Kanadalı caz ekibi BADBADNOTGOOD, dile kolay 5 yıllık bir aranın ardından yeni stüdyo albümleri Talk Memory ile aramıza döndü. Matthew Tavares’in gruptan ayrılması sonucu yoluna üç kişi (Alexander Sowinski, Chester Hansen, Leland Whitty) olarak devam eden ekip, bu albümde ayrıca Arthur Verocai, Terrace Martin, Brandee Younger gibi etkileyici isimlerle ortaklığa giderek ortaya enstrümental bir epik caz yolculuğu koyuyor. Albümün hikayesini bizzat saksafoncu Leland Whitty’den dinledik.
Umarım keyifler yerindedir. Kanada nasıl şu günlerde? Soğuk olsa gerek.
Leland Whitty: Evet. Birkaç gün önce bu mevsimin ilk karı yağdı. Bugün hava çok da kötü değil ama. (gülüyor)
Senenin kalanını da memleketinde turnede geçireceksin. Böyle yorucu bir yıla tatlı bir kapanış olacak gibi.
Kesinlikle. Dört gözle bekliyorum.
Harikulade yeni albümünüz Talk Memory yayınlanalı iki ay oldu. O günden bugüne aldığınız tepkiler tatmin edici mi?
Her şey süper. Özellikle de biz müzik yayınlamayalı uzun süre olduğunu hesaba katarsak. Albüm üstünde çalışırken kafamızda bunu nasıl canlı çalmak nasıl olur sorusu dönüyordu. Kaydetmeye de biraz bu temelden yaklaştık, bu ilhamla yola çıktık. Haliyle konserlerimizin çok özel geçeceğini düşünüyorum.
Kayıt süreci hakkında konuşmadan şunu belirteyim, albümü ilk duyurduğunuzda her zamanki gibi anında ilgimi çekti ve bunun nedenlerinden biri önceki albümlerinizi çıkış sırasına göre, sayılarla isimlendirmiş olmanızdı. Bu defa Talk Memory (Hafızadan Konuşalım) gibi bir başlıkla çıkagelmenizin sebebi neydi?
Piyanistimiz Matthew (Tavares) gruptan ayrılmıştı, bu da bize açılmış yepyeni bir sayfada, taptaze bir dönemin başında olduğumuz hissini verdi. Albümün ismini Alexander (Sowinski) yazmış olduğu bir şiirin içinden çekip çıkardı. Bizden önce yapılmış bütün harika müziklere saygı duruşunda bulunduğumuz, bunu bir ilham kaynağı olarak kullandığımız bir beyandı. Aslında tam da bu yüzden bizi etkilemiş bunca insana ulaşıp albümde yer verdik: Arthur Verocai, Terrace Martin…
Chester (Hansen) eski bir röportajınızda albümün bir geçiş dönemi ürünü kimliği taşıdığını, bir üçlüye dönüşmenizin üstüne grup içi dinamiklerinizi yeniden değerlendirdiğiniz bir tazelenme hareketi olduğunu belirtmişti. Bunun üstünde de duralım mı?
Evet, dört kişilik bir grupken üç kişiye düşmek büyük bir dönüşümdü. Yeni bir yaklaşımla yazmak, kayıt almak ve doğaçlama yapmak büyük çaba gerektirdi. Nihayetinde yaptığımız şey ise kayıt sürecini daha organik bir biçimde yürütmekti. Aslında elimizdeki materyalin çoğunu önceden prova etmiştik, ancak stüdyoya geçtiğimizde işler daha çiğ ve doğaçlama gelişti. “Bu kimliğimizin hakiki bir yansıması,” diye düşündük. Modern yapım sürecinin normlarıyla ilerlemek istemedik, her şeyi analog ekipmana kaydettik. Hem daha kusursuz bir kayıt üslubu, hem de kim olduğumuzun daha dürüst bir temsili gibi geldi.
Daha ilk şarkı “Signal From The Noise”dan itibaren bize 40 dakikalık, odaklı ve epik bir caz yolculuğu sunuyorsunuz. Birçok albümünüze kıyasla daha doğaçlama, virtüöz usulü ve grup odaklı duruyor ortaya çıkan sonuç. Bu yaratımı da stüdyoda oldukça kısa sürede şekillendirmişsiniz. Spontane sihirler konuşturmuşsunuz diyebilir misin?
