Ezra Collective: “Gerçek Mükemmellik Kusurdan Gelir”

Övgülere mazhar Londralı caz beşlisi Ezra Collective tam gaz üretmeyi ve çalışmayı sürdürüyor. Son teklileri “Body Language”, kaydetmekte oldukları yeni albümleri ve yoğun turne takvimleri gibi gündemlerin ortasında grubun lideri ve davulcusu Femi Koleoso ile Zoom’da buluştuk. Ortaya kısa ama sıcacık bir sohbet çıktı.

Femi Koleoso: Arka planın bayağı güzelmiş dostum.

Albümünüzü de, kapak tasarımını da çok sevdim, o yüzden.

Teşekkür ederim kardeşim. Nasılsın?

İyiyim, her şey yolunda. Berlin’de hava şu aralar tuhaf. Bir bakıyorsun yağmurlu ve soğuk, bir bakıyorsun güneş açıyor.

Ben Londralıyım, benden bu konuda pek empati bekleme derim dostum. (ikisi de güler)

Evet, doğru. On yıl önce üç haftalığına Londra’ya gitmiştim. Epey zaman geçmiş.

Tekrar gelip gerçek bir yağmur deneyimlemen lazım. Neyse, benimle konuşmaya zaman ayırdığın için teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim. Şu anda turnenin ortasındasın diye biliyorum, o yüzden daha da kıymetli geldi bu sohbet.

Ne demek, lafı mı olur.

İstanbul konserinizdeydim, aklımızı başımızdan aldınız. Ben de arkadaşlarım da inanılmaz eğlendik. Muhteşem bir konserdi.

Teşekkür ederim. O konserle gurur duyuyorum. Türkiye, İstanbul, Türkiye kültürü ve insanları benim için çok değerli. Çünkü Kuzey Londra’danım ve orada çok fazla Türk var. Bu yüzden İstanbul’da çalmak benim için çok özel bir duyguydu. Festival de harikaydı.

Son zamanlarda yeni albümünüzü kaydetmekte olduğunuzu biliyorum. Nasıl gidiyor o işler? Turne yüzünden ara mı verdiniz?

Yok dostum, ben hep müzik yapıyorum. Daima, her saniye. Haftaya Dublin’e uçmam gereken gün bile müzik yapacağım. Her an şarkı yapabiliyorum. Yapıyorum da. Sürekli üretiyorum. Önümde plak şirketleri, sosyal medya ve kampanyaların yavaşlığı gibi gerçekler olmasa, zaten sürekli müzik yayınlıyor olurdum. Şimdilik sadece olabildiğince üretmeye devam ediyorum.

Geçenlerde sıradaki albümünüze hâlâ isim bulmadığını, ama büyük ihtimalle tematik olarak Dance, No One’s Watching’e yakın bir şey olacağını, çünkü grup olarak kitlelere taşıdığınız mesajın bu olduğunu söylemiştin. Eserlerine koyduğun başlıklara, bu başlıkların hayranlarına ne mesaj verdiğine önem veriyor musun?

Kesinlikle. Her şeye çok özen gösteriyoruz; şarkı isimlerinden ön kapağa, arka kapağa, iç tasarıma kadar. Bunların hepsi vermek istediğim mesaja katkı sağlıyor. Albüm ismi de bu yüzden önemli. Aklımda hâlâ bir isim yok. Hatta bu bir albüm mü, yoksa sadece bir şarkı mı olacak onu bile bilmiyorum. Bildiğim tek şey şu: Üretmeye devam edersen ödüllendirilirsin. Ben de bu yüzden üretmeye devam ediyorum.

Bu yaklaşım mükemmeliyetçilik gibi geliyor kulağa. Stüdyoda da çok prova yaptığınızı biliyorum. Peki hiç tesadüfi, güzel hatalar da yaşanıyor mu stüdyoda?

Kesinlikle. Dikkatli dinlersen tüm Ezra Collective albümlerinde hatalar olduğunu farkedeceksin. Ama ben onları hata olarak görmüyorum. Çünkü stüdyodaki ana hedefimiz dürüst olmak. Dürüstlük mükemmel olmakla değil, kusurları kucaklamakla gelen bir şey. Planladığımız gibi gitmeyen çok an var ama o an gerçek olan, doğru olandır. Mesela “Welcome to My World” parçasının sonuna kulak ver. Temiz ve pürüzsüz değil belkii ama his olarak mükemmel. Grupça durmamız gerekiyordu ama gitarlar devam etti. Bunda da hiçbir sorun yok, çünkü o anın doğrusu oydu.

Aslında mükemmelliği yeniden tanımlamamız lazım. Gerçek mükemmellik kusurdan gelir, değil mi?

Aynen öyle. Gerçek mükemmellik kusurdan gelir. Bunu çok sevdim. Belki de albümün adı bu olur ha!

Böyle bir şey olursa çok onur duyarım. Sıradaki soru: Siz bir kolektifsiniz, bir komünitenin parçasısınız. Şu kısa ama yoğun geçmişinizde hiç net bir şekilde “Evet ya, buna tüm zamanımı ayıracağım. Bundan güçlü bir komünite kurabilirim. Bu iş uzun soluklu olacak.” dediğin bir an oldu mu?

