Bergama Tiyatro Festivali Hakkında Kısaca Gözlemlerim

Geçtiğimiz günlerde İzmir’in Bergama ilçesinde yapılan uluslararası bir tiyatro festivaline izleyici olarak katıldık ben ve birkaç arkadaşım. Bergama Tiyatro Festivali genç bir festival, bu ikinci yıllarıydı. Bu yoğun etkinlik programı içinde tüm etkinliklerden bahsetmek imkansız da olsa katılabildiğim etkinlikler ve festivalin genel hatları hakkında bazı gözlemlerimi yazmak istedim.

Genel olarak baktığımızda antik bir yerleşimin çeşitli mekan kullanımları ile canlandırılmasının güzel bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz. Ama festivale vardığımız an elimizdeki konum verilerinin eksikliği sebebiyle zorluk yaşadık ve hatta bu sebeple birkaç etkinliğimizi kaybolduğumuz için kaçırmış bulunduk. Navigasyon mekan isimlerini bulmakta zorlandığı için ya da rotalar doğru girili olmadığı için mekanları bulurken birçok sorunla karşılaştık. Bu sorunu ikinci ve üçüncü gün kendi yöntemlerimizle keşifler yaparak halletmiş olsak da bize üç dört etkinliğe mal olan bir problem oldu konum bilgilerinin verilmemiş oluşu. Bu sorunu şehir dışından ve hatta ülke dışından gelen misafirlerini düşünerek önümüzdeki senelerde çözeceklerini umuyorum.

Etkinliklere gelecek olursak genel anlamda baktığımızda performanslar, atölyeler, oyunlar ve paneller olmak üzere dört çeşit etkinlik planlandığını görüyorduk. Ben paneller için çok hevesli gitmiş de olsam mekan sıkıntılarım ve zamanlama problemlerim sebebiyle hiçbirisine katılamadım. Bunun dışında atölyelerden katıldığım maske atölyesi benim için muhteşem bir deneyim oldu. Kumbaracı50’nin tasarımlarını yaptığını bildiğim ve kendisinin maske yeteneklerini Kumbaracı50’nin son oyunu Cyrano de Bergerac’ın fotoğraflarında gördüğüm (en yakın zamanda izleyeceğim) Candan Seda Balaban veriyordu atölyeyi ve programda bu atölyeyi gördüğüm anda kesinlikle katılmam gerektiğini fark etmiştim. İyi ki de katılmışım ve Candan Hoca’yla tanışmışım diyorum kendi kendime, çünkü bir kil yığınından maskeye giden yolculuğu gerçekleştirebilmiş olmak eşsiz bir deneyimdi. Kil yığınını gördüğüm ilk anı hatırlıyorum da asla başaramayacakmışım gibi geliyordu ama şu an elimde evimin en güzel köşesine koyabileceğim bir maske var.

Maske atölyesinde kendi maskemin yapım aşamalarından birisi

Oyunlara gelecek olursam kesinlikle bir spektrumun iki ucunu deneyimledim diyebilirim. Festivalde öyle bir oyun izledim ki hala o bir saati kendime neden çektirdiğimi gerçek anlamda sorguluyorum. Bunun gibi işleri gördükçe neden tiyatro yaptığımı ya da insanların neden tiyatro yaptığını düşünmeden edemiyorum, eminim aramızda çok büyük farklar var çünkü ben bir işimin sahnede o şekilde gözükeceğini göre göre o işle sahneye çıkmam, çıkamam. Ama bir yandan size bahsetmek istediğim bir başka oyun deneyimim oldu ki her şey bittiğinde tüylerimin diken diken oluşunu hala tenimde hissedebiliyorum. Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın Taşıdıklarımız oyunu, Asklepion Site Alanı’nda oynandı ve teknik sıkıntılar yüzünden geciktiğime çok pişman da olsam gecikerek oyunu izleyebildim. Performanslar ve tasarım ambiyansla o kadar güzel harmanlanmıştı ki antik kentin taşlarında bağdaş kurarak oturmanın sırtıma verdiği ağrıyı anlamamışım bile. Bedenimle tüm ilişkim kesilmiş bir halde performansa ve ana kendimi kaptırmıştım, unutulmaz bir deneyim oldu benim için. Performansın öyle güzel bir anında müzikle de uyumlu bir şekilde bir karga bağırarak ağaç değiştirdi ki o an sanatın doğa üzerinde bir etkisi olduğunu hissettim.

Uluslararası bir festival olduğundan konuk performanslar da izleme fırsatı bulduk etkinlikte. Onlar açıkçası beklentilerimin çok altında olduğundan aklımda kayda değer bir iz bırakmadılar. Etkinliklerdense bir tanesinin çıkışında yapılan katılımcı yorumları kısmında insanların yorumları aklımda kazılı halde kaldı. Öyle ki insanlar konuşmaya başladığında tamamen kendi deneyimime yabancılaştım ve büyük bir hayrete düştüm. Ben etkinlikten hiçe yakın bir zevk almışken insanların etkinlik için “bu etkinlik hayatımı değiştirdi” tarzı yaklaşımları kendimi sorgulamama sebep olsa da sonrasında insanların bazen kendilerini büyülenmek zorunda hissettiklerini fark ettim, hele ki post modern “eserler” karşısında bu kaçınılmaz bir şekilde oluyor ne yazık ki. O anlarda insanların o şeylerden gerçekten zevk alıp almadıklarını zihinlerine girerek öğrenmek istiyorum.

Katıldığım her etkinlik hakkında yazamayacağım, sonuçta dört günlük bir deneyimdi ve birçok farklı etkinlik gördüm. Genel hatlarıyla baktığımda kendi sanat anlayışımın insanlarla zaman zaman uyuşmadığı yerleri gördüm ve etkinliğin belki de gençliğinden sebep sahip olduğu organizasyon sıkıntılarına şahit oldum diyebilirim. Etkinliklerin çok büyük bir kısmının ücretsiz olmasından ve çoğu ekibin oyunlarının sonunda verdikleri mesajlardan anladığım kadarıyla bir dayanışma mantığı içerisinde geliştiğini düşündüğüm festival ruhunun gelecek senelerde biz seyircilere de sirayet edeceğini umuyorum.