Kendimizi koy verip, dışarı çıkmadığımız, derli topluyken bile odamızı temizlemediğimiz, biraz dağınık kalsın dediğimiz ve kimseyle konuşmak istemediğimiz bazı zamanlar vardır. Dünya yıkılırmışçasına derdin, tasanın sorumluluğunu almak istemememiz gibi o varoluşun sorgulandığı zamanlar sadece bunun bir parçası, sunduğumuz bakış açısıdır.
Bizlere çocukluğumuzda bir bakış açısı sunarken, bir çerçeve etrafında, sınırları taşırmadan, düşünmemiz, yorumlamamız öğretilmişti. Şimdiki kuşaklarda bu durum farklı olmakla beraber boyama yapan çocukların çizgileri taşırarak, dilediği gibi boyaması, kendine bir sınır koymaması isteniyor. Ne kadar güzel değil mi? Dünya’da neyi, nasıl istediğimize dair sınırsız bir yol çizerek kavrayabilir, düşünebilir yorumlayabiliriz.
O öğretilmiş çizgide varoluşumuzu şekillendirirken, sınırlı dünyadan, sınırsız düşündüğümüz dünyaya geçiş zaman alsa da bu sorgulama bizi Heidegger’in “fırlatılmışlık” kavramı içerisine iter. Bizim kontrolümüz dışında gelişen, yaşamın içine fırlatılırız.
Bu yüzden hayata merhaba dediğimiz zaman şartlarımız, ailemiz bellidir. Toplum bir şekilde “Geçmişi seçemeyiz ama geleceği seçmemiz bizim elimizdedir.” düşüncesini büyütmemizi, bulunduğumuz noktaya kadar getirmemiz ister. O süreçte “Bugün ne oldu sonrasında nerede olacağım kaygısı gelecekteki ‘beni’ büyük ölçüde etkileyecek.” diye düşünerek hata yapmadan ilerleyemeye çalışırız.“Ben kimim?” ile başlayan sorulardan varlığımızı sorgulayacak sorulara kadar da yol alırız. Dert, tasa, kuşkulu anlardan sonra her şey üzerime üzerime geliyor, kendimizi koy verdiğimiz o zamanları da ekleyince, bu durumu belki de arkadaşlarımıza sorar “Ben olsam şöyle yapardım …” cevap arayışının içinde aşmaya çalışırız. Sanki varoluşumuz başkalarına bağlıymış gibi onlarla var oluruz düşüncesinin değerine, beklentisine gireriz. O öğrenilmiş beklenti, değer, o anın olanakları, kafamızda bir tasarım yaptırmaya iter. O tasarım, aslında kendi dünyamız ve içerisindeki olanaklarıdır. Sonrasında fark ederiz ki hepimiz geçmişten geleceğe, dünyaya fırlatılmış, “biz aslında bir anlamı olmayan, evrene fırlatılmış olmanın verdiği rahatsızlıkla baş etmek zorunda olan, anlam arayan yaratıklarız.”(1) dır.
Neyi aradığımız ya da arayamadığımız bir muamma olsa da fırlatılmışlık içerisinde, zihnimizin içinde ya da dışında varoluşumuz ve kendi dünyamız her zaman kuşkuludur.
Bu arayışa anlam kazandırmak, çizgilerin dışına çıkarak sorgulamak, düşünmek ve yorumlamak başkalarının değil, sizin parçanız ve bakış açınızdır.
(1) Irwin D.Yallow, Annem ve Hayatımın Anlamı, çev.Zeliha İyidoğan, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2000, s.13