Maborosi.

Devrik Masa Örtüsü

Mutfak masasında beyaz bir taburenin üzerinde oturuyorum. Dirseğimi yasladığım, avucumla başımı desteklediğim masadan güç alırken açık balkon kapısından göründüğü kadarıyla gökyüzünden geçen bulutları izliyorum. O sırada kulağım arkada çalan şarkıya kesiliyor. “Başka Türlü Bir Şey” şarkısı çalmaya başlıyor.  Şarkının içinden dışına doğru açık kalan iki kapı arasında cereyanda kalıyorum. Üşüsem de ağır basan kafamla birlikte bedenimi olduğum yerden kaldırmak istemiyorum.

Biraz önce okumayı bıraktığım “Düğümlere Üfleyen Kadınlar”[1] kitabı ve soğumuş yarım fincan çay, masanın üzerinde yan yana duruyor. Üst üste yığılmış kitaplarımın yanında duran kalemlerim ve kâğıtlarımın arasında, günlerdir yazı yazmadığım defterim gözüme çarpıyor.  Dikkatim, önünde duran tuzluk ve devrilen karabiberliğe doğru dağılıyor. Devrilen karabiberlikten birazcık masanın üzerine dökülmüş. Önceden dökülen tuz taneleriyle birbirilerine karışmışlar. Dökülen taneleri takip edince masanın örtüsünün desenlerinde kaybolmaya başlıyorum. Uçan kuşların, koşan tavşanların ve onları izleyen iki geyiğin peşine takılıyorum. Peşinden gittiğim iki geyiğin ardında, masa örtüsünün renginin krem mi yoksa bej mi olduğuna karar vermeye çalışıyorum. Karar veremiyorum. Şarkıda tam o sırada “Rengi başka, tadı başka”[2] kısmı çalıyor. Biraz önce kalkmak istemediğim yerden kalkıp, soğuyan yarım fincan çayı lavabonun içine döküyorum ve yeniden dolduruyorum.

Masaya tekrar oturunca, o gözüme çarpan defterime on beş dakika önce yaşadığım anı yazıyorum. Hafızamda şimdilik yeri olsa da sonra yavaş yavaş unutacağım. Belki yerine yeni anları kaydetmek veya yer açmak için silip, unutacağım. Aslında hafızamın içinde bir film sahnesinden fırlayan siyah beyaz fotoğraf gibi kalmasını isterdim. Tıpkı bir Tarkovsky filmi ya da insanı rahatsız eden sahneleriyle Haneke filminden fırlamış gibi… Haneke’yi düşünmeye başlıyorum. İyimserliğini ve insanı rahatsız ederek düşünmeye sevk eden aklını, hayal dünyasını düşünüyorum. Bu düşüncenin arkasını destekleyen kısımlar kendimi berbat ve beter hissettirsede; dünyamda yarattığı, görürken kaçırdıklarımı görmemi sağladığı için tanımadığım bir insana sesli teşekkür ediyorum.

Anlatmak istediklerimi anlatmadan önce bir masada kendimi dinleme ve teşekkür edebilme şansıma şu an erişebilsem de… Düşüncemin sonunda bir şey fark ediyorum.

Öznesi çalınmış cümleler gibiyiz. Anlatmak istenilenler devrik cümleler içinde nefes almadan boğulurken; kuralların, noktalama işaretlerinin içinde can veriyoruz. Özneden, nesneye kadar dinlenirken, sesimiz kısılırcasına yüklemlerde hep bölünüyoruz. Belki cümlelerimiz gibi düşüncelerimiz de bu yüzden hep devrik…


[1] Ece Temelkuran, Düğümlere Üfleyen Kadınlar, Şubat 2013.

[2] Yeni Türkü, “Başka Türlü Bir Şey,” şarkısı.