Kapak Görseli: Gobhinder Jhitta
Napalm Death’ten tanıdığımız Shane Embury, solo dark ambient projesi Dark Sky Burial kapsamında yeni bir albüm yayınladı. Embury ile Solve Et Coagula’nın hikâyesini konuşmaya başladığımızda doğrusu sohbetin bu kadar hızlı bir şekilde derinleşeceğini hiç bilmiyorduk. Meraklısını aşağı alalım.
Yeni albümün Solve Et Coagula’nın hikâyesini konuşarak başlayalım istersen.
Dörtlük seriler hâlinde albüm yapıp duruyorum. Dört rakamına neden çekildiğimi anlamıyordum. Jung psikolojisi üstüne uzmanlaşmış psikolog bir dostum var. Carl Jung’un eserleri üstüne; yani ruhani yolculuklar, içimizdeki aydınlık ve karanlığın kavuşumu gibi kimi insanların ilgisini çekecek konulara yoğunlaşıyor. Kimisi böylesi konuları iddialı bulabilir sanırım. Şahsen geçtiğimiz birkaç yıl boyunca bu başlıkların hayatımla yakından ilişkili olduğunu fark ettim. Yaratıcı bir insansan ya da müzisyensen bir personan, bir imajın vardır. Bu imaj muhtemelen gerçek sen değildir. Bu düşünceyle savaşıyorum bir süredir. Yeni albümüm de neticede büyümek, kim olduğumu keşfetmek, iyiyi ve kötüyü kucaklamak gibi konseptlerin kümülatif bir derlemesi. Başlık da sanırım aşağı yukarı o içsel savaşı çözme uğraşına gönderme yapıyor.
Oldum olası deneysel müziğin hayranı oldum. Bu sevgim de kişisel yolculuğumla el ele ilerledi. Her şey COVID’in hemen öncesinde başladı. Karantina süreci başladığı gibi şu an duyduğun müzikleri yapmaya başladım, devamı da malum. Bu albüm Labirent Dörtlemesi’nin son halkası, seriye bir isim koymak istersek yani… Bu noktadan sonra da farklı istikametlere yürümeye devam edeceğim.
Albümün açıklamasına iliştirdiğin bir nota göre bahsettiğin ruhani temalar, rüyaları ve kâbusları da içeriyor. Bunu görünce merak ettim: Sık sık rüya görür müsün? Nasıl rüyalar görürsün?
Sanırım oldum olası rüya gördüm; ama özellikle son birkaç yıldır aşırı canlı rüyalar görüyorum. Elbette rüyalar söz konusu olduğunda herkesin kendince fikirleri olur. Ben de az önce bahsettiğim arkadaşımla konuştum. İkimiz de aynı metal sahnesinde yetiştik, ama sonradan o farklı bir yoldan ilerledi ve… Doğru kelimeyi hep unutuyorum, psikoterapist oldu sanırım. Emin değilim. Neticede insanlara Carl Jung’un çalışmaları ışığında yardımcı oluyor. Ben de dostumla bunu konuşmaya başlayana dek Jung hakkında pek bir şey bilmiyordum. Ona rüyalarımı anlatıyorum, o da rüyalarıma kendince yorumlar getiriyor. Son zamanlarda daha önce keşfetmediğim yeni bir bölgeye adım attığım görüşünde. Bu açıkçası hep içimde çözemediğim sorunlardan biriydi; çünkü Napalm Death ile çalıyorken çok spesifik bir kişiliğim var. 19 yaşımda biri de Napalm’ın yanında bu kişi oldum. Ne var ki bence gerçekte olduğum kişi bu değil. Elbette bu esnada bir de evlendim, çocuk sahibi oldum; bütün bu ruhani meseleler de büyük bir yüzleşmeye dönüştü.