Evet, sanırım daha ilk kez bir konser organize ettiğimizde ve arkadaşlarım gelip o anı yaşadığında bile bunu hissettim. O anı deneyimlemek başlı başına “Bu hissi tekrar tekrar yaşamak istiyorum.” dedirtti bana. O his işte, tüm olay bu.

Son tekliniz Sasha Keable ile çalıştığınız “Body Language” idi. Bu iş birliği nasıl gelişti?

Sasha ile tanıştığımda çocuk sayılırdım. Jorja Smith’in grubunun gitaristi, onun en yakın arkadaşı. O gruba 19 yaşımda katılmıştım, hemen ardından Sasha ile tanıştım. 2019’da gerçekleşen Avrupa-İngiltere turnemizde Ezra Collective için ön grup olarak sahneye çıkmıştı. Yani zaten aile gibiyiz. Sadece onun için yaratılmış duran bir şarkının çıkıp gelmesini bekliyorduk. Bu şarkı öyle hissettirdi. O yüzden çok doğru geliyor her şey.

Son zamanlarda grup olarak birçok farklı iş birliğine imza atıyorsunuz. Bu, bir yandan da insanlarla bağlantı kurma arayışınızın bir parçası mı? Devamı gelecek mi?

Tabii ki dostum, kesinlikle. Herkesle müzik yapmak istiyorum ben. Bir dahaki Türkiye ziyaretimde biri bana mesaj atıp “Selam, ben müzik yapıyorum, tanışalım mı?” derse çok mutlu olurum. Anlatabiliyor muyum? Bu kariyerin sonunda geriye dönüp bakıp şöyle diyebilmek istiyorum: “Evet ya, gerçekten her şeyi belgeledik.”

Ayrıca büyük bir plak koleksiyonun var. Oradan senin için özel hikayeler taşıyan üç plağı bizimle paylaşabilir misin?

Harika bir soru bu. Evimdeki en kıymetli parça, Fela Kuti’nin Zombie albümünün orijinal ilk baskısı. Lagos’taki bir pazarda, verdiğim büyük uğraşların sonucunda bulmuştum. İletişime geçtiğim biri elinde birkaç kopya olduğunu söyledi, onlardan birini satın aldım. Gerçekten çok değerli.

İkinci özel plak yine Fela Kuti’den Fear Not for Man. Bu da annemle babamın bana Noel hediyesi olarak aldığı ilk plak. Koleksiyonumun ilk parçasıydı. Güzel olan şu ki, hâlâ onların bana aldığı kopyayı saklıyorum. Albümün ilk baskısını da sonradan buldum. Bu yüzden o da çok, çok özel bir albüm benim için.

Üçüncü olarak da Chapter 7 plağımızı söyleyebilirim. Bu albüm, davulda olduğum ve plak formatında yayınlanan ilk müzik kaydı. Kariyerimin başlangıcını simgeliyor. 20 Nisan 2016’da çıktı. Yani seneye yayınlanmasının üstünden on yıl geçmiş olacak.

Eşliğinde dans etmeyi en sevdiğin plaklar hangileri?

Salsa müziğini çok seviyorum, ki etkisini “Body Language”da duyabiliyorsun. Celia Cruz, Oscar D’Leon gibi isimlerin çalışmaları beni çok etkiliyor. Bir diğer örnek; Patrice Rushen’ın o disko ve soul döneminden bize bıraktıkları. Gerçekten inanılmaz şeyler. Bu gece DJ’lik yapacağım mesela, kesin onun parçalarından birini çalarım. Ayrıca samba ve Brezilya müziğine bayılıyorum. Clara Nunes plaklarım var, her dinlediğimde kalbimin derinlerine dokunuyor.

Dünyada şu anda çok fazla baskı, faşizm ve karanlık hakim. Ezra Collective’in müziği bu karanlık zamanlarda bizi dans ettiriyor ve bence bu çok değerli. Bu zor zamanlarla ilgili okuyucularımıza ne söylemek istersin?

Bence bu dönemlerde bir komünitenin parçası olan bireyler olmak, her zamankinden önemli hâle geliyor. Elbette elimizde daima üzülüp hiçbir şey yapmama seçeneği var. Bir diğer seçeneğimiz de şunu düşünmek: “Ben ne yapabilirim? Elimden ne geliyor?” Bu soruları sormak çok kıymetli. Şu anda çok yoğunum, hiçbir şeye vakit bulamıyorum. Ama “Türkiye’den bir gazeteci seninle röportaj yapmak istiyor.” mesajını alınca hemen “Evet!” edim. Türkiye’deki insanların onları ne kadar sevdiğimi, İstanbul’da bize ilettikleri sevgiyi ve Londra için yaptıkları her şeyi takdir ettiğimi bilmelerini istiyorum. Londra, Türkler olmadan Londra olmazdı. Berlin de öyle. İnsanlar birbirine bağlanmanın güzelliğini görmeye başlarsa bu karanlık zamanlar da yavaş yavaş aydınlığa kavuşmaya başlar bence.

Güzel cevapların için çok teşekkür ederim Femi.

Gitmeden önce şunu da söylemek istiyorum: Mesut Özil en sevdiğim Türk futbolcu. Lütfen röportajı yayınladığında buna yer ver: “Femi, Mesut Özil’i çok sevdiğini herkesin bilmesini istiyor.” Bir dahaki sefere görüşürüz kardeşim.

Ezra Collective’in Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.