Otobüsün içi ters yöne doğru yol alan, birbirini göremeyen, yüzünün bir kısmı yorgun bir kısmı her şeye hazırım, diyen yüzler; nefesini ve yükünü içine gizlemişti. En kısa mesafede bile gözlerini kapatacak, ineceği durağa gelmeden birkaç dakika önce uyanacak ve evinin yolunu yorgunluğu ile birlikte tutacak üç kişiyi, başımı sağa, sola, arkaya çevirmeden sayabilirim.
Çünkü başımı çevirmeden; tutmaktan, gitmekten ve arkasından bakabilmemin ötesi sonsuzdu.
O sonsuzluğun sonrası hiç bilinmez ya belki de otobüsün penceresinden ve arkasından bakan insanlar, üzerine ne hikâyeler yazıyor sonunu kaç kere değiştiriyordu.
Tıpkı bilmediğimiz hâlde insanların tamamlamaya çalıştığı cümleler, tanımlar gibi sonrasını getirmeye çalıştığımız, değiştirdiğimiz bir şeyler vardı. Sorunların, sıkıntıların içinde bulunduğumuz durum gibi otobüs aynı kalıyor ama içindeki yolcular hep değişiyordu. Bu biraz da tamamlama, tamamlamaya çalışmak gibi bir şeydi. Otobüsün içinde değişen her yolcunun sıkıntısı, derdi, tasası da böyleydi. Anlatılan hikâyeler, duraklar arası mesafe gibi ya uzundu ya kısaydı. İki durak bile olsa yanında oturan, yol arkadaşlığı yaptığın insanı iyi bulur, güvenir ya da ne diyor, fırsatçı bu diye ön yargılı davranarak kötü etiketini yapıştırıp, yanından uğurlayıp yeni bir insan oturasıya kadar bir kitap ya da kulağında çalan müzik eşiliğinde pencere ve koltuk arasına sıkışıp kalırdın. Çünkü insanlar böyle düşünüyor ve yaşıyorlardı.
Ben öyle düşünüp ve yaşamıyordum. İnsanların içinde, sıkışıp kalınan pencere ve koltuk arasında, durağın gelmesini, özgürlüğe uçmak için boşluğu yakalayacağım anı düşünüyordum.
Bazen düşünebildiğime bile inanamasamda gözümün takıldığı, güzelliklere odaklanırken o noktaları hem kendi içimde hem dışımda bir yerlerde birleştirirken, içimdeki o ben ile hikâyeyi hemen yazıveriyorum.
“Zaman her şeyi içimizde bir şeylerle yaşatırken, hem ileri hem geri gitmeyi, uçmayı, içerisinde nefes almayı unutmamalıyım diyorum. Yoğun geçen günlerin sonunda, otobüsten inip eve gitttiğimde ellerimi yıkayıp, üzerimi değiştirip dinlenirken, balkonu yıkamak sonrasında ayaklarıma su tutmak, ıslak ayaklarla oturduğum sandalyeden insanları izlemek ve izlerken balkon demirlerine konmasını hayal ettiğim kumruları dinleyip, anı hissetmeyi ihmal etmemeliyim, yaşamalıyım. ..”
O esnada dışarıya açılan gökyüzü bedeni ve ruhu karşılamaya, mutlu etmeye hazırken içimdeki hikâye “yaşamalıyım” kelimesiyle sona eriyordu. Çünkü bunu hiçbir zaman gerçekleştirmeyecektim.
İnsanlar, cama yapışan bedenimi mikrop yuvası olarak görecek, gün sonunda bilmediğim bir yere gidecektim.
Bunlar ise “yaşamalıyım” kelimesinden sonra en son düşündüğüm ve yaşadıklarımdı.