Hazırlayan: Yankı Yıldırım
Uzun bir bekleyişin ardından Black Mirror’un üçüncü sezonuna kavuştuk. Kimisi yerden yere vurdu sezonu ve dizinin kısır bir döngüye girdiğini, konu bulma konusunda sıkıntılar yaşandığını söyledi. Kimisine göre ise diğer sezonlardaki gibi bu sezonda da “gelecek çok parlak”tı.
Fikir ayrılıkları bir kenara, geleceğin parlak olmadığı ve bu konuda herkesin hemfikir olduğu kesin.
Başka kesin olan bir şey varsa, o da bu sezon için seçilen şarkıların mükemmel olduğu.
Bölüm 1 : Nosedive
Bize çok uzak bir gelecekten seslenmedi bu bölüm. Herkesin gizliden gizliye veya apaçık kendinden bir şeyler bulduğuna şüphe yok.
Beğenilme, takdir edilme arzusu. Hayatını mükemmel gösterme çabası. Sahte gülümsemelerin artık içten olanlardan ayırt edilmeyecek kıvama gelmesi.
Bölümde pastel renkler havada uçuşuyor, toz pembeler, bebek mavileri, pudralar. Ama tüm bu ferahlatıcı renklerin arasından kara mizah el sallıyor bize; ne kadar gülümsesen de içten içe rahatsız olduğunu biliyorum, der gibi. Belki de seçilen renkler ve ortamların kusursuzluğu bize bunu anlatmaya çalışıyordur; aslında hiçbir şeyin sosyal medyada yansıtıldığı gibi mükemmel olmadığını ve hayatın pastel renkler arasında süzülmediğini.
İşin ilginç yanı ise bu bölümde herhangi bir şarkının geçmiyor oluşu. Belki de birçok kişi için sezounun en zayıf halkalarından biri olarak gösterilmesinin nedeni de budur.
Bölüm 2 : Playtest
Eleştiri oklarının hedefi olmuş bölümlerden biri Playtest. Bunun nedeni ise Charlie Brooker’ın onlarca fikri olması ve bunların çoğunluğunu tek bir bölüme sıkıştırarak bir bütün yakalayamamış olması.
Gerçeklik denilen kavramın artırılmış gerçeklik ile ayırt edilemeyecek duruma gelmesi, teknolojinin ilerledikçe ne kadar korkunç olabileceğini gösterirken Cooper’ın yerinde olduğumuzu ve o çılgın oyunu deneyebileceğimizi hayal etmenin insanın midesini ağrıtan ve parmaklarını uyuşturan bir heyecan yarattığı da inkar edilemez.
Bir bütün yakalayamamış olsa da Brooker’ın mesajı net; teknoloji ilerledikçe korkutucu olan, ama aynı zamanda cazibesine karşı konulamayan bir şey.
Cooper’ın Sonja ile oyun hakkında konuştukları sahnedeki şarkı tam olarak bu :
Kaytranda – Bus Ride
Bölümün kapanış şarkısı ise Elvis Presley’den geliyor; “Mama Liked the Roses”
Bölüm 3 : Shut Up and Dance
Herkes için sıradan kabul edilebilecek bir olayın, boyut değiştirerek derin bir sorgulamaya dönüştüğü bölümde suçlunun, mağdurun ve kurbanın kim olduğunu düşünüp önyargılarımızı kırmaya ve masumiyet kelimesinin içini doldurmaya çalışıyoruz. İkisi de gerçekten zor.
Bölümle ilgili ufak ama çarpıcı bir not: Kenny’nin zararlı yazılımları silmek için indirdiği programın adı “Shrive”. Yani “günah çıkarma.”
Şarkılara gelince ise karşımıza önce Jess Glynne “Don’t Be So Hard On Yourself” ile çıkıyor, ardından Radiohead tüyleri diken diken yapan bir kapanış yapıyor.
Bölüm 4 : San Junipero
Bir parti kasabasına uzanıyoruz ve o parti kasabasında geçen yıllara, şarkılara, payetlere, vatkalara, neon ışıklara… Sezonun belki de en naif bölümü olan San Junipero’nun diğer bölümlerden oldukça farklı bir havası ve akışı var.
Bittiğinde ise insanda hafif bir burukluk bırakıyor, bir de harika bir playlist!
Bölümde yer alan şarkılar kadar bölüme ilham kaynağı olan; ama bir şekilde yer almayan şarkıların listesi de oldukça kabarık. Öyle ki, Brooker dayanamayarak bir playlist yayınlamış bile.
Bölümle en çok özdeşleştiğini düşündüğüm şarkı elbette ki Belinda Carlise’den “Heaven Is a Place On Earth”.
Onun dışında kimler yok ki The Smiths, Pixies, Simple Minds, T’pau, Kylie Minogue.
Son olarak, bölümde gece 12.00 olmadan önce çalan birkaç saniyelik bir müzik var; her şey tamamen kaybolmadan biraz önce. Bu mükemmel listeye haksızlık olmayacaksa eğer, o kısacık müziğin de harika olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Hissettirdiklerini tarfif etmesi zor; hem bir belirsizlik hem de bir rahatlama duygusu. Her şeyin kötüye gideceğinin bilinmesine rağmen bunu kabullenmenin verdiği ferahlama gibi bir şey. Oldukça karmaşık.
Bölüm 5 : Men Against Fire
Sezonun sonuna yaklaşırken, neon renkler geride kalıyor ve siyah bir atmosfere bulanıyoruz. Savaş teknikleri konusunda da teknoloji oldukça ilerlemiştir ve en önemli sorunun cevabı bulunarak uygulamaya geçilmiştir:
Bir insanı öldürmek için başka bir insan nasıl ikna edilebilir?
Bölümün kapanış müziği Ben Salisbury ve Geoff Barrow’dan geliyor.
Bölüm 6 : Hated in the Nation
Korkunç şeyler her gün olur ve bunları yargılamak kolaydır. Bu yargılamalar haklı veya haksız olabilir; kimi zaman da hak edilmeyecek derecede acımasız. Ama korkunç şeyler varken ve tüm korkunçluklarıyla baş köşede dururlarken bu yargılamalara kim kulak asar ki? Adil olup olmamalarının bir önemi kalmaz; çünkü tüm bu yorumlar bir insanın kafası karışık olduğunda beynine üşüşen onlarca, hatta yüzlerce düşünce gibidirler. Hiçbiri tek başına dikkate alınacak kadar değerli değildir ve bir süre sonra unutulur.
İşte bu bölümde, her bir düşünce ve yorum dikkate alınacak ve bir süre sonra unutulmayacak kadar değerli.
Enya ile biraz huzur; sonra Alev Lenz ile huzurumuz yeterince kaçıyor zaten.