan dondurucu savaşlardan birine tanıklık eden bir asker.
1919 yılının yıl başı gecesinde, New York’ta doğan J. D Salinger’ın dünyanın en çok okunan romanlarından biri olan the Catcher in the Rye yayımlayıp tüm dünyanın ilgisi ve hayranlığına maruz kalmadan çok önce, sadeliği ve yalnızlığı tercih ettiğini anlayabiliriz. Türkçeye önce “Gönülçelen” daha sonra ise “Çavdar Tarlasında Çocuklar” olarak çevrilen ve yazarın ilk romanı olma özelliğini taşıyan kitabın baş kahramanı Holden Caulfield’ın ağzından yazar ile ilgili bazı ipuçları duyuyoruz:
“Ben nefret ediyorum. Hem de nasıl nefret ediyorum,” dedim. “Ama yalnızca okuldan değil. Her şeyden. Bu New York’ta yaşamaktan, her şeyden. Taksilerden, Madison Caddesi otobüslerinden, seni arka kapıdan dışarı atabilmek için haykıran şoförlerden, Lunt’lara melek diyen sahtekârlarla tanıştırılmaktan, kendimi hemen sokağa atmak istediğim halde durmadan asansörlere binip inmekten, Brooks’ta sana pantolon uydurmaya çalışan heriflerden, insanların hep…”
J. D Salinger’ın bizzat kendisi tüm dünyaya açıklama yapsa dahi biz yine de Holden Caulfield’ın yazarın kendisi olduğunu düşünmekten vazgeçmeyiz. Zaten Salinger’ın böyle bir açıklaması da bulunmuyor. Ki romanı sinemaya uyarlamak isteyenleri kesin bir kararlılıkla reddeden yazarın bu karakteri sadece kendisinin oynayabileceğini düşünmesi de bu inancımızı destekliyor. İlkokulda okulun en başarısız öğrencisi olarak bilinen ve eğitim hayatı vedalar ile dolu olan Salinger gibi Holden Caulfield de vedalardan pek hoşlanmaz:
“Birçok okuldan, birçok yerden ayrıldım, ayrıldığımı anlayamadım. Bundan nefret ediyorum. Ayrılışlarım acıklı, hatta kötü olabilir, ama bir yerden artık ayrılıyorsam bunu anlamak istiyorum. Bunu anlamadığınız zaman kendinizi daha kötü hissediyorsunuz.”
Tüm dünya ile olduğu gibi kadınlarla da arası hep bir tuhaf Salinger’ın. Dönemin sanatçılarının gözde mekanlarından birinde tanıştığı ve kelimenin tam anlamıyla vurulduğu Oona O’neill ile olan ilişkisi büyük bir yıkım ile sonuçlanır. Salinger o sıralar edebiyat dünyasında bomba etkisini henüz yaratmamıştı. 2. Dünya Savaşı’na asker olarak katılmaya gittiğinde, Oona O’neill Salinger hayranlarının pek hoş karşılamadığı bir davranışta bulunarak Salinger’ı bırakıyor ve Charlie Chaplin ile evleniyor. Salinger hayranlarına göre Salinger’ın bundan sonraki tüm ilişkilerinde Oona O’neill’in hayaleti dolanır. 2.Dünya Savaşı Salinger’a sadece bir ilişkiye mal olmadı. Salinger, 2. Dünya Savaşının ardından artık dünyayı bambaşka görüyordu. Dünya sahtekarlığın ve yalancılığın beşiğiydi. Peki, artık onun için bu yaşamda gerçek ve samimi olan hiçbir şey yok muydu? Elbette vardı. Savaş ve ölüm epey gerçekti. Salinger, ölümün tadını ve kokusunu almış bir yazardır. İnsanlık tarihinin en acı ve yıkım doğuran savaşlarından biri olan 2. Dünya Savaşı, Salinger’ın en ünlü ve ilk romanı olan the Catcher in the Rye’ın baş karakteri Holden Caulfield’in neden bu kadar huysuz ve dönen dünya ile barışık olmadığını gayet iyi açıklar. Salinger, cebinde the Catcher in the Rye’ın altı bölümü varken Normandiya çıkartmasına katılmıştır.
Salinger Paris’in kurtuluşunda, edebiyat dünyasının ve o dönemin en önemli ve sevilen yazarlarından biri olan Hemingway ile tanışır. Salinger bir Hemingway hayranıydı ve öykülerini ona okutma şansı yakalamıştı. 2. Dünya savaşı sırasında Story ve Saturday Evening Post’da 4 kısa hikayesi yayınlanan, New Yorker tarafından ise sürekli reddedilen Salinger’ın gösterdiği taslak Heminway tarafından epey beğenilmiş ve dikkat çekmiştir.
Savaşın ardından başlayan ve “Nazi temizleme projesi” olarak adlandırılan çalışmalara katılan Salinger, yine tuhaf ve beklenmedik bir şey yapar. 27 yaşında ve bir Nazi olan Slyvia adlı Alman bir kadın ile tanışarak onunla evlenir. Ailesi Yahudi olan Salinger, Slyvia ile kısa bir süre sonra boşanır.
Sahtekar dünyaya ve neredeyse tüm insanlara öfkeli olan Salinger, her şeyden umudu kesmiş gibi görünür. Fakat umudunu tamamen yitiren biri ne diye yazmaya, seslenmeye devam eder? Söylemek istediği şeyleri vardı ve Holden Caulfield dünya ile tanışmalıydı. Yine de bu anti kahraman pek öyle kolay kabul görmedi. Onun bir deli olduğunu söyleyen bir yayıncı Salinger’ı dehşete düşürmüş, merdivenlerden koşarak kaçmasına neden olmuştu. Yazar, Holden ile birlikte birçok konuda ahkam kesmişti. Sonradan anlaşılacağı üzere her ikisi de oldukça haklıydı. Öyle ki ilk başta the Catcher in the Rye’ı beğenmeyip reddeden New Yorker daha sonrasında bu kitap için övgüler düzmek zorunda kalmıştı. Kitabın başarısı ortadaydı. Fakat romanda ve baş karakterinde yadsınamayacak kadar rahatsız edici yanlar vardı.