Rüyalarımda garip metaforların yanı sıra tanıdık yüzler görüyorum. Bazen ne anlama geldiklerini ben de çok anlamıyorum. Geçen hafta bir rüya gördüm: Oğlum beş yaşında, bu sene altı olacak. Arkadaşıma ağlayarak “Altıncı doğum günü bugün,” dedim. O da “Altı rakamı suyu temsil eder. Bu da gelişime işaret ediyor, çünkü karın ateş burcu.” dedi. “Ne diyorsun ya?” oldum. (gülüyor)
Bütün bunlar ilgimi çekiyor ve bana ilham veriyor, olup bitenleri anlamlandırmaya çalışıyorum sonuçta. Yalnız olmadığımı da biliyorum, bence hepimiz benzer süreçlerden geçiyoruz. Yaşlandıkça hayat da k.çımıza tekrar tekrar tekmeyi basıyor. Şu aralar bu kısma kafa yoruyorum. “Ne oluyor ya? Yolumuz nereye? Ne yapıyorum?” Bazen karanlık yollara girmemiz gerekir, ben de geçtiğimiz birkaç yılda bunu bolca yaşadım. İçinden ilerleyip aydınlığa, bir bütünlüğe çıkmaya çalışıyorum. Dört sayısı da burada devreye giriyor. Arkadaşıma “Neden her şeyi dört sayısıyla uyumlu şekilde yapıyorum?” dedim. “Dört sayısı bütünlüğü ve iç huzuru temsil eder.” dedi. “İyiymiş.” dedim. (gülüyor)
Kimisi bu dediklerime bakıp “Ne zırvalıyor bu ya?” diye düşünebilir; ama ne bileyim, ben bu yolda ilerledikçe dediklerim giderek daha mantıklı geliyor. Sanırım birçok insanın kendi çocukluklarının nasıl olup nasıl olmadığı konusunda belli hatıraları var. Şimdi dönüp baktığımda oldukça mutlu bir çocukluk geçirdiğimi görebiliyorum, ama her türlü o dönemle eşzamanlı ilerleyen tuhaflıklar ve seni sen yapan bazı şeyler oluyor.
Sanırım duygularımı müzikle ifade ediyorum. Bu benim için terapi etkisi taşıyor. Bazen de olan bitenleri böyle anlamlandırıp onlarla böyle başa çıkıyorum.
Tek başına çalışmanın güzelliği de bu, değil mi? Kendine dönüp bakma şansın oluyor.
Evet. Aslında tuhaf bir durum, çünkü başka birçok kişi gibi ben de oldum olası deneysel müziği sevmişimdir. Napalm Death ile meşgulken bu yönümü senelerce kenara itip durdum. Ara sıra birlikte çaldığım grup Brujeria ile turnedeyken ise elektronik müzik sevdamı yeniden keşfetmeye başladım. Fikirler içimden adeta akmaya başladı. Başta sadece iPad’imden yapıyordum bunu, minik bir Garageband projesiydi. Sonra üstüne synthesizer ekledim.
Neyse, dediğin şey doğru. Geçenlerde birkaç arkadaşımla bu konuda konuşmuştum hatta. Kendi müziğini yapıyorken sadece kendine hesap veriyorsun. Bazen bir grupta çalmak da harika oluyor tabii, ama işte her fikrin de herkes tarafından kabul edilmiyor. Kendi işini yaparken kendi yolculuğuna çıkıyorsun. Bu müziği yapmaya başlamak o açıdan bana çok yardımcı oldu, çünkü çok fazla drone var işin içinde. Öylece oturup sürüklenir oldum. Zamanla müziğin gelişiyor, biraz mola verip başına dönüyorsun. Bazen eski kayıtlarıma baktığımda duyduğum şeyi kaydedişimi asla hatırlamıyorum. “Bu şarkıyı ne zaman yapmışım? Hiç fena değilmiş.” oluyorum. (gülüşmeler) Böyle özgür olmak benim için hem harika hem de tuhaf.
Geçenlerde çok ilginç iki müzisyenle tanıştım. Bunlardan biri çok yakınımda oturan harika bir davulcu. Ona “Belki bunları canlı çalar, orada da albümdeki hâlinden farklı sergilerim.” dedim. Durmadan hareket eden bir müzik bu; nasıl insanlar sürekli hareket hâlindeyse, gelişiyorsa, hayattaki yerini sorguluyorsa bu müzikler de aynısını yapıyor. Zaten esas soru da bu: Hayattaki yerimiz. Cevabı kimse bilmiyor, ama aradığım izah benim için her neyse içinde olduğum her şeyle bağlantılı görünüyor. Dostlarım ve ailemle ilişkilerimle, yeni ilişkilerimle, eskiden arkadaşım sandığım insanlarla olan ilişkilerimle…
Bence bunlar büyük bir ruhani gelişimin parçası. Umarım tertemiz deliririm. (gülüşmeler) Benim için ideal olan şey bu müziği yapmak.