Kayıt sürecinden önce bolca prova yapmış olsak da sahiden bir araya geldiğimizde işler çok değişti. Chester materyalin bir kısmını kendi başına yazmıştı, benim de kendimce birkaç fikrim vardı, ama işin önemli bir kısmını çok kısa bir sürede, hep birlikte besteledik. Prova kısmını Joshua Tree’ye gittiğimizde hallettik, kayıtlar ise Los Angeles’ta iki hafta sürdü. Bu da bizim için sıra dışı bir deneyimdi, zira çoğu albümümüzün kaydını evdeki stüdyomuzda yaparız, haliyle istediğimiz kadar vaktimiz olur. Tek bir şarkı üstünde günlerce, hatta bir hafta boyunca çalışırız. Bu da genellikle toplam albüm yapım sürecini altı aya, bazen bir yıla çıkarır. Buradaki şarkıların temeli ise iki hafta içinde bitmişti bile. Sonrasında sadece konuk sanatçıların bazılarının kendi kısımlarını evlerinde kaydetmesi kalmıştı.
Albümde inşa ettiğiniz sound klasik caz kayıtları ile cesur, cüretkar deneysel anlayışın bir evliliği sanki. Sence Arthur Verocai ve Terrace Martin gibi ustalarla çalışmış olmanızın bu tınının ortaya çıkmasında nasıl etkileri oldu? Kendilerinin bazı eski çalışmaları bugün bile çok taze tınlıyor.
Kesinlikle. Malum, Arthur Verocai’nin külliyatı hayli geniş. Hem kendi çalışmaları, hem de başkalarıyla yaptığı ortaklıklardan bolca var. Kendisine dair özgün bir sound eşlik ediyor buna. Haliyle onunla birlikte çalışmak büyük bir onurdu. Bir başka havalı özelliği ise bugüne dek çok sayıda vokal bazlı müzik üretmiş olması. Kendisini tamamen enstrümental bir albümün beş şarkısında birden ağırlamak ona hayli alan açtı. Klasikleşmiş eski dönem işlerinden bol bol unsuru müziğimize aktarmış oldu.
Terrace Martin’in de büyük hayranlarıyız elbette. Hem prodüksiyonda hem performansta yetkin bir isim. Bu albümde ise sadece saksafon çalıyor, sırf caz aleminde takılıyor. Bu iki isim de dahil olmak üzere albümdeki herkesle çalışmak müthişti. Müzikal ilham kaynaklarımız oldukça örtüşüyor ve hepimizin klasik caz kayıtlarına karşı büyük bir sevgisi var. (Başka müzik türlerine karşı da elbette.) Her bir öznenin bu karışıma ilave ederek şekillendirdiği genel bir estetik anlayış söz konusuydu. Albümün miksajını üstlenen Russell Elevado da müthiş bir iş çıkardı. Albümün ruhunu sıcak tutup detaylı çalıştı. Zaten o da analog şekilde miks yapıyor. Neticede herkesin ortaya kattığının bir kombinasyonunu dinliyorsun.
Bugüne dek çok büyük isimlerle ortaklık yaptınız. Başka kimlerle birlikte çalışmak isterdin?
Pandeminin olumsuz yönlerinden biri de birlikte çalıştığın insanlarla aynı odada bulunmanı zorlaştırıyor olması. Oysa biriyle aynı ortamda çalıştığında onu daha iyi tanıyabiliyorsun. Bizim içinse bu şimdilik pek mümkün görünmüyor gibi. (gülüyor) Ama bağlantı kurmaya can atacağımız birçok caz efsanesi var elbette, Herbie Hancock mesela. Ne de güzel olurdu. (duraksıyor) Daha başka isim sayayım mı? (gülüşmeler)
Aklında başka isimler de varsa paylaşmaya çekinme.
Bilmem. Wayne Shorter, Frank Ocean, Solange… Çok kişi var.
Biraz muğlak bir çağda, pandeminin gölgesinde yaşıyoruz. Bu şartlar altında bir grup olarak ileriye dönük nasıl planlarınız mevcut?
Bu albüm aslında çok daha erken yayınlanacaktı, ama pandemi yüzünden takvimimiz de hayli aksadı. Şimdilerde sadece konserler üstüne düşünüyoruz, başlıca odağımız o. Ayrıca çokça yeni beste de yazıyoruz. Yani yeni bir albüm yayınlamamız bir beş yıl daha sürmeyecek. Yeni bir sayfaya geçtik gibi hissediyorum, müziği de daha sık üretebilmemizi sağlayacak bolca birikmiş ilhamımız var. Turne işi dünya şartlarının ne kadar gezmemize müsaade edeceğine bağlı, ama hepimiz yola düşüp konserler vermeye hazırız.
Türkiye’ye de uğrarsınız umarım.
Mutlaka. Sadece bir kere gelebildik. Çok hoş bir deneyimdi. Dönmek için sabırsızlanıyoruz.
BADBADNOTGOOD’un Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.