Yayınlandıktan sonra dünyanın her yerinde büyük ses getiren, tüm gençlerin okumak ile kalmayıp sürekli yanında taşıdıkları kitap, okuyucuları kötü bir şekilde etkilemek ve duygusuzluk taşıdığı yönünde eleştiriler aldı. İlk romanı ile büyük bir üne kavuşan Salinger, kısa sürede bundan ürktü ve bunaldı. Böylelikle Salinger’ın dünya ile arasına perde çektiği inziva dönemi başladı.
Holden karakterinin neden bu kadar rahatsız edici olduğunu anlamak ise zor değildi. Sahtekarlığa savaş açan yazarın kaleminden çıkan her kelime oldukça gerçekçiydi. Her gerçek gibi bu kelimelerde yanlış, eksik ve zedelenmiş zihinlerde tehlikeye dönüşebilirdi. John Lennon’ın katilinin cebinden çıkan Salinger romanı buna en iyi örnek olabilir. Keneddy’nin katili Lee Harvey Oswald’ın favori yazarı da Salinger’dı.
Argo konuşmaları ve neredeyse her düzene baş kaldıran tavırları ile Holden Caulfield, dönemin muhafazakar ailelerinde büyük tepki uyandırdı. Öyle ki kitap sansür ile uğraşmak zorunda kaldı. Ailelerin ve hükümetlerin tepkilerinin aksine genç hayranları hem Holden hem de Salinger tarafından büyülendi. Kitabın başarısı otoriterleri de dize getirdi ve onlardan da övgüleri aldı. Artık Salinger’ın sayılara, sınırlara sığmayan bir hayran kitlesi vardı. Bu yazar için bir kabusa dönüştü. Tüm hayran kitlesi ile arasına mesafe koymak isteyen Salinger, İnzivaya çekilerek fotoğraf makinelerinden kaçmaya ve röportaj tekliflerini reddetmeye başladı. O ilgiden kaçtıkça daha çok ilgi çekti. Medyanın bir numaralı adamı haline gelen yazarın fotoğrafını çekmek isteyen gazeteciler kamuflajlara bürünerek peşine düştü.
Oldukça sert görünen ve kesinlikle ketum olan Salinger hiçbir yabancı ile konuşmadan ve soruları cevapsız bırakarak sadece yazmak istedi. Hayranları ve gazeteciler en sonunda Salinger sinirlenir de yazdıklarını bahçesinde yakar ve onları sonsuza dek yok eder diye onu rahat bırakmaya karar verdiler. Sadece kendi için ve bunu yapmayı sevdiği için yazan Salinger kendisini, bir yazıevine dönüştürdüğü mabedinde ailesi dahil tüm insanlardan soyutladı. Artık onun ailesi, üzerine 60 civarından öykü yazdığı söylenen Glass ailesiydi. O hayranlık uyandırıcı bir yazar, berbat bir eş ve sorumsuz bir babaydı.
Kendi ailesi ile hiç ilgilenmeyen Salinger, evinin bahçesinde bulunan kulübesine kapanarak sürekli yazıyordu. Sürekli yazmasına rağmen 1965 yılından itibaren hiçbir şey yayınlamadı. O sadece yazıyordu. Öyle ki en sıkı Salinger hayranları dahi yazarın yazdıklarını okuyabilmek için onun ölmesini hevesle bekliyordu. Salinger hayatını adadığı kurgularının yanına çocuklarını ve eşini yaklaştırmazdı. O kulübenin kabul ettiği tek misafirler ise Budist rahiplerdi. Dışarı çıkmamak için çalıştığı kulübeye yatak dahi koyan Salinger, günler ve geceler boyunca rahipler ile sohbet ediyor, daha sonra da meditasyon veya üretim krizlerine giriyordu. Kızı Margaret’a göre babası garip ve hastalıklı biriydi. Kötü bir çocukluk geçiren eşi Salinger ile mutsuz olmuş ve yalnız kalmıştır. Çünkü Salinger bencil bir adamdı. Tüm meditasyon ve Zen uğraşlarına rağmen bu bencillikten asla kurtulamadı.
Günümüzde Salinger’a ait tek bir güncel fotoğraf bulunmaktadır ve bu fotoğrafta market çıkışında yakalan Salinger, fotoğraf makinesine doğru yönelttiği yumruğu ile görülmektedir. O, dünyanın sahtekarlığından, savaşın anlamsızlığı ve acımasızlığından, hayranlarının ilgisinden, medyanın merakından hatta aile bağlarından dahi kaçmıştı. Kendini bizden gizleyen ve koruyan yazarın tüm çabalarına rağmen ölümünden sonra ona ait olduğu iddia edilen klozet, e-bay’den açık arttırmayla satılmıştır.
“Vay canına, öldüğünüzde işiniz gerçekten bitik yani! Ah nerede o günler, gerçekten öldüğüm zaman, şöyle aklı başında biri çıkıp beni denize filan atıverse, ne iyi olurdu. Ne yaparlarsa yapsınlar da, beni lanet bir mezara tıkmasınlar. Pazar günleri millet gelip karnınızın üstüne bir sürü çiçek filan koyacak, daha bir sürü zırvalık. Öldükten sonra çiçeği kim ne yapsın? Yani…”
– Holden, The Catcher in the Rye