Synthesizer dünyasına şahsen büyük bir sevgi besliyorum. Bu albümde o dünya özelinde ne gibi araçlardan yararlandın?
Çok sayıda sorunumdan biri de asla tek bir şeye yoğunlaşamamam. Duyduğun seslerin büyük kısmı plugin’lerdeki ses kütüphanelerinden çıktı. Birçok albümü böyle yarattım zaten. Geçtiğimiz on iki ay boyunca da yeni aldığım bir Arturia PolyBrute synthesizer’ı kurcaladım. Her ne kadar kendisini pek anlamasam da… (gülüyor) Üstüne gittikçe daha çok yoğunlaşıyorum ama. Bu kavrayışımı kayda aktarmak istiyorum. (Napalm Death gitarı) John (Cooke) işleri gereksiz karışık hâle soktuğumu söylüyor. Ben de “Evet, muhtemelen.” diyorum. (gülüyor) Arturia synth’ini laptopa bağlayıp kullanıyorum. Fiziksel synthesizer’lar epey güzel oluyor, işe daha yakından el attığını hissediyor insan.
Bu konularda asla uzman değilim. Modüler synth’lere düşkün arkadaşlarım var, benimse o kısımlara dair hiçbir bilgim yok. Bir keşif süreci her şey. Massive adlı plugin’i birkaç kere kullanmıştım. Kimi plugin’ler asla aklımda kalmadı. İnsanlar hep bir savaş misali analogla dijitali karşılaştırır. Ben ikisini de seviyorum, ama favorimin Arturia olduğu kesin.
Ses koleksiyonumu hep genişletiyor, sonra da elimde nasıl sesler olduğunu unutuyorum. Bir geri dönüp hafızamı tazelemem gerekiyor. Dark Sky Burial’ın çok daha tuhaf diyarlara yol alabileceğini düşünüyorum. Geçenlerde MIDI gitar aldım, bu seslerin birazını gitarla çalasım var. O kısım benim için biraz daha kolay olabilir. Sonra da davulcu arkadaşımdan katkı sunmasını rica edeceğim. Kendisi aslında caz davulcusudur, ama farklı alanlara girip çıkabiliyor.
Neyse, geçmiş albümlerde farklı farklı şeylerden yararlandım. Omnisphere’in Spectrasonics plugin serisini de seviyorum. Bazı eklentileri inanılmaz iyi. Burada görülmemiş bir şey yaptığımı düşünmüyorum, beni mutlu eden şeyi yapıyorum hepsi bu. (gülüyor)
Zaten görülmemiş bir şey yapma zorunluluğun da yok. Synthesizer alanında uzman olmamanın ise işin ruhani yönüne dalmanda sana yardımcı olabileceğini bile düşünüyorum.
O karanlık sisin içinden yavaş yavaş çıktığıma inanmak istiyorum. COVID boyunca çok kötü ruh hâllerinde olduğum kesin. Sebebi sırf annemle babamı kaybetmem değil. O kısım da çok etkiledi, ama üstüne karımla olan ilişkim de ilginç seyrediyordu. Bir yandan çocuklarımız da var. Her şey üst üste binmiş oldu. “Tanrım, turnedeyken hayat daha kolaydı!” diye düşündüm. Eve bir döndüm, baktım ikili bir yaşam sürüyorum. Kimi zamanlar açıkçası kendimden çok da hazzetmedim. Müzik bu noktada çok yardımcı oldu. Bir ses bulur, peşinden sürüklenmeye başlardım.
Deneysel gruplardan Coil’ı çok severim.
Harika gruptur.
Coil’a hep hayran kalacağım. Ruh hâli, hareket ve duygu yaratma konusunda çok onlara has bir yöntemleri vardı. Bence Dark Sky Burial’a başlatmama ilham veren başlıca şey de onlardı.
