Hunter‘ı dinlemekteyken akıllarda oluşan bir soru: “Anna hanım, bizi niye yeni müzikler için bunca yıl beklettiniz?” Akla gelen ilk mantıklı cevap sanatçı titizliği. Anna Calvi‘nin ince elenip sık dokunmuş virtüözlüğüne en son tanık olduğumuz stüdyo albümü One Breath idi. “Suddenly”‘de bir gece ansızın kapımızdan girip kendi karanlığa çağırıyor, “Sing to Me”, “Piece by Piece” ve “Love of my Life” gibi içli şaheserlerde yakamızı bırakmıyordu. Derken bıraktı, yine ansızın… David Byrne‘ü de içeren Strange Weather EP’si sonrasında soundtrack’lerle, operalarla uğraştı; prestijli Mercury Ödülü’nü bile kazandı ancak şarkıları kulaklarımızdan biraz silindiği gibi öyle hak ettiği kadar gündem malzemesi olamadı. David Bowie‘den yoğun şekilde ilham alan yeni albümü Hunter ise görünüşe göre dikkatleri yeniden toplamasını sağlayacak.
Portishead‘ten Adrian Utley ile Nick Cave‘in kadim kötü tohumu Martyn P. Casey katkılarını sunmuş Hunter‘a. Albüm boyunca St. Vincent veya Amanda Palmer‘vari, ama ikisinden de daha buğulu bir ton hakim. Müziği ve müzisyenini One Breath‘ten ayıran temel fark ise imajdaki bir kayma: Daha albüm kapağında sezdiğimiz -en basit örnekle Bowie’vari- seksi bir androjenlik söz konusu Calvi’nin bakışlarında. Cinsiyete ve toplumsal kimliğe dair bir konsept albüm Hunter. Günümüz gündeminde eniyle boyuyla tartışılan cinsel kimlik konusu hakkındaki görüşlerini ise şöyle açıklamış kendisi: “Cinsiyetin bir spektrum olduğuna inanıyorum. Bence maskülenlik veya feminenliğin sınırlarını zorlamamızı öğütleyen toplumsal bilince kulak asmayıp ortada bir yerde konumlanırsak, işte o zaman özgürleşeceğiz.” Demek oluyor ki, Hunter her şeyden önce güncel ve damardan bir albüm. Eğer içerisinde yer alan “Don’t Beat The Girl Out of My Boy”, “Swimming Pool” ve “Alpha” gibi şaheserler Calvi’yi gündeme taşımayacaksa, çağın ruhunu bu samimiyetle yakalaması nice gönüller için işi bitirecektir.
Gotik geçmişini şimdilik biraz sineye çekip renk olarak griden kırmızıya, rock’n roll’dan yer yer dream pop’a geçiş yapan Calvi, hem ton hem tavır olarak progresif ve modern bir iş ortaya koymuş. Glam rock’çıların elinden aldığı bayrağı biraz kendi perspektifine, biraz da 21. yüzyıla bulamış. Hunter, kimi dinleyişlerde baştan sona kusursuzca akmasa da fırsat buldukça parıldayan bir elmas. Bir dahakine bu kadar bekletmeyin bizi Anna hanım!