Bir rüya koleksiyoncusu: Brambles

Goldmund, Nest, Hauschka ve Dustin O’Halloran’ ı adeta bir araya getiren bir ses, Brambles.

Brambles  modern klasik müziğin kapılarını başka boyutlara açan bir solo proje ve bu eşsiz projenin ardında ana akımın bir hayli uzağında kalan İngiliz müzisyen Mark Dawson duruyor.

Mark Dawson’ın ilk stüdyo albümü Charcoal aylar süren yazım, kayıt, düzenleme ve mix’den sonra Ekim 2012’de bir İngiliz yayıncı kuruluş olan Serein etiketiyle satışa sunuldu. Serein 2005’de Huw Roberts tarafından kurulan ve Roberts’ın sevdiği sanatçıları bünyesinde barındıran bir yayıncı kuruluş. Serein, seh-rain kelimelerinden oluşan ve meteorolojide gün batımından sonra açık bir gökyüzünden düşen hafif yağmur anlamına gelmekte. Kuruluşun koleksiyonu ise ismi gibi büyüleyici sanatçıların eserlerinden oluşuyor.

Charcoal bir stüdyo albümünden ziyade anıları, farklı hayatları müzik ile bir araya getiren bir derleme. Şarkıları yazmaya başladığında albümün istediği gibi olması için gitmesi gerektiğini hisseden Dawson, Brisbane’de iki şarkıyı yazdıktan sonra farklı kültürler ve hayatlarla tanışmak için Melbourne’a taşınmış. Sürecin yavaş ilerlemesi ve problemlerine (elektrik olmadan yaşamak gibi) aldırmadan bir süre aradığı sessiz ve huzurlu yeri bulana kadar kütüphanelerde dolaşmış. Bir gün yaratım süreci için mükemmel bir kütüphane bulduğunu düşünürken aniden beliren bir kilise korosunun örümcekler hakkında tuhaf bir ilahi söylemeye başlaması ile kütüphane planı da suya düşmüş. Ve ardından albümün oluştuğu yer The Painted Palace (Melbourne’da yaratıcı sanatçı ve düşünürlere kapısını açan çevreci bir ev) ile tanışmış.

Dawson’ın The Painted Palace’da geçirdiği süre albümün temasını belirleyen en önemli faktör. Piyano, yaylılar, nefesli enstrümanlar ve dış mekân kayıtları ile oluşturulan albümdeki çoğu şarkıyı The Painted Palace’da yaşadığı süre içinde yaratmış. Bir yere tam olarak uyamayan sanatçılarla Melbourne sokaklarında bisiklet sürerek, iç içe yaşayarak, yeni perspektifler tanıyarak günlerini geçiren Dawson’ın bu yolculuğu hem müzikal hem de sosyal anlamda gelişmesinde önemli bir rol üstleniyor. The Painted Palace’da geçirdiği süreyi kendi La Belle Époque (Güzel Dönem)* dönemi olarak adlandırıyor. Bu dönemde Charcoal yaratıcısının beklemediği yollara saparak her şarkıyı bir diğerinden farklı bir hale dönüştürmüş. Dawson bu durumun doğurduğu en büyük problemin albümü ortak bir temada sunmak olduğunu söylüyor. Süreç tamamlandığında ise tutkuyla bağlandığı uykuluk, yatıştırıcı şarkılar yaratmak fikri ile daha soyut ve farklı bir ses paleti yaratma isteğini bir araya getiren bir albümle karşılaşmış.

Görsel sanat olmadan sesin de olamayacağını düşünen Dawson, yaratım sürecinde kendisine ilham veren sanat eserlerinden faydalandığını ve Charcoal’ı oluştururken bu ilhamı sadece siyah-beyaz fotoğraflardan edindiğini ifade etmekte. Edebiyatın da müziği üzerinde güçlü bir etkiye sahip olduğunu ekleyen Dawson bu özelliğini Charcoal’ın açılış şarkısında sergiliyor. To Speak Of Solitude’ın ilham kaynağı Hermann Hesse’nin Steppenwolf (Bozkırkurdu) romanı. Şarkı romanın ana karakteri Harry Haller’ın Sokak lambalarının puslu ışıltıları altında nemli kaldırımlarda dolaştığı bir geceyi sahneliyor.

Charcoal, kuşların kanat çırpışı, rüzgâr, çıtırtılar, yağmur, dalga sesleri, yere düşen metal objeler, kırık ve eski elektronik enstrümanlar, kağıt poşetlerin çevrelediği mikrofonların kullanıldığı ve çello, akustik gitar, melodika, piyano gibi enstrümanlar ile desteklenen, duyduğu anda dinleyiciyi içine çeken bir havaya sahip. Sample’ları Dawson’a ait olan albümü dikkatli dinlediğiniz zaman koltuğun altında yuvarlanan bir mikrofonu duyabilir, kendinizi koltuğun altında bulabilir ya da hırçın dalga seslerinin ortasında bir okyanusa düşebilirsiniz.

Brambles’ı dinlerken ne hissettiğinizden tam olarak emin olamıyorsunuz. Tüm duyguların ortasında ve aynı zamanda başka bir boyutta duruyor müzik, kesin olan bir şey varsa Brambles tek başına birkaç evren vaat etmekte.

Seray Şan

 

* La Belle Époque, Fransa’da 1871’de başlayan ve tüm Avrupa’ya yayılan I. Dünya Savaşı ile sonlanan Sanayi Devrimi’nin ardından gelen barış dönemidir. Dönem barışın bir getirisi olarak doğan iyimserlik, modernizm ve özgürlükçülüğün ışığında sanatın altın çağını yaşayıp dallara ayrılması, bilim ve teknolojiden politikaya kadar her alanda yayılan bir gelişimi ifade eder. Ne yazık ki barış döneminde göz ardı edilen ekonomik göstergeler ve siyasi ilişkilerin bir sonucu olarak I. Dünya savaşının vahşeti ile kapanmıştır.