Napalm Death’in birkaç kez çalıştığı yapımcı arkadaşım Russ Russell bana şunu dedi: “Shane, beni şaşırtan şey şu: Bir şarkının kanallarının her birini tek tek dinlediğimde bu kanalları üst üste koyman asla iyi bir sonuç yaratacak gibi durmuyor, ama yaratıyor.” “Hadi ya,” dedim; “Cesur adamsın ha!” dedi. Onu bilemem, uzman değilim, hâlâ miks kısmını tesadüfen yapıyorum biraz. Sesleri alıyor, üstüne katmanlar ekliyor, sonra da “Şimdi şuraya arka planda sürüklenip giden, güç bela olsa da duyabileceğin bir şey koymak lazım.” diyorum. Hoşuma giden şey bu, ufak şeylerin kendi hâlinde sürüklenmesi. Şarkıdan uzaklaşıyor, geri dönüyorsun; bunu her yaptığında da şarkı değişmiş oluyor. Bence üretmekte olduğun bir şarkıyı her dinlediğinde şarkıyı değişmiş bulursun. Bunun güzelliği de istersen üstüne minik ilaveler yaparak şekillendirmeye devam edebilmendir. Elbette nihayetinde bırakmayı da bilmek gerek. Tüm mesele o ufak nüanslarda yatıyor ama. Bazen bir bakmışım, sadece sürüklenip gidiyorum. Bir şarkıyı duyar duymaz transa geçiyor, transtan çıkınca “Spor salonuna gitmeliyim, fit olmalıyım.” diyorum. Bazen de transtan çıkıp “Şimdilik biraz daha synthesizer’ımı çalayım. Bu bana spor salonu bisikletinden daha iyi gelecek.” diye düşünüyorum. Deneysel işleri oldum olası sevdim, ama benim için esas önemli olan şey o sürüklenme yolculuğu sanırım.
Xiu Xiu’dan Jaime Stewart ile röportaj yaptığımda bana şunu söylemişti: “Ben çocukken hiçbir sporcuyu The Cure dinlerken göremezdiniz, ya da beyaz bir çocuğu hip-hop dinlerken… Şimdi herkes her şeyi dinliyor.” Sen ekstrem metal camiasında onlarca yıl geçirmiş birisin, bu işe ilk koyulduğunda müzisyen ve dinleyici profilleri çok daha muhafazakardı. Hayran kitlelerinin günümüzde müziğe çok daha önyargısız yaklaşması ve farklı türleri kucaklaması konusunda ne düşünüyorsun?
Evet, sınırlar günümüzde çok daha muğlaklaştı. İnsanlar müziğe artık çok daha önyargısız yaklaşıyor, bunu da olumlu buluyorum. Plak aldığımız eski günlerde NME dergisini okur, “Hımm, My Bloody Valentine. İlginç bir gruba benziyor!” derdim. Ufak bir köyden geliyorum, orada bazı arkadaşlarıma Metallica ve Slayer dinlemek yetiyordu. Bana ise hep daha fazlası lazımdı. Beş altı yaşlarımdayken rock grubu da dinlerdim, punk grubu da, disko da; her şeye kulağım giderdi. Zaten ilgimi esas çeken şey seslerdi. Eski TV dizilerinin jeneriğini kaydederdim. Orkestra müziğiydi hepsi. Bunu yapmam arkadaşlarımın sinirine dokunsa da yapardım. İnsanların farklı şeylere açık olması güzel şey.
Bazen yeni bir sanatçıyı dinlerken “İlginç bir sesler alaşımı var burada!” diye düşünüyorum. Bu harika bir şey. İstediğin kadar artık mümkün olabilecek her şeyi duyduğunu düşün, bil ki duymadın! (gülüyor) Bazen bir şey çalınıyor kulağıma, “Ne kadar manyak bir şeymiş!” diyorum. Böyle şeyler ilham veriyor bana. Bir noktada zamana ayak uydurmak da gerekiyor zaten. Bazı şeylere karşı nostalji hissedebilirsin; ama bence insanlık olarak durmadan bir şekilde ileri istikamette yol alıyoruz. Müzik evrilip gelişiyorsa, türler iç içe geçiyorsa ne güzel.
Çok katılıyorum. Bir de gözlemimi aktarayım: Korku filmlerine olan hayranlığını biliyorum, Dark Sky Burial’ı dinlerken de müziklerinin bir korku filmine soundtrack olarak ne kadar yakışacağını düşünmeden edemiyorum. Diyelim ki biri yaşayan biri yaşamayan iki yönetmenle çalışma şansın var. Kimleri seçerdin?
Yaşayan yönetmen David Cronenberg olurdu.
Güzel seçim.
Son birkaç filmi inanılmaz iyiydi. Yaşamayanlar içinden de Lucio Fulci’yi seçerdim.
