Paul McCartney, Pavement, Radiohead, Air, R.E.M, Natalie Imbruglia, Beck, The Beta Band, The Divine Comedy, Travis ve burada tek tek saymayı sabrımızın ve benliğimizin zinhar kaldırmayacağı daha birçok grup ve sanatçının ortak noktası nedir? Cevap, ne yazık ki, 28 Şubat 1971 doğumlu, hala gencecik sayılabilecek bir prodüktör ve ses mühendisi olan Godrich! Nigel Godrich!
Nigel Godrich’ten nefret etmek için -birlikte hareket edersek- daha tonlarca bahane bulabiliriz. Aynı Nigel Godrich, tüm bu müzisyenlerle birebir tanışmış olmanın, aynı tastan su içmiş, aynı çorbaya ekmek banmış, yeri gelmiş aynı çekyatta sabahlamış, bazısının can dostu, bazısının sevgilisi (Natalie Imbruglia) olmuş olmanın yanı sıra; içinde bulunduğu bazı hususi durumlarla da sevimsiz hallere düşüyor, kendisinden nefret ettiriyor. Örneğin; ilk kez Radiohead üyesi Jonny Greenwood tarafından dillendirildikten sonra, Radiohead’in altıncı elemanı olarak anılıyor! Örneğin; 1996 tarihli muhteşemötesi Angelo Badalamenti-Tim Booth ortaklığı The Dance of the Bad Angels’ın ses mühendisliğini üstleniyor! Örneğin; Paul McCartney’i müziğe döndürüyor!
Öylece uzayıp gidebilecek listenin ardından, içimize kaçan şeytanı defedip yazmaya devam edersek; Nigel Godrich’in günümüz müzik dünyasına kazandırdıkları hakikaten saymakla bitmez. Nigel’sız Radiohead’in neye benzeyeceği başlı başına bir muamma- gruba sadece müzikal derinlik katan bir öğe değil kastımız; grubu aynı zamanda bir arada tutan ve birlikte müzik yapmaya itebilen bir güçten bahsediyoruz. Grupla Godrich arasındaki gönül bağı elbette ki karşılıklı; Thom Yorke’un yakın arkadaşı ve aynı zamanda akıl hocası olmak, az iş olmasa gerek. Thom Yorke bunlarla da yetinmedi, Nigel Godrich’i Atoms For Peace adını verdiği, solo albümü The Eraser’daki şarkılarını çalmakla mükellef konser grubuna da dahil etti- bir bildiği olsa gerek!
Tüm bu malumattan sonra, yakın zamanda Ultraísta adını verdiği bir grup da kuran Godrich’in müzik dünyasına kazandırdığı bir başka değere geçebiliriz: From the Basement. Müzisyenleri seyircisiz bir stüdyo sokup (Londra’daki Maida Vale Studios) şarkılarını canlı canlı çaldırıp internetten ve TV’den yayınlayan bir format olan From the Basement, anlayacağınız üzere yine Godrich’in hinliklerinden bir tanesi. Pink Floyd’un Live at Pompei’si ne kadar değerliyse bugün, belki Radiohead’in bir saatlik From the Basement canlı performansı da çocuklarımıza izleteceğimiz bir numaralı Radiohead güzelliği olacak. Bir podcast ürünü olarak Aralık 2006’da başlayan, ilk TV yayını ise 1 Aralık 2007’de yapılan ve iki sezon devam ettikten sonra ara verilen seriye katılan sanatçıların listesi bile nasıl bir müzikal şölenle karşı karşıya olduğumuzun göstergesi: The White Stripes, The Shins, Beck, Jarvis Cocker, Sonic Youth, PJ Harvey, Super Furry Animals, The Kills, Iggy Pop, The Shortwave Set, Band of Horses, Cold War Kids, Fleet Foxes ve daha niceleri! Ve elbette ki Radiohead.
İşte MTV’nin ortaya çıkmasıyla birlikte unutulmaya yüz tutan, ‘şarkıcıları ekranda canlı canlı izleme’ geleneği (ülkemizde Flash TV prodüksiyonları sayesinde kısmen de olsa play-back’ler yardımıyla yaşatılıyor neyse ki!), 2007-2009 yılları arasında From the Basement ile dönüş yaptıktan sonra, serinin üçüncü sezonunun resmen açıklanmasıyla biz müzikseverleri tekrar sevince boğdu. Önümüzdeki Temmuz ve Ağustos ayları itibarıyla 3net ve Cracker üzerinden ulaşılabilecek yeni sezonun açıklanan ilk isimleri ise her zamanki gibi iştah kabartıcı: The Shins, Red Hot Chili Peppers, Feist, Foster the People.
Bir talihsizlik eseri olarak 2000’li yıllara denk geldik; sağımıza dönsek bir Johann Sebastian Bach, solumuza dönsek bir Ludwig van Beethoven göremiyoruz ne yazık ki. Bununla beraber, gelecek nesiller, ‘2000’lerin başı hangi kafalardaymış’ dediğinde umarız ki en azından From the Basement bölümlerini izlerler, Nigel Godrich ve onun gibi çağdaş dehaların ellerinin değdiği namelerde duraklarlar.
Emre Yürüktümen