Niyeyse Fulci diyeceğini tahmin etmiştim.
O eşsiz İtalyan atmosferde beni çeken bir şeyler var sanırım. Birçok açıdan kolay ve doğal bir seçim oldu. İlk Dark Sky Burial albümü de kesinlikle Fulci’nin The Beyond’undan ilham alıyor. David Cronenberg desen zaten bayılırım.
Basına ilettiğin notlarda bu albümün Dark Sky Burial için çok deneysel bir dönemi noktaladığını belirtiyor, “Adım atmaya cüret edersek yeni bir ufuk kapıda bizleri bekliyor.” diye ekliyorsun. Şu anda aktif olarak yeni müzikler ve fikirler yaratıyor musun?
Evet. Benim için bu iş artık takıntılı bir hâl aldı. (gülüyor) Şimdiden iki albüm daha kaydettim bile. Bir yıldan uzun bir süredir üstlerinde çalışıyorum. Bu müziklerin bir kısmı karanlığın tonlarını da taşıyan oldukça melodik şeyler. Vokal içeren birçok şarkı da var. Bir köşede taslakları hazır, ama son hâline getirmeden evvel atmam gereken adımlar var. Belki birkaç konser de vereceğim. Canlı performans yaparsam çaldığım şeyler albümdeki versiyonlardan farklı olabilir. Hareket hâli asla durmayacak. Daha bu röportajdan kısa bir süre önce eski şarkılarımdan birinin farklı bir versiyonuna denk geldim. Temposunu azıcık arttırınca da “Aa, artık değişti. İlginç. Bunun üstüne şarkı söyleyebilirim.” diye düşündüm.
Kesinlikle beni besleyen bir yolculuk bu. Bahsettiğim albümlerden biri tarz olarak Dark Sky Burial’a çok benziyordu, sonra üstüne vokal ekledim ve “Hâlâ Dark Sky Burial mı? Emin değilim.” diye düşündüm. Öylece üstüne ekleyiverdim. Bu albüm için kaydettiğim şeyler içindeyse kullanmadığım çok materyal var. Bir arkadaşımla ortaya çıkardığımız kayıtlar kaldı, üstüne vokal ekledim. Şu an mantıklı adımın da bu olduğunu düşünüyorum. Maceralı bir yoldayım.
Neyse, bu albüm belli bir dönemi noktalıyor. Başka istikametler için de bir dolu fikrim var. Elektronik temeller var elimde, ama disonans yaratsın diye üstlerine gitar eklemeyi düşünüyorum. Bir de elektronik davulların yanına gerçek davullar ekleyeceğim. Farklı bir noktada başlamıştım, artık işin rengi değişti. Değişiyor ve gelişiyor, bu da hoşuma gidiyor. Karımı biraz kızdırıyorum ama olsun. (gülüşmeler) “Şimdi aklından hangi fikir geçiyor kim bilir!” diyor. Dediklerimi içtenlikle dinliyor ama.
Kısacası bilinçaltının başka kısımlarına doğru yol alıyorsun diyebiliriz.
Sanırım evet. Dark Sky Burial doğduğundan beri bir birey olarak yolculuğum ve kendimi çözme çabaları müziğimle el ele ilerliyor. Bu yer yer zorlayıcı bir şey. Kimi günler içinde istediğin şevki bulamıyorsun. Kaldı ki elbette böyle konulara hep sabırlı yaklaşmak gerek. Kendin için yapmaya değer gördüğün her harekette, gitmek istediğin her doğrultuda sabırlı davranman şart.
Bence bu yüzden albümlerimin birçoğunun kapak görselinde labirentler var. Bazen gelişme kaydettiğini hisseder, sonra tak diye tuğla duvara toslarsın. Uğraşıp yeni bir yol bulmaya çabalarsın. Derin bir konsept, evet.
Sorularımın hepsi bu kadardı Shane. Uğradığın için teşekkürler, ekleyeceğin bir şey varsa da ekle lütfen.
Selam verip konuşmaya vakit ayırdığın, yaptığım şeylere ilgi duyduğun için teşekkür ederim. İnsanların müzik yoluyla bağ kurması bana daima cesaret vermiştir. Daha yeni başlıyorum. Umarım ya Dark Sky Burial ya da Napalm Death kapsamında tekrar ülkenize gelip konser verebilirim.
Dark Sky Burial’ın Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.